Kureyş kâfir ve
putperestleri;
Hz. Muhammed,
gözlerinin önünde büyüdüğü,
Çok doğru, çok
dürüst, çok emîn ve güvenilir,
Kısaca eşsiz ve
benzersiz bir ahlâk nümunesi olduğu;
Ve bunu
gördükleri, bildikleri ve beğendikleri hâlde,
Velhasıl, gözleri
önünde bir gülfidanı gibi,
Hem maddeten, hem
de mânen boy atıp yetişdiği,
Etrafına mis gibi,
mânevî rayiha ve kokular saçan;
Hz. Muhammed’in
şahsiyetini öğe öğe bitiremedikleri hâlde,
O’ndan
birbirlerine övünç ve kıvançla bahsedip dururken,
O’ndan söz
etmekten âdeta zevk aldıkları,
Bu hususta
birbirleriyle yarıştıkları hâlde,
Ne zamana kadar?
Ta ki,
Peygamber olduğunu
söyleyene kadar.
Ta ki,
Hakikat
çiçeklerinden söz edip,
Kendilerine sunana
kadar.
“Hak bir. Ben
Peygamber.
Hakk’ı tanıtmak
için Ben’den sizlere büyük bir haber,
Sonsuz kıymette, değerli,
İlâhî bir müjde,
Rabbanî bir muştu
ile gönderildim.
Üstelik, sadece
size değil,
Tüm insanlığa!”
diyene kadar.
Bu ihbar, bu
hatırlatış ve bu kendini sunuş;
Kureyş’e karalar
bağlatana,
Onları hüzne
boğana,
Gam ve kedere gark
edene,
Kureyş’in
gündüzünü gece edene kadar!
Evet, işte insan
bu idi.
“Bana değmeyen
yılan, bin yıl yaşasın!”
Hükmünden hareket
ediyor!
Gayri meşru fayda
ve çıkarına gölge düşürecek;
Her şeye ve
herkese karşı çıkıyor!
Geçici dünya
menfaatı için,
İnsanları ezmek,
sömürmek, onları na-meşru işlerine;
Âlet etmek
imkânından, kendisini mahrum bırakacak
Her şeye ve
herkese karşı çıkmayı;
Menhus emel ve
gayelerinin zarurî bir gereği olarak görüyor!
Bu nasıl akıl ki,
geçici uygunsuz menfaat ve yararı için,
Ebedî hayatını,
ayaklar altına almaktan kaçınmıyor!
Âdeta, sonsuz
saadetli hayat ve yaşamını;
Geçici kıymetsiz
şeyler için, heba etmekten geri kalmıyor!
Bu nasıl bir
bakış?
Cehenneme doğru,
bir akış!
Başka değil,
ancak;
Cevherleri verip,
çakıl taşları alış!