Beylerbeyi’nde Bir Osmanlı Efendisi

89

Televizyonda “Muhteşem Yüzyıl” dizisi oynandığı günden beri Osmanlı Cihan Devleti yeniden gündeme geldi. Kanuni Sultan Süleyman’ın anlatıldığı Muhteşem Yüzyıl dizisi hakkında lehte ve aleyhte çok şeyler yazıldı ve çizildi. Olumlu ve yansız diyenler var, tam tersini düşünenler mevcut. Kim ne düşünürse düşünsün Muhteşem Yüzyıl dizisi tarih ve özellikle de Osmanlı Tarihi konusunda ciddi bir kitap yayını başlattı. Dergi ve gazeteler konuya geniş yer ayırdı. Kahvelerdeki sohbetin ana konularından biri haline geldi Osmanlı.

Tarihi algılamakta güçlük çekilirse arka plandaki tuzaklara düşmek mukadder olur. Çünkü içte ve dışta belli bir kesim yıllardan beri Osmanlı düşmanlığı yapmakta ve köklerimizle alakamızın kesilmesine çalışmaktaydı. Fakat tersine döndü ve Muhteşem Yüzyıl bu patlamaya neden oldu. Televizyonlarda bile bakıyorum tarih sohbetleri başladı. Prof. Dr. İlber Ortaylı, Mustafa Armağan ve Erhan Afyoncu’yla Murat Bardakçı’nın ardından henüz şöhret olmamış çok sayıda diğer proğram ve insanlarımızın proğramları da dikkatle izleniyor.

Sultan Reşat’ın Torunu

İstanbul’da bir komşumuz vardı Osmanoğullarından; Prens Nazım Osmanoğlu. Sultan Reşat’ın torunuydu Nazım Bey. Eşi Halime Hanım da Ürdünlü aristokrat bir ailedendi. 1970’li yıllarda Nazım Bey Osmanoğullarının erkeklerine de af çıkınca çalıştığı İspanya’dan Türkiye’ye dönmüştü. Üç oğlu vardı Nazım-Halime Osmanoğlu çiftinin, ancak çocukları İstanbul’a dönmediler. Maaile görüşürdük Göztepe Gözcübaba’daki evlerimizde. Birlikte pikniğe giderdik. Nazım Bey kızım Furkan’ı torunu gibi severdi. El üstünde tutardı. Furkan da üçüncü dedesine sahip olmuştu böylece.

Nazım Osmanoğlu 24 saat içinde apar topar İstanbul’dan yurtdışına gönderildiklerinde henüz altı yaşındaymış. Çektikleri çileyi, reva görülen zahmeti, karşılaştıkları sıkıntıları hiç ama hiç anlatmadı sormama karşılık. Hep dik durdu. Sadece Türkiye’ye dönmekten çok mutlu olduğunu vurgulardı. Evi aşırı mütevaziydi. Balığı ve özellikle bol kılçıklı olmasına rağmen sardalyayı çok severdi. Ankara’ya taşındığımızda dostluğumuz yine sürdü. Başkent’e geldiğinde konuğumuz olurdu. Nazım -Halime çiftine Ankara’yı gezdirirdik. Bir defasında devlet mezarlığını görmek istediler. Gittik.

Resmi İdeolojik Tarihi Öğren Ama İnanma

Erken vefat etti Nazım Bey. Vasiyeti üzerine atalarının yanında Eyüp Sultan Kabristanına defnedildi. Eşi Halime Hanım ise Ürdün’de vefat etti, Amman’da toprağa verildi.

Resmi tarih kitaplarımızda Osmanlı hep kötülenir. Güzel vatanımızın padişahtan ve sultandan kurtulduğu anlatılır. Allah’tan benim öğretmenlerim hiç bir zaman birini öne çıkarmak için ötekini kötülemedi. Herkesin hakkını verdi. Çünkü bir başka okulda arkadaşım “Osmanlı Padişahları arasında hiç mi iyi olanı yoktur, hep kötülüyoruz? ” dediğinde “teodora” adını verdikleri öğretmenin sıkıntılı anlar yaşadığını anlatmıştı. Sonra öğretmen arkadaşımızı teneffüste yanına çağırarak “Sen resmi ideolojinin tarih kitaplarımızda yazılanları öğren, ama inanma. Gerçek tarihi büyüyünce ihmal etme araştır! Hakikatle yüzleşmekten çekinme!” demiş.

