İnsanların sessiz ve sakin
yerlerde huzur bulacağını ve mutlu olacağını sanırız değil mi? Meğer
bu önyargımız yanlışmış.
Bu doğru olsaydı en sessiz yerde, en
huzurlu olmamız gerekirdi. Ama sıfır ses olan yerde insanın 1 saat dahi
oturması mümkün olamıyormuş.
Ultra sessiz olduğunu düşündüğümüz
ortamlar bile aslında sessiz değildir. İnsanın yaklaşık 0 desibel olan işitme
eşiğinden daha yüksektir. Örneğin bir kütüphane yaklaşık 40 desibele
kadar çıkabilir.
Ama özel olarak sessiz bir oda inşa
edilmiş. Ve bakın bu odada kalanlara neler olmuş?
Şimdi gazete haberinden okuyalım:
2015 yılında Microsoft, halen
Guinness Rekorlar Kitabına “gezegendeki en sessiz yer” olarak
geçen bir oda inşa etti.
Şirketin Washington’daki genel merkezinde
‘yankısız oda’ olarak da bilinen bu odada en fazla kalan kişi 1 saat
durabildi.
Microsoft’taki yetkililere göre bunun
nedeni ortamın inanılmaz sessiz olması. Öyle ki birkaç dakika
sonra kendi kalp atışlarınızı duymaya başlıyorsunuz. Bundan
birkaç dakika sonra ise kanınızın akışını bile duyabilirsiniz.
Çünkü vücut sürekli çalışıyor.
Dış dünyadan hiçbir ses gelmediğinde,
yani tam ve mutlak sessizlik sağlandığında bu yavaş yavaş
kulaklarınızda dayanılmaz bir çınlamaya dönüşecektir. Bu da
muhtemelen odadaki yankılanma eksikliği nedeniyle dengenizi
kaybetmenizeyol açacak, bu da uzamsal farkındalığınızı bozacaktır.
Microsoft’taki odanın baş tasarımcısının
New York Post’a verdiği bilgiye göre, “Başınızı çevirdiğinizde, bu
hareketi bile duyabilirsiniz. Nefes alışverişinizi duyabiliyorsunuz ve
bu ses bir noktada biraz yüksek gelmeye başlıyor.”
Yetkililer yankısız odanın
amacının aslında hiçbir şey duymamanız değil, dışarıdaki tüm
gürültüleri ortadan kaldırarak kendi vücudunuzun sonsuz seslerini duymanızı
sağlamak olduğunu belirtiyor.
Bu test sayesinde, bir devlet başkanının
günde üç öğün konuşması ve emrindeki müthiş propaganda makinesinin onlarca
kanaldan ürettiği gürültüsü ile insanların iç sesini, akıl ve vicdanlarının
sesini baskılamasının sebebini anlayabiliyorum.
*******************************
Bazılarına Güzel Koku Dokunur
Sessiz odada kaldığında uyum sağlayamayan
insanların, alıştıkları ölçüdeki gürültülü ortama kaçmalarının bilimsel
açıklamasını okudunuz.
Bunu hatırlatan bir başka hikâyeyi
de Hz. Mevlâna anlatır:
Isparta’da gülyağı, gülsuyu ve çeşitli
parfümlerin satıldığı dükkanların önünden geçen bir adam bayılır ve yere düşer.
Esnaf bayılan adamı ayıltmak için elini, yüzünü gülsuyu ile yıkayıp, güzel
kokular koklatır fakat adam bir türlü ayılmaz.
Olayı gören biri kalabalığı yarıp
bayılanın kim olduğunu gördükten sonra oradan ayrılır, biraz sonra yine gelir.
Baygın adamın başındaki esnafları uzaklaştırdıktan sonra elindeki torbanın
ağzını açarak adama koklatır. Adam kısa sürede ayılır, kendine gelir. Olayı
izleyenler merakla adamı ayıltmak için ne yaptığını sorarlar.
