Üzüntü ve hayretle karşılamamak mümkün değil. Ya biz böyle değildik ya da hep böyleydik de ben yeni fark ediyorum.
İnsanlar, niye birbirlerine güvenmezler, güven duygusunun kişiye vereceği yüksek cesaretten kendilerini mahrum ederler?
Emeklilik dönemimde öğrenmenin, öğrenici olmanın hazzını yaşıyorum, dostlarıma tavsiye ediyorum. “Halk Üniversitesi” adıyla faaliyetlerini sloganlaştıran KO-MEK kursları benim için fırsat oldu. Organizasyonda görev yapanlara teşekkür ediyorum. Gittiğim Sıhhi Tesisat Kursunda katılımcılardan duyduklarım beni ziyadesiyle üzüyor. Müteahhit olup malzemeden çalmayan neredeyse yokmuş. İnşaatın içinde bulunan işçi de usta da amele de mutlaka bir şekilde malzemeden, mesaiden çalar, her çaldığını kar bilirmiş. Müteahhit yönetmeliklerde belirtilen kaliteyi yüzde on düşürse on daireden birini, otuz daireden üçünü bedavaya getirirmiş. Müteahhit çalıyor, mühendis çalıyor; betoncu, elektrikçi, sucu çalıyormuş. Biz zavallı müşteriler de görselliğine bakarak daireleri beğenip alıyormuşuz. Kullanıcı olarak sonra arızalarla uğraşıyor, ilk depremde yıkılan binanın altında kalıyor, buna “Kader” diyoruz. Hırsızlığımızı “kader”le aklıyoruz. Biz, niye böyleyiz?
Domateslerin ezik ve çürüklerini arkada saklayıp gizlice baskülüne koyan satıcıya güvenmiyoruz, evimizi veya arabamızı sigorta ettirdiğimiz brokere güvenmiyoruz, memleketi yöneten siyasetçiye güvenmiyoruz. Biz niye böyleyiz?
Ayrıca kedimizi çok seviyoruz, bencilliğimiz üst seviyede. Bir yakınım, bir gün çocuklarıyla piknik yapan, çok sevdiği yeğeninin yanına gider. Sevgi ve coşkuyla ondan çay ister. Yeğeninden “Çay bize kadar, fazla yok.” cevabı alınca derin bir kırgınlık yaşar. Bir bardak çay kadar değerin olmadığını duyması onun bütün sevgisini öfke ve dargınlığa dönüştürür.
Verici olmak, güvenilir olmak kişiyi yücelten, değerli kılan nitelikler. Alarak değil vererek büyümek ve zenginleşmek, şeytani nefsi öldürerek elde edebileceğimiz ayrıcalık bir meziyet. En zor şartlarda dahi adaletten, yardımseverlikten, merhametten vazgeçmemek, bu niteliklere sadakatle bağlanmış biri olarak tanınmak ve bilinmek, istendiğinde herkesin kazanabileceği yüksek vasıflar.
Haşr suresindeki 9. ayet dikkatimi çekti. Allah (CC): “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” buyurur. Bu surenin şu olay üzerine indirildiği rivayet edilir:
Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)’e gelerek: “Ben açım” der. Allah’ın Resul’ü, hanımlarının her birinden “Seni Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki evde sudan başka bir şey yok” cevabı alınca ashabına dönerek: “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sorar: Ensar’dan Ebu Talha, “Ben misafir ederim ya Resulallah” diyerek o yoksulu alıp evine götürür. Eve varınca hanımına: “Resulullah’ın misafirini ağırlayalım” der. Sonra: “Evde yiyecek bir şey var mı” diye sorar. Hanımı: “Hayır, Sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var” diye cevap verir. Sahabi: “Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lâmbayı bir bahaneyle söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım” der. Sofraya otururlar. Misafir karnını doyurur; onlar da aç olarak yatarlar. Sabahleyin Ebû Talha Peygamber’imizin yanına gider. Onu gören Allah Resulü: “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ razı oldu” buyurur.
Bir medeniyetin inşası, bir toplumda huzurun sağlanması ancak fertlerin birbirine güvenmesi, varlık sebebinin başkasının varlığını yaşatmak, mevcut birikiminin bir emanet olduğuna inanması ile mümkündür. Yokluk içindeyken bile verici, cömert olmak, yardım eli uzatabilmek, kolay elde edilebilecek büyüklük seviyesi değildir. Bunu yapanlar, medeniyet inşa ettiler, tarih sayfalarındaki kıymetli yerlerini rol model olarak aldılar. Onlar kaybetmedi, kazandı; onların hikâyelerini dinlediğimiz halde hallerini hayatımıza indiremeyen bizler kayıptayız, bu bataklıkta debelendikçe batıyoruz.
Din anlayışımızda eksiklikler, insanlık anlayışımızda yanlışlıklar var. Bütün değerlerimiz gözden geçirilmeli, ıslah edilmeli. Toplumda bulunduğumuz yer, olay ve olgulara bakış açımız sorgulanmalı, huzurlu birey, toplum ve dünya için hedefler belirlenmeli. Vusulün ön şartı olan usul için yol haritası çizilmeli.
Üzüntü ve hayretten kurtulmak, medeniyet inşası hareketinin figüranı olmak istiyorsak, hayatını ıskalayarak dünyayı terk edenlerden olmak istemiyorsak …