Mükemmel, muntazam ve muhteşem; üstelik san’atkârâne yapılmış saray gibi bir ev görsek. Hemen anlarız ki, muntazam bir fiilin eseridir. Yâni öyle bir bina, bir dülgerin bir marangozun varlığını gösterir. Ancak maharetli bir ustanın fiiliyle ortaya çıkmış olur. İşte böyle mükemmel, muntazam işler yapan bir fiil, ister istemez, mükemmel bir Fâil’e yâni Yapan’a ve mâhir bir Usta’ya, bir Dülger’e götürür bizi.
Bu mükemmel, işinin ehli Usta ve Dülger ünvanları, apaçık bir şekilde mükemmel / kâmil / tam bir sıfat; yâni san’at melekesinden haber verir bize. O mükemmel sıfat ve o mükemmel san’at melekesi ve kabiliyeti; apaçık bir şekilde,mükemmel ve tam bir istîdat ve kabiliyetin varlığına götürür bizi. O mükemmel istîdat / kabiliyet ise, yüksek bir Rûh ve yüksek bir Zât’ın / Kişi’nin olduğunu gösterir bize.
Aynen bunun gibi, yeryüzünü hattâ kâinat ve evreni dolduran yeniden yeniye, her an yenilenen, ortaya çıkan eserler; apaçık bir şekilde, son derece mükemmellikte olan fiil ve işleri gösteriyor. Nitekim karşımızda; son derece intizamlı, nizâmlı ve mîzanlı / ölçülü oluşlar var. Gâye gözeterek yapılan fiil ve işler var. Bütün bu san ve ünvân isimleri; mükemmel ve zirvede olan bir Fâili, bir Yapıcıyı gösteriyor.
Çünkü, muntazam / düzgün ve yerinde fiil ve eylemler; hikmetle yâni bir maksat için ve bir hedef gözeterek yapılan işler; Fâilsiz yâni Yapanı olmaksızın olmaz. Bu kesindir.Ve son derece mükemmel ve yerinde san ve ünvanlar; o Fâil’in, o Yapan ve Yapıcı’nın son derece mükemmel olan sıfat ve nitelikleri olduğunu gösterir. Nasıl ki dilbilgisi açısından bakınca “Fâil” yâni bir fiilin anlattığı işi Yapan “Özne” yâni yapanı gösteren “Eden, Yapan, İşleyen” gibi kelimeler, masdarlardan yapılır. Mesela “Etmek” masdarından; “Eden” şeklindeFâil’i / Özne’si yapıldığı gibi, Ünvan ve İsimlerin dahi masdarları, sudûr edip çıktıkları yer ve menşe’leri / kaynakları Sıfatlardır.
Son derece mükemmel Sıfatlar da, şüphesiz son derece mükemmel birine ait olan has işleri gösterir. Öyle bir Zât’ın emri altındaki kanunlara işaret eder.
X
İşte böyle bir Zât’a ait kabiliyet, tâbir edemediğimiz o mükemmel kanunlar; kesinkes son derece mükemmel olan o Zât’a alâmet olur.
İşte bütün âlemdeki san’at eserleri ve tüm mahlûkat ve yaratılmışların her biri, birer mükemmel eserdir.
Her biri bir fiile; fiil ise İsme; İsim ise Vasfa; Vasıf ise var olan hususiyetlerin zuhûruna; bu ise Zât’a tanıklıkve şâhitlik eder.
Bundan dolayı, tüm san’atlı bir şekilde yaratılanlar, bir tek Yaratıcının zorunlu varlığına, olmazsa olmazlığına şâhitlikte bulunur.
Ve o Zât’ın birliğine yâni, her varlıkta O’na dâir emareler taşıdığına işaret ederler.
Aynen bunun gibi, varlıkların hepsi, yaratılmışlar silsilesi kadar kuvvetli bir tarzda Mârifet’e; yâni Allah’ı bilmeye, O’nu bulmaya, O’nu tanımaya, O’nu sevmeye ve O’nun istediği gibi olmaya yükselten birer Mi’râc yâni Merdiven olurlar.
İşte bu, hiçbir cihette, içine şüphe giremiyecek olan zincirleme bir hakîkat delîlidir.
Şimdi düşünelim. Kâinat silsilesi kadar kuvvetli, şu delîli ne ile kırabiliriz? Şu san’atla yaratılan mahlûkat adedince hakîkatin şua ve ışıklarını gösteren sayısız delikli ve kafesli şu hakîkat penceresini nasıl kapatabiliriz? Bu gerçeği, hangi gaflet perdesiyle örtebiliriz? Örtsek bile, gözümüzü kapamakla, ancak kendimize gece yapmış olmaz mıyız gündüzü?
2347 – 2348