Bu Kitap Okunmaz mı?

171

     Furkan-ı Hakîm / her âyeti bir maksat, bir gaye ve bir hedefe işaret eden Kur’an-ı Kerîm; mâna cennetlerinden koparılarak derlenmiş, binbir çeşit, renk renk çiçek demetlerinden ibarettir.

     Bütün enbiya / nebîler, evliya / velîler ve asfiya / Büyük İslâm Âlimleri’nin kitaplarının icmaını / tamamının içeriğini bünyesinde toplar.

     Semavat / sema ve gökler ve ulvî / yüce ecramın / yıldızların, arz / dünya ve süflî / sıradan mevcudat ve varlıkların Hâlıkı / Yaratanından gelmiş olup, bizlere âlemlerin Rabbini tanıtır. 

     İ’cazı / mucize oluşu, benzerini yapmanın imkânsızlığı sebebiyle; tahrif / bozulmaktan ve onu bozmak isteyişlerden korunmuştur.

     Her bir sûresi; bütün Kur’an sûrelerinin maksatlarını ve ehemmiyetli / önemli kıssalarını mücmel / kısa ve öz olarak tazammun eder, içine alır.

     Kur’an; hikmet ve mantık esaslarıyla; Allah’ın varlığı, birliği, İslâmiyet’in doğruluğundan  bahseden kelâm sıfatını içeren; âyetleri açık, vâzıh ve âşikâr olan Kur’an-ı Mübîndir.

     Herkes için âlem içinde, hususî bir âlem vardır. İşte Kur’an; herkes için meşrebi gereğince kendisini terbiye ve tedavi edecek olan, hususî bir kitap mahiyetindedir. Nitekim âlem kitabının bazı âyetleri, bazısını tefsir ettiği gibi; Kur’an’ın bir kısmı da, diğer bir kısmını tefsir edip, açıklar.

     Kur’an gözü açık bir dalgıç gibidir. Mânâ okyanusunun derinliklerinde olan her şeyi görür ve gösterir. Basîret gözü açık olan görür ki, Kur’an’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı, açık bir sayfa gibi görür.

     Âyetleri, insanın nazarlarını ülfet ettikleri âdiyata / sıradan sandıkları şeylere yöneltir. Böylece, Kur’an yıldızları; ülfet perdesini deler geçer. Kur’an, beşerin kulağından tutup, başını eğdirir ve ona aynı âdiyat / sıradan saydıkları içinde, ülfet altındaki harikulâdelikleri gösterir. Onları görmesini sağlar.

     Kur’an; âyetleriyle dünyayı, atılmış yün gibi hallaç pamuğuna çeviriyor. Beyyinat / bürhan ve delilleriyle onu şeffaflaştırıyor. Neyyiratıyla / saçtıkları nurlarla onu eritiyor. Sayha ve çağırışlarıyla mevhum / asılsız ebediyetini parça parça ediyor! Şimşekleriyle, tabiatı tevlid eden / doğuran gafleti ortadan kaldırıyor. Çünkü Kur’an: “De ki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, -velev bir mislini daha yardımcı getirsek bile-  Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenirdi.” (Kehf: 109) Zira Kur’an: Âlemlerin Rabbi olması itibarıyla, âlemlerin ilâhı olması unvanıyla, sema / göklerin ve arz / yerlerin Rabbi ismiyle, ayrıca mutlak rububiyeti cihetinden, umumî saltanatı yönünden, geniş rahmeti canibinden, ulûhiyet azametinin haysiyeti yönünden, İsm-i Azam’ın muhitinden, arş-ı azamın / Cenab-ı Hakk’ın en büyük arşının / Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli yerinin muhatına  / kuşattıkları yerlere kadar Allah’ın kelâmıdır.

     Bil ki, beyanı mucize / acze düşürücü olan Kur’an’ın ifadesinde çok şefkat ve merhamet var. Çünkü muhatapların ekserisi geniş halk kitlesidir. Onların zihinleri ise basittir. Nazarları dahi dakik / ince şeyleri görmediğinden, onların basit fikirlerini okşamak için, semavat ve arzın yüzlerine yazılan âyetleri tekrar ediyor. O büyük harfleri kolaylıkla okutturuyor. Mesela semavat ve arzın hilkati ve semadan yağmurun yağdırılması ve arzın dirilmesi gibi, bilbedahe / apaçık okunan ve görünen âyetleri ders veriyor. O büyük harfler içinde, küçük harflerle yazılan ince âyetlere nazarı  nadiren çevirir, ta zahmet çekmesinler.

     Hem Kur’an üslûbunda öyle bir cezalet / güzellik ve selaset / akıcılık ve fıtrîlik / yaratılışa uygunluk var ki, güya Kur’an bir hâfızdır. Kudret kalemiyle, kâinat / evren sahifelerinde yazılan varlık denen âyetleri okuyor. Sanki Kur’an, kâinat kitabının kıraatı / okunmasıdır. Nizamlarının tilavet ve okunuşlarıdır. Ezelî nakkaşının / kâinatı nakış nakış dokumuş olan Yaratıcı’nın şuunatını / işlerini okuyor, fiillerini yazıyor.  

     İşte böyle bir kitap okunmaz mı?

     Okuyana şifa-yab olmaz mı?

     Hadi öyleyse sarılalım kulpuna,

     Yönelelim O’nun ebed yurduna.

Önceki İçerikAnlamadık Bir Türlü!
Sonraki İçerikBir yıl geçti!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.