Bolu Belediye Başkanı Tanju
Özcan, belediyenin toplantı salonunda açıklamalarda bulundu. Bolu Belediye
Başkanı olduktan sonra mültecilere belediye bütçesinden ayni ve nakdi
yardımı kesmesiyle tepki çeken CHP’li Tanju Özcan, Bolu’da yaşayan yabancı
uyruklu kişilerin su faturası ve katı atık vergisi ücretlerine 10 kat zam
yapacaklarını açıkladı. Özcan, yardımı kesmelerine rağmen yabancı uyrukluların
Bolu’dan gitmediğini ifade ederek, “Arkadaş, yardımı kesiyorsun gitmiyorlar.
‘İş yeri ruhsatı vermiyorum’ diyorsun gitmiyorlar. Biz yeni önlemler almaya
karar verdik. Önümüzdeki hafta belediye meclisi var. Yabancı uyruklu kim varsa
abonemiz olan, su fiyatlarına, katı atık ücretlerine başta olmak üzere bazı
ücretlerde 10 kat zam yapacağız. Türk vatandaşıyla yabancı uyruklu vatandaş
aynı fiyattan suyu kullanamayacak. 10 kat suya, 10 kat katı atık vergisi
ücretine zam yapacağız” dedi. (Kaynak; Hürriyet)
Bolu Belediye Başkanı’nın basında yer
alan sözleriyle Suriyelileri hedef aldığı ortada. Burada sorulması gereken iki
soru var? Birinci soru gücü elinde bulunduran herkes, o gücü gücünün yettiği
kişi/kişilere karşı fütursuzca kullanabilir mi? İkinci soru ise şu; Suriyeliler
böyle bir muameleyi hak ediyorlar mı?
Kamu Gücünü Belli Kişi ve/veya
Kişilere Karşı Fütursuzca Kullanmak
Atanmış veya seçilmiş kamu
görevlilerine belli kamusal yetkilerin,
başka bir ifadeyle kamu gücü kullanma yetkisinin verilmesinin tek sebebi
kamu hizmetlerinin etkin ve süratli bir şekilde gerçekleşmesinin sağlanmasını
amaçlamaktır, başka bir ifadeyle kamu yararını tesis etmektir. Örneğin, polise
göz altına alma yetkisi, hâkime tutuklama yetkisi, belediyelere inşaat ruhsatı
ve iskan verme yetkileri vs. o kamu görevlilerine tamamen kamu yararını
gerçekleştirme amacıyla verilen yetkilerdir.
Demokrasi kültürünün yerleşmediği
ülkelerde, kamu hiyerarşisinin en alt kademesinden en üstüne kadar pek çok kamu
görevlisinin ellerinde bulundurdukları kamu gücünü kişisel menfaat temin etmek
için kullanmalarına çok sık rastlanmaktadır. Burada kast edilen “kişisel
menfaat” kavramı her zaman maddi/ekonomik çıkar sağlama şeklinde karşımıza
çıkmamaktadır. Kamu görevlilerinin ellerindeki kamu gücünü kullanarak kendi
dünya görüşlerinden olmayan kişilerin üzerinde ırki din, ideoloji vb.
nedenlerle baskı kurmaları; o kişileri kamu hizmetinden mahrum bırakmaları veya
doğrudan doğruya o kişilerin yaşam hakkı dâhil olmak bireysel haklarına yönelik
saldırıda bulunmaları söz konusu olabilmektedir.
Kamu görevlilerinin, ellerindeki kamu
gücünü belirli kişi veya kişilere karşı böyle fütursuzca kullanması
antidemokratik bir uygulamanın çok ötesinde olarak “ayrımcılık”
(discrimination) suçunu oluşturmaktadır. Elindeki kamu gücünü, insanların
bireysel haklarını ortadan kaldırmak için kullanan her kamu görevlisi
ayrımcılık suçunu işlemektedir. Bizim Bolu Beyi de dâhil!
Suriyeliler Kötü Muameleyi Hak Ediyor
mu?
2011 yılının Mart ayında Suriye’de
olaylar başlayınca önce Hatay, Kilis, Gaziantep gibi şehirlerimizde sonra ise
ülke coğrafyasının her köşesinde ciddi bir Suriyeli nüfusu artışı yaşandı.
Suriyeliler, kültürel olarak Türk toplumunun genel ortalamasından daha alt
seviyede bulunduklarından toplumumuz Suriyelileri pek hoş karşılamadı. Suriyelilerin
neden buralara taşınmak zorunda kaldıklarını göz ardı ederek onlara tamamen dış
görünüşlerinden dolayı kötü gözle bakıldı. Suriyeliler potansiyel birer suçlu
adayı olarak görüldüler. “Burada ne işleri var?”, “Neden ülkelerine
dönmüyorlar?”, “Burada plajda nargile içeceklerine gidip ülkelerinde savaşsalar
ya!”, “Suriyeliler çok hızlı ürüyorlar, ilerde Suriyeli nüfusu Türk nüfusunu
geçecek”, “Suriyeliler Türkiye için güvenlik sorunudur” şeklinde yorumların
muhatabı oldular. Bu yorumlar içerisinde elbette haklılık payı olanlar da yok
değil ancak ortaya çözüm önerisi diye getirilen şeylerin bir kısmı pratiklikten
uzak, bir kısmı ise insani değerlerden.
