19 Mayıs 1919‘un Türkiye’si en çok 19 Mayıs 2013‘ün Suriye’sine, Irak’ına benzer. Emperyalizmin dişleri arasında Müslümanların kanlı cesetleri.. Ve onun kürdanlığını yapan yerli işbirlikçiler..
15 Mayıs’ta İzmir‘e Yunan palikaryası girdi diye başladı Millî Mücadelemiz. İlk kurşun ilk kıvılcımdı. Şimdi Ege ve Akdeniz sahilleri gayrimenkul sahibi yabancılarla, Doğu ve Güneydoğu ajanlarla dolu. Son çözüm süreci ise Rus ruleti..
Maraş‘ta örtüye uzanan elin kırılma belgeselidir ‘Kahraman‘lığa giden yol. Antep Kalesinde gâvur bayrağı asılı dururken gâzâ için durduruldu Cuma namazları. Urfa‘nın ‘Şan‘ıdır vatan ve namus mücadelesi. Hatay’ın ötesinde ve berisinde kavim – kardaş kırılıp dökülüyor. Halkımız ise akillerin aklını başına toplamasını beklemede.
Doğu Anadolu’da Ermeni, Karadeniz’de Rum çeteleri komşuluk hakkını ve bir arada yaşam hukukunu sokak ortasında kurşuna dizmişti; şimdi Ermenilerden 1915 özürü, İsrail’e askerî üslü özür öpücüğü verme yollarında gezinmedeyiz.
Telgrafhanelerine, tersanelerine, kalelerine girilen bağrıyanık Anadolu insanının ürünü daha tarlasındayken Duyûn-u Umûmiye’ye verilen kumpası bozmanın adıdır Kurtuluş Savaşı. Ya şimdi özelleştirmelerle kendi kurumlarınıza yine sizin davetinizle giriyorlarsa? Ya şimdi borsanın ve bankacılık sektörünün dümenini bizzat sizinkiler ecnebilere veriyorlarsa?
Sahi, biz düşmanı denize niçin dökmüştük? Millî, dinî ve iktisadî tam bağımsızlık değil miydi bizi hareket geçiren? Zulme karşı farz-ı ayın değil miydi sorumluluğumuz? Madem bu kadar gelin – güvey olacaktık o kadar şehit ve gaziyi niye verdik?
Kabil‘in torunları Habil‘in torunlarını son 3 asırda mat etti. Şeytan bile küresel zulüm imparatorluklarının şerrinden tekaüde ayrıldı. 20.yy’ın tek sürprizi Mustafa Kemal ve “Türk’ün Ateşle İmtihanı“dır. Ve imanı avuçta kor gibi taşıyanların bayrağı yere düşürmeme savaşıdır İstiklal Harbimiz.
Ahlâksız kapitalizm ahlâkımızı ifsad edemesin ve dev köpek balıkları insanımızın kanına etini katık etmesinler diye savaştık yürekler boyu. Din-i mübin-i İslâm muharref Hıristiyanlık ve İsrailiyyat arasında boğulmasın diye tüfek çattık kaşlarımızın yerine. Attığımız her mermi dünya milletlerinin topyekün kurtuluş şansıydı.
Şimdilerde magazin – maç trafiğinde başı dönen, televizyonik yarışmalar ve facebook paylaşımlarıyla iğdiş edilen ve cellâdına âşık mahkûm tipine indirgenen Türk Milleti, 94 yıl öncenin o muhteşem, o mübarek, o mütevazı, o mukavim milletidir. O günden beri ne, nasıl değişti?
“Geçmişini bilmeyenler onu tekrar yaşamaya mahkûmdurlar” demiş ya Santayana, yakında Âşık Mahsunî‘nin çağrısına çoban ateşlerinin yandığı Toroslardaki bir Yörük çadırından cevap gelir: “Sarı saçlım, mavi gözlüm / Nerdesin dost?”