Bir Zamanların Tarihçileri

Doğrusu Feridun Fazıl Tülbentçi’nin radyo sohbetleri ve kitapları, Abdullah Kozanoğlu, Zuhuri Danışman, Ziya Şakir,  İsmail Hami Danişmend, Reşad Ekrem Koçu, Cemal Kutay, Turhan Tan, Bekir Büyükarkın, Mustafa Müftüoğlu ve Nihal Atsız ile Kadir Mısıroğlu’nun çalışmaları gençliğimiz üzerinde tarihe karşı büyük bir alaka uyandırdı. Naima Tarihi ve Ahmet Cevdat Paşa’nın kitapları Osmanlıca vardı, latince yayınlanmamıştı. Geç neşredildi.

Ayşe Osmanoğlu’nun yazdığı ve itibar baskılı “Babam Abdülhamid” de ilgi çekti. Çünkü 2. Abdülhamid üzerinde çeşitli spekülasyon yapılıyor ve gerçek tarih anlaşılmıyordu. İnkılap ve Aka Kitapevleri’yle Tahsin Demiray’ın Türkiye Yayınevi hatıralarla hem yakın tarihi, hem de Osmanlı’yı daha sağlıklı tanımak için birbiri ardından eserler neşrettiler.

Salih Keramet Nigar Bey

Profesyonel gazeteciliğe (1967) “merhaba” dediğim günlerde Halife İkinci Abdülmecid’in özel kalem müdürü( kalem-i mahsusa veya katib-i hususi)) Salih Keramet Nigar ile röportaja gittim.  Şair Nigar Hanım’ın oğlu Salih Keramet Nigar Ortaköy’de, Boğaziçi Köprüsünün hemen ayağının yakınındaki yalısında beni konuk etti. Ancak “Osmanlı Hanedanı’nın çok sayıdaki mensupları halen yurtdışında hayatta. Avrupa’da olan var, Hindistan ve Mısır’da yaşayanlar mevcut. Onlara bir kötülük gelmesinden endişe ediyorum.” diyerek beni eli boş gönderdi. Ben de algıladıklarımı yazdım. Sebil’de neşredildi.

Salih Keramet Nigar’ın Halife İkinci Abdülmecid (Yurdundan nasıl sürüldü, sonra nerelerde yaşadı, ne zaman ve nerede öldü, nereye gömüldü) adıyla bir kitabı yayınlandı.(İnkılap ve Aka Kitapevi-1964) sanırım mevcudu yok, tekrar basılmadı, ancak sahaflarda bulunabiliyor.

Üsküdar Kanaat Lokantasında Tanışma

Üsküdar’da bir değerli Eczacı dostum var. Memduh Cumhur Bey aynı zamanda çok iyi bir Türk Sanat Müziği ustasıdır. İstanbul Efendisi’dir. Zaman zaman bir araya gelerek muhabbet ederiz. Kısa adı İKSM olan İstanbul Kültür Sanat Merkezi’nin Üsküdar Fatih Mahkemesi’ndeki proğramlarının da hamisidir. Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’ndaki sorumluluğumu bildiği için Akif’in Beylerbeyi’nde kaldığı bir evden bahsetti;

-İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy 4 yıl Beylerbeyi’ndeki Şemsi Efendi Sokakta bugünkü 4 numarada oturmuş. Şimdi bu evde bir Osmanlı Prensi oturuyor: Osman Osmanoğlu.. kendisine sizden bahsettim. Şimdi Londra’da. İngiltere’den döndüğünde sizinle tanışmak istiyor. Bir araya gelelim.

