Bu Defa Akdeniz

87

 

Antalya Aydınlar Ocağı’nın daveti ile bu kıyı kentimizdeyim. Bir aydın sorumluluğu içerisinde “yeni bir medeniyet tasavvuru” mecburiyetimizi anlatacağım Antalya Aydınlar Ocağı’nda. Hatta mecburiyetten de öte mahkumiyetindeyim galiba. En azından böyle bir vebali sırtlayarak sorumluluğumu yerine getirdim, kaçmadım.

1960 ve 70’li yılların İstanbul Fındıkzade’deki Antalya Yüksek Tahsil Talebe Yurdu öğrencileri Milli Türk Talebe Birliği’nin olmazsa olmazlarındandı. MTTB yönetiminde Osman Yumak, Nasuh Boztepe ve Hüseyin Avşaroğlu gibi değerli gençlerin hizmetine vesile olmuştur. Karlı bir kış gününde  Muhterem Sabri Ülker’in telefonu çaldı. Prof. Dr. Mustafa Köseoğlu’ydu konuşan; “Sabri Bey gençlerimiz soğuktan hasta olacak. Kaloriferler yakıtsızlıktan çalışmıyor. Zekatınızdan da olsa himmet eder misiniz?” Bir saat sonra akaryakıt dolu bir tanker Antalya Öğrenci Yurdu önündeydi.

YEDİ DİL BİLEN İMAM HATİPLİ AKADEMİSYEN

Biri oğlu, ötekisi kızından iki torununu büyüten Antalya Aydınlar Ocağı Başkanı Nasuh Boztepe ile böylesine nostalji yaptık işte. Beş dilde bölgeyi tarihi, kültürü ve medeniyeti ile tanıtan kitap ve risaleler yayınlamış Nasuh Boztepe. Uzman olduğu sigortacılık konusundaki yayınladığı son kitap ise sanırım birkaç kilo ağırlağındaydı. Aldım, baktım ve kolum yorulunca masasına bıraktım.

Antalya’ya epeyi süredir gelmiyordum. Eskimez dostlarımı görmeye de vesile oldu bu seyahatim. Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç bir zamanlar zor dönemlerin okulu olan İmam Hatip’i iftiharla bitirdi, girdiği her imtihanı ve üniversiteleri kazandı. Viyana’da uzun yıllar bulundu. Yedi ecnebi dilini biliyordu bu çok zeki Antalyalı. Ali Coşkun zamanında TOBB özel kalem müdürlüğü yaptı. Çalışmaya doymayan bir iştiha ile koştu ve çok eser verdi. Akademik ünvanlarını başarı ile kazandı. Bazı üniversitelerin oluşumunda kurucu rektör olarak bulundu. Önce AK Parti’den milletvekili oldu. Eleştirileri karşısında daha sonra listeye giremeyince, MHP’den Antalya’yı temsil etti. Ak’a beyaz, siyaha kara deyince burada da gereği yapıldı. Entelektüel arayış ve tespit böyle neticeler verecek bittabi. Ancak mahkeme son kararı da bozdu. Ankara Çayyolu’nda komşumdu Yusuz Ziya İrbeç.

KAPALI GİŞE UNUTULDU MU?

Siyaset artık her yerde. Girmediği mekan kalmamış. Bendensen, benim gibi düşüneceksin, yoksa ağzına biber sürüleceğini bil. Rektör bunun için YÖK üyelerini tesislerinde özel ağırlıyor. İl müdürleri bölge müdürü olmak, ardından genel müdürlüğe sıçramak için her şeyin siyasetten geçtiğinin farkında. Uzmanlık, liyakat hak getire. Hiç kimse artık kültür, sanat ve medeniyet endişesi taşımıyor galiba. Hele üretmek ve paylaşmak çok gerilerde kalmış. Henüz bakkal dükkanı açan bir esnaf, nasıl market açarımı değil de birkaç yıl sonra nasıl holding olurumu düşünüyor. Yeni işe giren memur da ilk birkaç yıla genel müdürlüğü, peşinden de müsteşarlığı yazıvermiş. Stajerliğinin bile kalkmasına tahammülü yok. Siyasetle nasıl olsa bir yerlere gelebilecek!?

