Nasrettin Hoca’mızın bilinen fıkrasıdır: Yolu bir köye düşer Hoca’nın. Bir yabancı görme heyecanıyla saldırıya geçer köyün köpekleri. Çaresizdir Hoca. Bir sağa bir sola yönelir, hiçbir taşı çıkaramaz yerden. Saldıran köpeklere karşı savunmasız kalır Hoca. Terler içindeki Hoca’nın ağzından şu cümleler dökülür: “Ne garip köy burası; köpekleri sokağa salmışlar, taşları bağlamışlar.”
Her gün, Hoca’yı haklı çıkaran yüzlerce olayla karşılaşıyoruz. Burası, köpeklerin salıverildiği, taşların bağlandığı bir dünya. Kendini saldıranlara karşı savunmasız kılan, bir taşı dahi olmayan insanlık, bu ne çaresizlik!
Rahmetli dedemden “Bırak, birbirini yesin köpekler!” cümlesini sık duyardım. Kavga eden köpekleri ayırmaz, kavga eden insanların arasına girmezdi. Bilgece bir davranışmış bu meğer, şimdi daha iyi anladım. Yesin köpekler birbirlerini; çünkü onların fıtratında birbirini yemek var. Birbirlerini yemezlerse, fıtratları gereği, seni beni, onu bunu yiyecekler.
Köpekler sosyeteye karışmadan önceki devirlerde kendi fıtratları üzerine yaşarlardı. Buna göre köpek, bir dış mekan hayvanıydı. Evde yeri yoktu. O, evi, ahırı, sürüyü korurdu. Bir saldırgan olan canavara karşı en iyi kalkan, köpekti. Her köpeğin huyu farklıydı. Ne zaman ne yapacağı belli olmazdı onun. Hep, tedbirli yaklaşmak gerekirdi köpeklere. Uysal görünümlü köpek bile, bilmediğimiz bir sebeple birden canavarlaşabilirdi. Savunmasız bir anınızda, kendinizi kanlar içinde bulabilirdiniz. Çünkü o bir köpekti. Tek yaşamayı severdi köpekler. Paylaşmak, onların fıtratında yoktu. Sahip olmak ve onu tekeline almak isterlerdi. Onların anladığı tek dil, zordu. Güçlünün karşısında, dayak yediklerinde kuyruklarını kıstırıp kaçmak, karakterleriydi. Sadakat, özellikleriydi; ancak bu, birkaçında vardı. Hisleriyle hareket ederler, kolay avlarını affetmezlerdi. Adalet, kardeşlik gibi kavramlar, onların dünyasında yoktu. Onlar, köpekti. Sosyeteye karışanlar ise, bu özelliklerini de kaybettiler, kimliksizleştiler.
Eskiden, “köpek” denirdi bazı insan tiplerine istiare sanatı yapılarak. Köpekle özdeşlik kurabiliyorduk o tip insanları tanıyabilmek için. Şimdi, insan görünümlü bazılarının sosyeteye karışan köpekler gibi kimliksizleştiğine şahit oluyoruz. İnsan için, köpek benzetmesi yapmak ne kadar üzüyorsa beni, kimliksiz köpek demek daha da üzüyor. Sürekli iltifat bekliyor senden. Onu yedirdikçe, içirdikçe, en pahalı mamaları verdikçe, hatta manikürünü de yaptırdıkça senden iyisi yok. Bir gün imkansızlığa düşer vazgeçersen senden kötüsü yoktur. Bütün uysallığı hırçınlığa dönüşebilir. Sadakatin yerini düşmanlık alabilir. Pişmanlık, faydasızdır artık.
“Köpek, dövüldüğü yere gider.” sözü ne kadar anlamlı. Bir tavır koymak gerekiyor bu tür insanlara, toplumlara kendini dinletmek, saydırmak için. Dövdükçe, aşağıladıkça yüceliyorsun. İnsan onuru adına aşağılık bir bakış açısı da olsa bazılarının anladığı yöntem bu. Çiviyi çivinin sökmesi, insani bir yöntem değil; ama gerçek.
Kendimizi sorgulayalım: Kaç kişi bize bu gözle baktı, biz kaç kişiye böyle davrandık? Başkasının gözünde “köpek karakterli” mi olduk, onlara köpeğe davranır gibi mi davrandık? Bu sorunun cevabı, bizim dünyadaki ve ölüm sonrasındaki konumumuzu söyleyecektir.
Ne köpek olalım ne insanlara köpek gibi davranalım. İnsan olalım. Ancak, biz istemesek de köpekler var olacaktır. Hoca’nın durumuna düşmemek için yanımızdan taşımızı eksik etmeyelim. Barış, savaşa hazır olmakla mümkündür.