Osman Osmanoğlu daha önce yaşadığı İngiltere’den döndüğünü öğrenince bir araya geldik. Vakfımız yönetiminden Mehmet Rüyan Soydan, Sinan Tavukçu, Memduh Cumhur ve bendeniz İstanbul’un yüzakı Üsküdar Kanaat Lokantasında buluştuk. Osman Osmanoğlu daha sonra geldi. Bir İstanbul Beyfendisi her şeyiyle. Kibarlığı asaleti kadar önde biri. Üsküdar Pazarı’ndan alış veriş yapmış o gün. Elinde poşetleri dolu bir halde geldi.

Yadigar Konak’ta Önce Bir Şair, Sonra Bir Prens

Osman Osmanoğlu Padişah Beşinci Murat’ın torununun torunu.  Ali Vasıb Efendi’nin tek erkek çocuğu. Üç de kız kardeşi var. Dede Ahmet Nihat Efendi. Öteki aile bireyi ise Mukbule Sultan.

Yemek sohbeti birbirimizi daha fazla tanımaya ayrıldı. Yemek üzerine konuştuk. Kaymaklı Erzurum kadayıf dolmasını paylaştık tatlı olarak. İlk defa bu lezzetle tanışıyor. Pek de hoşuna gitti.

Yemek sonrası Osman Osmanoğlu heyetimizi evine davet etti. Beylerbeyi’ne gittik.  Yokuşun başındaki Şemsi Efendi Sokaktaki bir konakta oturuyor.  Üç katlı bu konak henüz restore edilmiş. Boğaziçi ayaklarınızın altında. Daha konağın zilini çalmadan girişteki terastan Boğaziçi’ne bakmak keyif üstüne keyif. Nefis bir fotoğraf.

Konağın kapısında bir yazı var ” İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy 1908-1912 yılları arasında Tülbentçizade Hacı Necip Efendi’nin sahibi olduğu bu Yadigar Konak’ta oturmuştur.” Kapıdan içeri girince birinci katta bir şirketin ofisi olduğunu anlıyorsunuz. İçerdekiler bize ve Osman Osmanoğlu’na “hoş geldiniz” diyor, selamlaşıyoruz.

“Vatan ve Menfada Gördüklerim ve İşittiklerim “

Merdivenlerden çıkınca bu tarihi konağın içindeki Osman Osmanoğlu’nun dairesine giriliyor. Çok büyük bir dairesi değil konağın. Mütevazi bir salonu ve iki odası mevcut. İlk göze çarpan büyük bir piyano oluyor. Hem de orijinal, antika yani. Osmanlılar son dönemde hem Fransızcaya ve hem de piyanoya özel bir alaka göstermişti. Duvarda asılı değişik ebatta padişah fermanları var. İmza veyahut mührü hemen tanıyorsunuz. Portre ve peyzaj  tablolar genelde akrilik ve yağlı boya olarak çalışılmış antikalar. Tesbihler renk renk ve çeşit çeşit. Vazolar da öyle. Ellemeye çekiniyoruz, çünkü çok nadide eserler.

Sultan Reşad’ın el yazısıyla Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şiiri duvarda bütün güzelliği ve haşmetiyle bize bakıyor. Bu seccade de öyle. Padişah seccadesi yani. Bir kitap çalışması var “Bir Şehzadenin Hatıratı.. Vatan ve Menfada Gördüklerim ve İşittiklerim” Osman Osmanoğlu’nun babası Ali Vasıb Efendi’nin hatıraları bunlar. YKY ilk baskısını yayınlamış. Şimdi ikinci baskısı için çalışıyor ve yeni eklemeler yapıyor Osman Osmanoğlu.

Osmanoğlu’nun Sürgünü ve Avrupa’da Bir Sultan

Osman Efendi’yi Nazım Osmanoğlu’ndan bahsettim bir aile dostu olarak sevindi. Mihrimah Sultan’ın kardeşi olduğunu belirtti Nazım Efendi’nin. Beşiktaş’taki bir konaktan bahsetti Osman Efendi:

-Alel acele yurtdışına gidince hiç bir mala sahip çıkılamadı. Beşiktaş’taki konağı bir aile dostumuz üslendi. Kendi evi gibi baktı, kiraya verdi, parasını gönderdi. Çocukları da öyle idi. Dr. Yaşar Bey’den de çok duygulandık. Bugün bu konak satıldı.