Baktım Isparta Valisi Memduh Oğuz emekli olduktan sonra geride kalan yıllarını bu kentte geçireceğini açıklaması medyada yer almıştı. Ancak yorumlar Vali Oğuz’un belediye başkanlığına aday olacağı anlamı taşıdığına dikkat çekiyorlardı.

Ah bunları yazabilen hikayeciler, romancılar, dizi ve senaryo yazarları olsa, sahnede kapalı gişe oynar inanın. 2013 yılının 45 milyon ikramiyesi kime çıktı medya mensuplarımız bunun peşinde. Biri Antalya’da bulundu, gazeteci ordusu peşlerinde. Siz aynı temayı işleyen Şener Şen’in filmini izlemiş miydiniz?

BİR GÜÇLÜ YAZAR O.HENRY

Her yılbaşı hemşehrim Hıncal Uluç O. Henry’nin sevgi üzerine kurulmuş ve çözülmeyen, güçlü bağlarla oluşmuş bir aile hikayesini yayınlıyor. Varlık Yayınları turkuaz bir kapakla neşretmişti 1965 yılında. Keyifle okuduğum bir yazardı O. Henry. Karamizahı da, gülmeceyi de, fikri de iyi yakalıyor.

Hikaye şöyle, Della ve Jim bir apartımanın kapıcısı. Ailenin iftihar ettikleri iki şeyleri vardı; birisi Jim’in dedesinden intikal eden  köstekli ama zincirsiz altın saati ve Della’ın bir elbise gibi bütün vücudunu saran saçları. Yılbaşında Della saçlarını satarak kocasının saatine altın bir zincir alır. Kocası eve geldiğinde kızmaması için de dua eder. “Büyük Allahım, yalvarırım sana Jim’e geride kalan saçlarımı  beğendir!”

Jim eve geldiğinde  Della “Saçsız da olsa yine aynı insan değil miyim?” diye sorar. Jim ise karısına köstekli saatini satarak Broodway’de gördüğü kablumbağa kabuğundan yapılmış elmas kenarlı bir tarak almıştır uzun saçları için!.”

Hikaye böyle işte. Orjinali daha da güzel ve etkileyici.

KONGRE TURİZMİNDE GERİ KALMAK

Antalya seyahatim ESKADER’in İstanbul Sultanahmet’teki Adliye Sarayı’nın bir kültür Sarayı olması talebiyle alakalı açıklamasına denk geldi. Buna Prof. Dr. Nurhan Atasoy da destek veriyordu bizim gibi. Aynı saatlerde ise Antalya’da sanatçılar Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nin müzeye dönüştürülmesi kararını protesto için eylem yapıyorlardı. Rahmi Koç Müzesi’nin  Müzebüs’ü okul okul gezerek müzeyi tanıtıyordu. İstanbul’dan Antalya’ya yerleşen ve bundan mutlu olduklarını belirten Tülin ve Zafer Ayaz ise “Kırılgan Aşkım” adlı ilk CD’sini tanıtıyorlardı. Barış Manço’nun 70. Yaş Günü İstanbul’dan önce Manavgat’ta bir programla hatırlatıldı. Genç Semih Çelik’in kulaklarını çınlattım Sefaköy’deki Barış Manço gecesi ve yayınladığı eseri için.

Antalya bir turizm kenti. Her geçen gün uygulanan politikalar çerçevesinde yatırımlar artıyor. 520 bin yatak kapasitesi 2013’te 600 bine çıkacak. Tur operatörleri 2013 yılının uluslararası spor organizasyonu için yoğun geçeceğine dikkat çekiyorlar. Ancak kongre turizminde geriyiz. Antalya Kongre Bürosu Genel Müdürü Sinan İnan, dünyanın üçüncü büyük tatil destinasyonu Antalya’nın toplantı ve kongre turizmi alanında geride olduğumuzu açıkladı. Sinan İnan bilinirliğin sağlanması için  dünya fuarlarına  katılımın şart olduğunu savunuyor.

