5. Yurtta Sulh Cihanda Sulh
“Çağdaş uygarlığa ulaşmak için uzun bir barış dönemi içinde yaşamanın arka arkaya devam eden uzun savaş döneminin sonuçları yüzünden lüzumlu olduğu bilinmektedir.
“Bin bir facia yaprakları arasından doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin huzur ve sükûn dolu günlere olan ihtiyacı, ancak yurtta barış ile mümkün olacağı, faydalı bir yol olarak benimsendi. Barışın ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yol olduğunu belirtmiştir.
“Savaşın zarurî ve hayatî olması ile ancak mümkün olduğunu işaretlemiştir. Balkan ve Sâdâbâd paktları da cihanda barış için yaptığı paktlardır.” (a.g.e. s. 215-216)
“(Çünkü) muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani insanın sosyal hayatını temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve insanın sosyal hayatını alt üst eden düşmanlık, her şeyden ziyade nefrete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve zararlı bir sıfattır.
“Husumet ve düşmanlığın vakti bitti. İki harbi umumî düşmanlığın ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı göründü.
“Öyle ise, düşmanlarımızın kötülükleri tecavüz olmamak şartıyla, düşmanlığımızı celbetmemeli. Düşmanlığın ehemmiyetsiz sebeplerini, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divaneliğe düşmemeliyiz.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, İstanbul-1960, s.44, 45)
Kısaca “Yurtta Sulh Cihanda Sulh.” umdesinden bizce anlaşılması gereken husus, herkesin muhabbet fedaisi olması ve husumete vakit bulamaması gerçeğidir. Zira “Aslah tarîk musâlahadır.” (Bediüzzaman said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, İstanbul-1960, s.26) Yâni en sağlam ve selâmetli yol ancak barış ve sulh yoludur.
“(Nasıl ki) zamanı saadette bir büyük din inkılâbı vücuda geldi. Bütün zihinleri din noktasına çevirdiğinden, bütün muhabbet ve düşmanlığı o noktada toplayıp muhabbet ve düşmanlık ederlerdi. Onun için gayri müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki medenî ve dünyevî acîb bir inkılabdır. Bütün zihinleri zapt ve bütün akılları meşgul eden nokta-i medeniyet, dünyada ilerleme ve gelişmedir. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar bağlı değildirler. Binaenaleyh onlarla dost olmamız, medeniyet ve tekniklerini beğenerek iktibas etmektir / almaktır. Ve her dünya saadetinin esası olan asayişi muhafazadır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Münazarat, İstanbul-1960, s.27)
“(Kaldı ki artık) medenîlere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar / zorlama ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz. Husûmete vaktimiz yoktur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, İstanbul-1960, s.78) Çünkü bu asırda ve akıl, ilim ve fen hükmettiği istikbalde, ancak aklî delile dayananlar hükmedecektir.
6. Millî Birlik ve Beraberlik
“Atatürk, Millî Birliğin gücündeki tılsımı görmüştü. İstiklâl Savaşı bu tılsımın ilk zaferidir. Millî birlik ve beraberlik ile Türk milletinin her türlü güçlüğü yenebileceğini ispat etmiştir. Millî varlığımızın temelini Millî Birlik’te görmüştür.” (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s.215)
Anadolu Selçuklu Devleti’nin (1077-1308) dağılmasından sonra Anadolu, bölük pörçük olmuş, her tarafta tavaif-i mülûk dediğimiz Beylikler türemişti. Bu şekilde Bizans’a tek tek yem olunacağının şuurunda olan sadece Osmanlı Beyliği idi. Osmanlı’nın 1300’lerde Anadolu’yu bir bütün hâline getirme yâni merkezî bir devlet olma yolunda başlattığı şuurlu harekât ancak Yavuz Sultan Selim’in (1466-1520) Çaldıran (1514) ve Mercidabık (1516) zaferleriyle gerçekleşti. Ve bugünkü millî sınırlar ancak iki buçuk asırlık, sürekli ve zorlu bir maddî-manevî mücadele sonunda hakikat oldu.