-Aileniz Mısır’a gitmişti. Kral Faruk da bir Türk olarak Osmanlı hanedanına alaka gösterdi. Sonra ne oldu?

-Cemal Abdülnasır zamanında çok sıkıntı çekildi.  Bizi dışladı. Zaten yapılacak bir şey de yoktu. Ben Mısır’da okudum ve 4 dilde büyüdüm. Evde Türkçe, okulda Arapça ve Fransızca, sonra İngilizce.

-Osmanlılar hakkında sinema filmleri ve televizyon dizileri yapılıyor. Bilmiyorum izleyebildiğiniz var mı? TRT’de  Münip Senyücel ve Fikret Özkaya Avrupa’da Bir Sultan adlı filminde Sultan Abdülaziz’i anlatır. Daha da önemlisi Osmanoğlu’nun Sürgünü TRT’de yayınlanınca büyük alaka gördü. Kerime Şenyücel yapımını ve yönetmenliğini üslenmişti.

Osman Osmanoğlu tebessüm etti bütün kibarlığını ve asaletini yansıtan. Anladım ki izlemiş. Sevindim. Acaba tepkisi nasıl olacak hem kendisinin, hem de Osmanoğlu’larının? Tavrını ancak konuşmaya başlayınca öğrendim

-Osmanoğlu’nun Sürgünü’nü izledim. Hatta katkı verdim. Yönetmen Kerime Şenyücel bir dostumuz aracılığıyla geldi. Projesini anlattı ve serzenişte bulundu. Kimse öyle pek konuşmak istemiyormuş Osmanoğullarından. Teşekkür etmişler. Bir ürkeklik hissetmiş. Ben aracı oldum, adresler verdim, bir kısmına telefon ettim, bazılarına bizzat gittim. Güzel bir çalışma çıktı orta yere. Akrabalarımız çok dağınık. Avrupa’da olan var. Amerika’da da öyle. Mısır ve Hindistan’da da akrabalarımız yaşıyor. Çok şükür. Türkiye’de de varız.

“Gelor..Gidor! Saray Türkçesidir İstanbul’da”

-Fransa’da yaşayan Osmanoğlullarından Kenize Murad Hanımefendi de bir kitap yayınladı. Sanırım hala vitrinlerde görmek mümkün.

-Doğru Kenize Murat da bir kitap yayınladı. Türkiye’ye de gelip gidiyor.

-Osmanlı Hanedanı’nın bugün için duayeni kimdir?

-Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan Osman Beyazıd Hanedanın reisidir.

-Zaman zaman konuşmanıza dikkat ediyorum, güzel Türkçenizde “gelor, gidor” gibi kelimeler de kullanıyorsunuz. Neden ki?

-Bu bir İstanbul Türkçesidir. Gelor, gidor bir saray dilidir. Unutmadık.

-Sizi etkileyen bir hatıra veya anektodu bizimle paylaşır mısınız?

“Siz Müslüman Mısınız? Diyorlar ..Ne Demek Ben Halife Torunuyum”

-Birgün bize sordular “Siz müslüman mısınız?” Şaşırdım. Demek bize karşı o kadar şartlanmışlar bu insanlar! Üzüldüm. Dedim ki “Benim dedem halifeydi. Tabii ki müslümanız.”

Tülbentçizade Hacı Tahir Efendi’nin Yadigar Konağında arkadaşlar müsade alarak resim çektiler. Giderken sordum Osman Osmanoğlu’na, o da cevap verdi “İngiltere’de finans kuruluşlarında çalıştım. Oradan da emekli oldum. Çocuklarım İngiltere’de yaşıyor. İstanbul’a gelip gidiyorlar. Ancak burada yaşamayı göze alamadılar. Çünkü oraya alıştılar, muhitleri ve işleri de orada. Ben burada mutluyum, akrabalarımla da görüşebiliyorum. İstanbul’u çok seviyorum.”

Osman Osmanoğlu ile yine bir araya geleceğiz. Bir düğünü var. Hele bir aradan çıkarsın, sonra Allah kerim.