Baygın adamı ayıltan kişi der ki “bu
arkadaşı iyi tanırım. Hayvancılıkla uğraşır. Gün boyunca hayvan pislikleri
içinde yaşadığı için sizin gülyağı ve diğer güzel kokularınızın ona ağır gelip
bayılttığını anladım. O’nun alıştığı kokunun kaynağı olan hayvan pisliğinden
biraz getirdim ve onu koklattım ve arkadaş ayıldı” der.
*******************************
Alışkanlıkları Terk Etmek Kolay Değil
Yukarıdaki örnekler de gösteriyor ki her
iyi ve güzel olan şey insanları mutlu etmiyor. İnsanlar uzunca
bir süre maruz kaldığı etkiler ve ortamlardan uzaklaştığında umulmadık
reaksiyonlar gösterebiliyor.
Türkiye 20 seneyi aşkın bir zamandır belli
bir siyasi anlayışın hazırladığı siyasi iklimde yaşamaya
alıştı.
Dahası AKP genel Başkanı tek adamlık
gücüne eriştikten sonra rakiplerine ve kendisine muhalif gördükleri üzerine
gittikçe artan dozda hakaret ve alçaltıcı sıfatlar kullanarak
hitap ediyor. Tepeden başlayan bu seviye kaybı “küçük Erdoğan olma
heveslilerine” örnek olmakta.
Devleti yönetenlerin onurlarını korumakla
görevli olduğu vatandaşlarına hitaplarına bakınız: “Geri zekalı, haysiyet
fukarası, sefil, zavallı, gafil, eşkıya, çürük, sürtük, siyasi eşkıya,
haysiyetsiz, onursuz, sanatçı müsveddesi, edep fukarası, ahlaksız, haysiyet
celladı, kan emici…”
Muhalif kanattan bazılarının da aynı dille
cevap verme kaygısıyla bozuk üslup yaygınlaşmaktadır.
Recep İvedik filmlerindeki iğrenç üslup ve tavırların çok
beğenilip izlenme rekorları kırması tesadüf değil.
Tek adam yönetimi ile yasama, yürütme ve
yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının kalkması, güçler
arasındaki denge ve denetim sisteminin yok olması insan
hak ve özgürlükleri ve refahımızı olumsuz etkilemekte.
Eğitimden, maliyeye, sağlıktan güvenliğe,
dış ilişkilerden ekonomiye, kötü bir yönetimin neticesi olarak
her alanda ülkemizin dünyadaki sıralaması gerilemekte.
Bu yüzden mutlu, güvenli, huzurlu
ve refah içinde bir toplum değiliz. Gençlerimiz ve yetişmiş insan
gücümüzün bir kısmı yurtdışına kaçarak bu ortamdan uzaklaşmaya çalışıyor. Bir
kısmı da ülkemizi Batı standartlarına getirme umuduyla muhalefet
yapmaya çalışıyor.
Fakat nüfusun önemli bir kesimi bu olumsuz
şartlara o kadar alıştı ki… Batı tarzı sakin huzurlu, özgürlük ve zenginliğin
daha fazla olduğu, insan onuruna daha saygılı bir ortam talebi ve bunun için
çalışanlar onları rahatsız ediyor.
Bunca berbat işleri yapanlara karşı hala
sadakat içinde kalanların tavrını anlamakta güçlük çekiyoruz değil mi?
Verdiğim bu örneklerdeki insan tavrının
açıklayıcı olabileceğini sanıyorum. İnsanlar alışkanlıklarını kolay
terk edemiyor.
Bunun için bizi yönetenler yıllardır bizi
alıştırdıkları şeyleri yapmaya devam ediyorlar:
“Bizi gelişmiş ülke standartlarına
çıkarın” talebimizi görmezden geliyorlar. Bu
talepte bulunanlara her gün bağırıyor, aşağılıyor, insan hak ve
özgürlüklerini kısıp, insan onuruna aykırı söylem ve eylemlerde
bulunuyorlar.
Gıda ve barınma dahil en temel ihtiyaç
malzemelerine erişemez hale getirip devlet kesesinden yapılan “ihsan” ve
yardımlara bağımlı hale getiriyorlar.
Etkiledikleri kitlelerin normalleşmesinin
kısa vadeli değil uzun vadeli bir rehabilitasyonla mümkün olacağını görmemiz
gerekiyor.