İstiklâl, Kurtuluş, Bağımsızlık Harbini / Savaşını; yedi düvele / tüm Batılı Devletlere karşı kazandık. Bu savaşı kazanmakla, tüm dünyayı şaşırtmıştık. Çünkü elde avuçta hiçbir şeyimiz olmadığı hâlde gâlip gelmiş; tüm dünyaya parmak ısırtmıştık.
Mazlum / zulme uğramış, zulüm içinde kıvranan, özellikle sömürge altındaki Müslüman milletlere meşale olmuş, zihinlerde ümit ışıklarının yanmasını sağlamıştık.
Emperyalist / sömürücü devletlere kafa tutulabileceğini göstermiş; onların da, isterlerse aynı şeyi yapabileceklerinin müşahhas / somut örneğini Türk milletinin şahsında onlara göstermiştik. Haklı olanın güçlü olduğunu; millet el ele verdiği takdirde başaramayacağı bir şey olamayacağını; dost-düşman herkese Türk Milleti olarak, bizzat örnek olmuş; mazlum dünya milletlerinin nazarına sunmuştuk.
İçeride -hem de- aydınlardan ve dışarıda dost-düşman devletlerden başaracağımıza inanmayanlara rağmen; yurt ve dünyayı şaşırtan bir zafer ve sonuca imza attık. Türk Milleti bu zaferi; tüm milletin el ele vermesine, canını dişine takmasına ve âdeta iğneden ipliğe varını yoğunu orduya bağışlamasına; özellikle kalbinde olan derin ve büyük iman ve inanca borçludur. Nitekim:
“İman ki o cevher, İlâhî ne büyüktür.”
Mısraında ifade edildiği gibi, o iman; Türk Milleti’nin yedi düvele karşı koymasının tüm cesaret, güven ve imkânlarını ona bahşetmiştir. Çünkü yaptıkları, vatan savunması denen büyük bir cihat idi. Türk Ordu’su ve Milleti ise, bu kutsal isyan ve cihadın mücahitleri / savaşçıları, yani İslâm Mücahitleri idiler. Zira bu ölüm-kalım savaşını kaybettikleri takdirde; değil sadece Müslümanlar, mazlum hristiyan milletler de büyük bir hâmi ve koruyucusundan mahrum ve yoksun kalacaklardı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millî Mücadele’nin potansiyel, Türk Ordusu ise onun kinetik gücü ve kuvveti idi.
Türk Ordusu, TBMM’nin çelikleşmiş bir tezahürü, zuhuru ve maddeten tecellîsi idi.
Meclis; Türk Milleti’nin başı ve beyni, Türk Ordusu ise onun eli ve ayağı idi.
Meclis biliyor, irade edip istiyor; ordu ise bu emri yerine getiriyordu.
Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni teşkil edenlerin vasıf ve niteliği; ehl-i hâl ve akd, yani mesele ve problemleri halleden, düğümleri çözen idi.
Türk Milleti, Millî Mücadele’yi yapmakla; aynı zamanda, Allah’ın tevfik, inayet ve yardımı ile Kur’an’ı düşmanın hücum ve tasallutundan kurtardı.
Dolayısiyle tüm İslâm Âlemi’nin teveccüh ve beğeni nazarlarını tekrar üstüne çekmiş.
Tabiatiyle, Hristiyan Batı Âlemi’ni sukutu hayâle / hayâl kırıklığına uğratmıştır.
Evet, Türk Milleti, Türk İstiklâl Harbini / Savaşını kazanmakla, İslâm Âlemi’ni mesrûr ve sevince gark etti. Onların, Türk Milleti’ne karşı duydukları muhabbet, sevgi, rağbet ve eğilimlerini yeniden ziyadeleştirdi.
Aslında, Mustafa Kemâl Paşa ve diğer komutanlar İstiklâl Savaşı’nda; Allah’ın evliya ve velisi hükmündeki gazi ve şehitlere kumandanlık etmiş oldular.
Çünkü Şark’ı / Doğu’yu ayağa kaldıran ve kaldıracak olanın; başta din ve kalp olduğunun şuur ve bilinci içindeydiler.
İşte bu hâl ve şartlar altında yapılan İstiklâl Harbi’ndeki muzafferiyetler ve bu vesileyle ifa edilen yüksek hizmet ve fedakârlıklar; sağlam müslüman olan milletçe takdir ve tahsin edilerek güzel bulunmuş, orduya minnettar kalınmış. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, tüm komutanlar ve kahraman ordumuz can ü gönülden -ciddî olarak- sevilmiş, sayılmış.
Üstelik intibaha gelmiş / uyanmış en cesîm / en büyük ve müthiş bir kuvvet olan halk; kuvvetini devletin tasarrufuna sunmuştur.
İstiklâl Savaşı’ndan sonra yapılan inkılâplar ise, başka bir yazı konusu…