TARİHİN İÇİNDE KOŞMAK

Antalya’da özellikle holdingler temsilcilerini bu güzel otellerde dinlendiriyor veya yeni ürünlerini tanıtıyorlar. Eczacıbaşı böyle bir ağırlamanın içindeydi. Oysa dünya siyasetinin, tıbbının, tarımının, gıda ürünlerinin, yayıncılığının, sahnenin vs. kongreleri Türkiye’de neden gerektiği kadar değil? Dünyaca ünlü Frankfurt, Kahire ve Tahran Uluslararası Kitap Fuarları gibi Antalya’da böylesi bir etkinlik niçin düzenlenmez ki? Anlamak kabil değil. Batı işkence geleneğini bile bir kültür olarak almış ki, zindanlarını müze haline getirmiş, yerli-yabancı tur operatörleri de proğramına almış. Almanya’da muhaliflere işkence yapılan bir kalenin zindanını  ve suç aletlerinin sergilendiği müzeyi ben gezdiğimi hatırlıyorum.

Aynı günlerde Ankara’da büyükelçiler konferansı yapılıyordu. Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu toplantıda “Tarihin peşinden koşulmaz, içinde koşulur. Küresel güçler de biliyor ki artık tarih Ankara’dan akıyor.” Dedi. Bu duaya “amin” dememek mümkün değil. Buna göre tarihi anlamak isteyen Ankara’da olacak, yön verecek, risk alacak. Önemli olan insanlık. İşte bunun altını çizin, göçmenleri konuk etmemiz, Avrupa Birliği’ne vizesiz girmemiz yetmez yeni bir medeniyet tasavvur eden bir nesil için de yatırım yapılmalıdır.

SOYADI DEĞİŞTİRMEK

Naim Tirali 1960’lı yılların ünlü gazetecisi ve yazarı. Birkaç yıl önce vefat etti. Bir yaz gittiğim Karadeniz kıyı kenti Piraziz’de ziyaret etmiştim. Naim Bey de bana kitaplarını imzalamıştı. Naim Tirali’nin yeğeni İsmail Tirali’nin konuğu oldum Antalya Belek Gloria Otel’de. Yine 1960’lı yılların ünlü sanatçı ve Kalipso Kralı Metin Ersoy da oradaydı.  Oğlu Emir de müzisyen ve orkestrası var. 78 yaşındaki sanatçı bayrağı oğluna teslim ettiğini anlattı. Sohpet ettik. Dedi ki;

-Bu Ersoy soyadı Mehmet Akif Ersoy ailesine yakışıyor. Bazı sanatçılarımız da baktım bu soyadı almışlar. Eski soyadlarını değiştiren Muazzez ve Bülent hanım da soyadlarını Ersoy yaptı. Oldu mu şimdi? Bizimki hep Ersoy’du Akif’inki gibi.

Metin Ersoy’u üniversite öğrencisi iken Bostancı Gaskonyalı Toma ve Şişli Kulüp Çatı’da izlemiştim. Hatırlattım. Sevindi. Metin Ersoy günümüz müzisyenlerinin bilgilerinin yeterli olmadığını, özellikle söz yazarlarının ve icra edenlerden bazılarının Türkçeyi gerektiği gibi bilmediklerini savundu.

SONUÇ

Türkçesi ve icrası alkışlanacak yüz akı iki sanatçı Melihat Gülses ve Münip Utandı aklıma geldi. “Günaydınım nar çiçeğim” ve “Bir kızıl goncaya benzer dudağın”ı defalarca dinleyebilirim.

Nereye giderseniz gidiniz artık, trafiğin yoğunluğundan, cep telefonu ve araç magandalarından kurtulamıyoruz. Antalya da bundan nasibini almış. Bu sahada İstanbul’dan bir farkı kalmamış, örtüşmüş. Ancak İstanbul Büyükşehir gibi Antalya Büyükşehir de kültür ve sanat yatırımlarıyla bayrağı gönderde tutuyor; önce sinema diyerek, altın portakal diyerek.