Boğaziçi hep güzel duygular uyandıran bir kelime olmuştur.
Boğaziçi’ni hep “şen gönüller yatağı” olarak tasavvur eder, “yamaçlarını sanki
cennetin bağına” benzetiriz. Oranın “mehtabı hoş, güneşi hoş, günü hoş”tur. Bu
yüzdendir ki, şairin “Boğaziçi herkesi eder sarhoş” demesi tam da
duygularımızın yansımasıdır.
Boğaziçi Üniversitesi de güzel duygular uyandıran bir isim
olmuştur. Türkiye’nin en zeki gençlerinin okumak için yarıştığı en seçkin
üniversitemiz olarak bize hep güzel duygular yaşatmıştır.
“Sanat ve beşerî bilimlerde Türkiye’de ilk sırada yer alan
Boğaziçi ayrıca bilgisayar bilimleri- bilgi sistemleri; sosyal bilimler-
yönetim; ekonomi ile eğitim alanlarında Türkiye’den en iyi ikinci dereceyi elde
etmektedir.”
Ancak son yıllarda üniversitelerimizin genelinde görülen
seviye kaybı devam ediyor. Liyakate değil partiye sadakate göre yapılan
atamaların sonucu hiç de iyi değil. 2020 yılında sadece bir üniversitemiz
dünyada ilk 500’e girebildi.
Boğaziçi dünya üniversiteleri arasında ilk 500’e girebilen
nadir üniversitelerimizden biri idi. 2020 yılında dünyanın 20 bin
üniversitesinin değerlendirildiği sıralamada ilk 1000 üniversite arasına ise
sadece 9 üniversitemiz girebildi. Boğaziçi de ilk 700 arasında yerini aldı.
Buna rağmen Boğaziçi Üniversitesi, sanat ve beşerî
bilimlerde dünyada 385’inci, Mühendislik- teknoloji listesinde 308; bilgisayar
bilimleri-bilgi sistemleri; ekonomi ve eğitimde 251-300; makine,
havacılık-imalat mühendisliği ile kimya mühendisliğindeyse 301-350 sıra
bandında yer aldı.
Şimdi Boğaziçi hoş yönleriyle değil nahoş olaylarla
gündemimizde.
Olayların nahoş yönü, öğretim üyelerinin de desteklediği,
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “İstenmeyen Rektör Eylemleri” veya “Kayyum
Rektör İstemiyoruz” protestoları değil.
Bu gibi idari kararlara karşı toplum içinden demokratik
tepkiler olması sağlıklı bir toplum yapısının göstergesidir. İdarenin yanlış
bulunan kararlarına karşı tepkisiz kalan bir toplum asla sağlıklı değildir.
Toplumlar bazen yanlış uygulamalardan ancak bu tepkiler
sayesinde kurtulabilir. Bir zamanlar başörtüsü yasağı getiren idari kararlara
karşı demokratik tepkiler olmasaydı, muhtemeldir ki bugün hala başörtüsü yasak
olacaktı. Aynı Boğaziçi Üniversitesi’nin erkek öğrencileri de başörtüsü takarak
yasağın kalkması için eylem yapmıştı.
“Bu tür demokratik tepkilere herkesin, en başta da devletin
saygı duyması gerekir.”
Tek Kişinin Rektör Seçmesi Yanlıştır
Üniversitelerde rektör seçimlerinin kaldırılması ve tek
yetkili olarak bütün atamaları Cumhurbaşkanının yapması temel sorundur.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra YÖK’ün kurulması ve geniş
yetkileri hep tartışıldı. Ama hiçbir iktidar bu konuda bir adım dahi atmadı.
15 Temmuz darbe teşebbüsü bahane ederek çıkarılan bir OHAL
Kanun Hükmünde Kararnamesi eskiyi mumla arattı. Üniversite Öğretim Üyelerinin
oylarıyla yapılan seçimleri ve YÖK’ü bile devreden çıkarıp rektör atamalarını
tek kişiye, Cumhurbaşkanı’na bağladı.
getirdiği duruma bakın. Bu hal Boğaziçi Üniversitesi olayları için kök
sebeptir.
