Furkan-ı Hakîm / her âyeti bir maksat, bir gaye ve bir hedefe işaret eden Kur’an-ı Kerîm; mâna cennetlerinden koparılarak derlenmiş, binbir çeşit, renk renk çiçek demetlerinden ibarettir.
Bütün enbiya / nebîler, evliya / velîler ve asfiya / Büyük İslâm Âlimleri’nin kitaplarının icmaını / tamamının içeriğini bünyesinde toplar.
Semavat / sema ve gökler ve ulvî / yüce ecramın / yıldızların, arz / dünya ve süflî / sıradan mevcudat ve varlıkların Hâlıkı / Yaratanından gelmiş olup, bizlere âlemlerin Rabbini tanıtır.
İ’cazı / mucize oluşu, benzerini yapmanın imkânsızlığı sebebiyle; tahrif / bozulmaktan ve onu bozmak isteyişlerden korunmuştur.
Her bir sûresi; bütün Kur’an sûrelerinin maksatlarını ve ehemmiyetli / önemli kıssalarını mücmel / kısa ve öz olarak tazammun eder, içine alır.
Kur’an; hikmet ve mantık esaslarıyla; Allah’ın varlığı, birliği, İslâmiyet’in doğruluğundan bahseden kelâm sıfatını içeren; âyetleri açık, vâzıh ve âşikâr olan Kur’an-ı Mübîndir.
Herkes için âlem içinde, hususî bir âlem vardır. İşte Kur’an; herkes için meşrebi gereğince kendisini terbiye ve tedavi edecek olan, hususî bir kitap mahiyetindedir. Nitekim âlem kitabının bazı âyetleri, bazısını tefsir ettiği gibi; Kur’an’ın bir kısmı da, diğer bir kısmını tefsir edip, açıklar.
Kur’an gözü açık bir dalgıç gibidir. Mânâ okyanusunun derinliklerinde olan her şeyi görür ve gösterir. Basîret gözü açık olan görür ki, Kur’an’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı, açık bir sayfa gibi görür.
Âyetleri, insanın nazarlarını ülfet ettikleri âdiyata / sıradan sandıkları şeylere yöneltir. Böylece, Kur’an yıldızları; ülfet perdesini deler geçer. Kur’an, beşerin kulağından tutup, başını eğdirir ve ona aynı âdiyat / sıradan saydıkları içinde, ülfet altındaki harikulâdelikleri gösterir. Onları görmesini sağlar.
Kur’an; âyetleriyle dünyayı, atılmış yün gibi hallaç pamuğuna çeviriyor. Beyyinat / bürhan ve delilleriyle onu şeffaflaştırıyor. Neyyiratıyla / saçtıkları nurlarla onu eritiyor. Sayha ve çağırışlarıyla mevhum / asılsız ebediyetini parça parça ediyor! Şimşekleriyle, tabiatı tevlid eden / doğuran gafleti ortadan kaldırıyor. Çünkü Kur’an: “De ki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, -velev bir mislini daha yardımcı getirsek bile- Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenirdi.” (Kehf: 109) Zira Kur’an: Âlemlerin Rabbi olması itibarıyla, âlemlerin ilâhı olması unvanıyla, sema / göklerin ve arz / yerlerin Rabbi ismiyle, ayrıca mutlak rububiyeti cihetinden, umumî saltanatı yönünden, geniş rahmeti canibinden, ulûhiyet azametinin haysiyeti yönünden, İsm-i Azam’ın muhitinden, arş-ı azamın / Cenab-ı Hakk’ın en büyük arşının / Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli yerinin muhatına / kuşattıkları yerlere kadar Allah’ın kelâmıdır.
Bil ki, beyanı mucize / acze düşürücü olan Kur’an’ın ifadesinde çok şefkat ve merhamet var. Çünkü muhatapların ekserisi geniş halk kitlesidir. Onların zihinleri ise basittir. Nazarları dahi dakik / ince şeyleri görmediğinden, onların basit fikirlerini okşamak için, semavat ve arzın yüzlerine yazılan âyetleri tekrar ediyor. O büyük harfleri kolaylıkla okutturuyor. Mesela semavat ve arzın hilkati ve semadan yağmurun yağdırılması ve arzın dirilmesi gibi, bilbedahe / apaçık okunan ve görünen âyetleri ders veriyor. O büyük harfler içinde, küçük harflerle yazılan ince âyetlere nazarı nadiren çevirir, ta zahmet çekmesinler.
Hem Kur’an üslûbunda öyle bir cezalet / güzellik ve selaset / akıcılık ve fıtrîlik / yaratılışa uygunluk var ki, güya Kur’an bir hâfızdır. Kudret kalemiyle, kâinat / evren sahifelerinde yazılan varlık denen âyetleri okuyor. Sanki Kur’an, kâinat kitabının kıraatı / okunmasıdır. Nizamlarının tilavet ve okunuşlarıdır. Ezelî nakkaşının / kâinatı nakış nakış dokumuş olan Yaratıcı’nın şuunatını / işlerini okuyor, fiillerini yazıyor.
İşte böyle bir kitap okunmaz mı?
Okuyana şifa-yab olmaz mı?
Hadi öyleyse sarılalım kulpuna,
Yönelelim O’nun ebed yurduna.