Beyaz Türkler, Siyah Türkler Yok ama Ak Budun, Kara Budun Gerçeği Var

110

O da nedir: Ezenler
ile Ezilenler.  Hani Abdürrahim Karakoç’un KAN YAZISI kitabındaki
meşhur dörtlüğünün “Bu düzen değişsin
diyorlar amma
/ Düzülen değişsin
diyemiyorlar
” mısraındaki durum. Yani ikinciller,
yani ezilen, üzülen, büzülenler..   Hatta
Üstat, BU DÜZEN şiirinde;

Zor kullanır, aka kara dedirir;

 Kurbağaya kuş
tutturur bu düzen.

 Namussuza ballı
kaymak yedirir;

 Namusluya taş
yutturur bu düzen.
” der ve
illüzyona işaret eder.

            Osmanlı’da bu
ayrım Askerî (yönetenler) & Reayâ (yönetilenler) şeklindeydi. Anadolu’ya asıl mührü vuran Selçuklularda ise Ortaasya geleneğinde
olduğu gibi Ak budun & Kara budun. Eski Türklerde boy’a ‘bod’ denirdi; bodun/budun da boylar birliği/birlikteliği, günümüze
göre halk/millet. Yalnız bu ikilem sınıfsal değil daha çok durumsaldır.
Yani gruplar arasında geçiş söz konusudur: Devleti kuran Türkmen tayfasının sonradan Devlet-lû
olan zümre karşısında gitgide Kara budun’a
konuşlandı(rıl)ğı çok görülmüştür. Dünün
ezilenleri
’nin bugünün ezenleri
olması gibi..

            Daha da sadeleştirirsek Mevlâna nam Celâleddin Rumî (bana göre Konyalı Şeyh Celalettin) Ak
budundan, Derviş Yunus Kara
budundan. Adı Selçuklu olmuş – İlhanlı olmuş, Türk’müş – Moğol’muş farketmez;
iktidardan ve güçten yana olanlar Ak,
horlanan – dışlanan ve vergilerle terbiye edilenler Kara. Hatta Altay
Türkleri vergiyi ‘kara alman’ olarak
nitelemişlerdir (Bkz. İhsan Toker- Renk Simgeciliği ve Din).

            Mesele ballı
kaymak yalayanlarla taş yutanların kavgasıdır
aslında. İtibar ve
ihtişamcılarla garibanların ve yas tutanların paylaşım mücadelesidir. Müslüm Baba’nın “Ezelden ebede giden
diye ünlediği ‘derin’ bir ‘mesele’dir. Yunus’un saraylı müritleriyle ve sema meclisleriyle meşhur Mevlâna
karşısında eşitlikten ve özgürlükten yani halktan ve Haktan yana olması; Kara budun safında durmasıdır. Daha da
derinlik dileyenler İlem Blog’ta Yunus Emre üzerine Kenan Göçer’le yapılan söyleşiye dikkat kesilsinler.

Kara deniz’in, An-kara’nın âsi
çocuğu Nihat Genç’e YARIN
Dergisi’nden soruyorlar, “Türkiye’nin
soğuk savaşında kurbanların karabudun olmasının diyalektiği nedir
? Ak
budun yaşam arzusu
, Kara budun ise düğüne gider gibi ölüme gitmek mi?”
diye; o da derdimizi tarihimizle birlikte
bir
solukta özetliyor:

Karabudun;
diyelim asırlar boyu isyan etti, ayaklandı. Ya da Osmanlı iktidarına asker
verdi. Karabudun kalabalıktı, gençti, öfkeliydi, atları ve okları vardı. Ama
son iki yüzyıldır; atların ve okların yerine yazarları matbuat geçmeliydi,
olmadı. Karabudun bir nevi intikam alır gibi çakallaştı. Ağanın, beyin köpeği,
mafyanın tetikçisi oldu. İktidarların bekçisi oldu. İdeolojik hareketlerin
kitlesi oldu. Karabudun yüzyıllardır sahipsizliğe dayanamadı. Bu halkın
bozulması demek. Artık kaynaşan, kıvıllaşan, can havliyle ona buna saldıran
kalabalıktan söz edebiliriz. Haklı demek çok zor. Sağ iktidar elli yıldır
karabudunla ayakta; onu cahil tutarak. Artık karabudun demiyoruz, ‘çakal
kültürü’ diyelim. Yine fedakâr, sadık ama hepsi geçimini sağlamak için artık
ağanın, beyin eşkıyalığını yapıyor. Hatta en acı şey karabudunun kendi
yetiştirdiği evlâtları, yazarları; ağaya, paşaya kapıkulu olmuş durumda.

Evet,
Yakarsa Dünyayı Garibanlar Yakar!” (Ali Tekintüre); evet, “Karabudunun
öfkesi sabrından daha büyüktür!
” (Yusuf Yavuz) amma düzülenin olmadığı bir düzen kuramadığımız müddetçe aklığa sınıf atlayanlara karşı karalar bağlamaya daha çok devam
ederiz.