Hâlbuki biz son derece kaliteli (!)
bir toplumduk. Nitekim bu kalitemizi Suriyelilere de gösterdik. Suriyelileri
sigortasız ucuz işçiler olarak çalıştıran işverenlerimiz, mağaradan bozma evini
residence fiyatına kiralayan ev sahiplerimiz, Suriyeli genç kadınları ikinci hatta
üçüncü (belki de dördüncü) eş olarak alan beyefendilerimiz, hatta daha kötüsünü
yapanlarımız oldu. Ama her şeye rağmen Suriyeliler kötü, biz iyiydik.
Suriyeliler içerisinde suç işleyen
kişiler yahut suç işleme potansiyelini haiz kişiler yok mu? Elbette var. Ancak
Türkiye’de yaşayan Suriyeliler içerisinde suç işleyen kişilerin diğer
Suriyelilere oranı ile, suç işleyen Türklerin diğer Türklere oranını mukayese
edelim. Acaba hangi oran daha yüksek çıkar? Suç işleme potansiyeline gelince. Yeryüzündeki
hangi insan suç işleme potansiyeline sahip değil ki?
Suriyeliler bir sorunsa bu sorunun
kaynağını iyi analiz etmemiz, çözümü de ona göre getirmemiz lazım. Sonuçta
Suriyeliler durup dururken yurtlarını yuvalarını bırakıp gelmediler buraya. Ve
sorunu analiz etmeye de çözüm üretmeye de buradan başlamak lazım. Suriyeliler
niye geldiler?
BOP’un Eş Başkanı ünvanıyla ortaya
çıkan ve hali hazırda bizi yöneten siyasi iktidar, ABD’nin bölgeye dair yaptığı
planlarla ilgili olarak ABD ile birlikte hareket etti. “Arap Baharı” diye
meşhur devrimlerle Tunus, Yemeni Mısır, Libya gibi ülkelerde mevcut iktidarlar
birer birer devrildikten sonra sıra Suriye’ye gelmişti. Suriye’de ise ayrılıkçı
kişileri örgütlemek, eğitmek, silah ve hatta personel desteği verme görevini de
biz üstlendik. Çünkü bizi yönetenler, böyle hareket etmenin ülke için daha
faydalı olduğunu düşündüler. Sonrasında da özellikle Suriye’nin kuzeyi tam bir
ateş deryasına dönüştü. Bu yaptığımız şey ülke menfaati açısından doğru mu
yanlış mı? Elimdeki mevcut done bu konuda bir analiz yapmaya yeterli değil
zaten asıl konu da şu an bu değil.
Suriyelilerin Türkiye’ye gelmeleri ve
burada yaşamaya başlamaları bir kabahat hatta bir suçsa bu Suriyelilerin suçu
değil. Onların evlerini, yuvalarını, mahallelerini, şehirlerini yangın yerine
çevirenlerin suçu. “Ülkelerinde kalıp savaşsalardı, ülkelerini savunsalardı!”
diyenler var. Ben de onlara soruyorum, kime karşı savaşacaklardı? Kendi siyasi
iktidarları olan Esad rejimine karşı mı? Kendi içlerinden kişilere silah, para
ve eğitim vererek ülkelerini karıştıran ABD/NATO ittifakına karşı mı? Yoksa
ABD/NATO ile birlikte hareket eden Türkiye’ye karşı mı savaşacaklardı? Daha da
önemlisi kimin için savaşacaklardı? Kendilerine ait olmayan bir savaşın neden
tarafı olmak zorundalar? “Ülkelerinde
kalıp savaşsalardı” demek “Orada kalıp ölselerdi” anlamına geliyor. Kimse
kusura bakmasın ama bu bakış açısı insani bir değer taşımıyor.
Görüldüğü üzere, Suriyelilerin akın
akın Türkiye’ye göç edip burada yerleşmelerinin bir hesabı sorulacaksa ve bu
yüzden bir fatura ödetilecekse bu hesabın sorulacağı makam da faturanın
ödettirileceği makam da siyasi iktidardır.
Çözüm Ne?
Suriyeli meselesinin en uygun çözümü
Suriye’de çatışmaların kalıcı olarak sona ermesi, huzur ve barış ortamının
kalıcı olarak tesis edilip Türkiye’deki Suriyelilerin kendi memleketlerine
dönmesidir. Ancak bu çözüm mevcut şartlarda ancak peri masallarında
gerçekleşebilecek bir çözümdür. Zira kısa vadede Suriye’de kalıcı bir şekilde
huzur ve barışın tesis edilmesi mümkün değil. uzun vadede ise artık yıllarca
(ilk gruplar geleli 10 yıl oldu) Türkiye’de yaşan ve burada iyi kötü bir düzen
kuran bu insanların Suriye’ye dönmesi olasılık dahilinde görünmüyor.
Şu an için en mantıklı çözüm,
Suriyelilerin burada kalıcı oldukları gerçeğini kabul edip, Suriyelileri
kamunun bütün imkanlarını kullanarak Türkiye’ye entegre etme hatta asimile
etmektir. Suriyelilerin kendi ayrı mahallelerinde yaşamaları, Suriyeli
çocukların kendi ayrı okullarına gitmeleri bu entegrasyonun önündeki en büyük
engeldir. Bu hatadan dönülmesi gerekmektedir. Suriyelilerin Türk toplumu içine
serpiştirilerek bu şekilde ülkeye entegrasyonlarının sağlanması gerekmektedir.
Tabi bizim de toplum olarak onlara tepeden bakan, onları ötekileştiren
tavırlardan kaçınmamız şart. Aksi halde şu an için “küçük” bir sorun olan
Suriyeliler meselesi, ileride gerçekten “büyük” bir sorun olarak karşımıza
çıkacaktır.