Bu kök sebebin üzerine inşa olunan diğer gelişmeleri Yağmur
Tunalı’nın özetiyle hatırlayalım:
“Üniversite gelenek oluşturursa üniversitedir. Boğaziçi
geleneği oluşan nadir üniversitelerimizdendi.
Geleneğini tam bozamadığımız bir üniversite olduğunu bir
daha gösterdi.
Hatırlayın, rektör adaylarının seçimle belirlendiği dönemde,
ikinci olan rektör atanması gündeme gelince, ateşe dokunmuş gibi itiraz
etmişti.
‘Bu üniversitenin geleneğini bozamam, asla rektör olmam’
dedi ve çekildi.
20 gün içinde gördük ki bu geleneğe bağlılar.
Tepeden inme rektör istemiyorlar. Öğrencisi, öğretim üyesi,
çalışanı.. istemiyor.
Bunu da yeterince gösterdiler.
Tayin edilen rektör senatoyu toplayamadı. Kendisini bir
bölüme hoca olarak yazdıramadı.
Yapmayın, etmeyin, inatlaşmayın ve bu işi bitirin!
Bu zatın orada rektörlük yapması imkân dâhilinde görünmüyor.
Olanlardan sonra doğru da değil.
Zorlarsak tabii ki orada kalır.
Devlet zoru bu işi halleder de, birçok işi bozma pahasına,
telafisiz zararlarla olacağı açık.”
********************************
Güvenlik Boyutu Abartılmasın
Hanefi Avcı bir zamanların ünlü Emniyet Müdürü. Geçmiş
tecrübelerinin ışığında Boğaziçi Üniversitesi eylemleri hakkında konuşurken çok
değerli tespitler yaptı.
“1970’li 80’li yıllarda yapılan soruşturmalarda görüldü ki,
öğrenci kitlesi içinde terörist düşünceye sahip olanlar %1’i bile bulmuyordu.
Bu %1’i bile bulmayan kesim yerine gösteri yapan öğrenci kitlesinin tamamı
karşıya alındığı için devasa olaylar yaratıldı. Birçok genç o grupların
kucağına atıldı. Devlet korkunç zararlar verdi. Geçmişte yaşadığımız bu
hataları bugün de aynen yaşıyoruz” dedi.
Boğaziçi Üniversitesi’nde protestocu öğrenciler bugüne kadar
en ufak bir şiddet eylemi içinde olmadılar. Ama 159 gösterici gözaltına alındı.
Tecrübeli emniyetçi Hanefi Avcı’nın ifadesiyle “Bugün de
öğrencilerin büyük kısmı kendi samimi görüşlerine göre alınan idari kararlara
karşı çıkıyor, protesto ediyorlar. Bu öğrencilerin %99’unun bunun dışında bir
niyetleri de yok!”
Avcı’nın tavsiyesi, “Hoşgörüyle karşılansa, makul görülse,
alınan karar yanlış dense çok daha iyi olacak.”
‘ben bu kararı zorla uygulayacağım’. ‘Benim kararıma karşı çıkan benim
karşımdadır, kanunların karşısındadır, teröristtir’ tavrı takınılıyor. Bu tavır
da polise yansıyor.”
Böylece lüzumundan çok sert müdahalelerle toplum vicdanını
rahatsız eden görüntüler ortaya çıkıyor.
Hanefi Avcı’nın çok önemli bulduğum diğer uyarısı “kutsal
değerler” üzerinden düşmanlaştırma gayretleri.
“Öğrenciler ‘Kâbe’ye saygısızlık yaptılar’ gibi yalan yanlış
bilgi yayıyorlar. Bu öğrencilerin içerisinde her türlü inançtan ve düşünceden
insanlar vardır. Amaçları belli, bir protesto yapıyorlar. Kutsal değerlerle
hiçbir alakası yok, dinle alakası yok, siyasetle alakası yok!”
“Orada mahiyeti tam olarak belli olmayan bir olay varsa
gereği yapılır. Ama bu olayı alıp sivilleri tahrik etmek, belli bir siyasi
grubu ayaklandırmak gibi tehlikeli şeyler yapılıyor. Bu ülkeye verilecek en
büyük zarardır.”