İstanbul, hem hakkında hadis-i şerif söylenen bir şehir, bir başkent, bir payitahttır. Yeni Roma’nın yani Osmanlı Devleti’nin başşehri, başkentidir.
İstanbul, hem de ayette atıfta / göndermede bulunulan, ayette zikredilen bir dünya şehridir. Bir dünya güzelidir. Bir “Dünya Cenneti”dir.
Sebe’ suresinin 15. ayetinde geçen “Belde-i Tayyibe” terkibi ve tamlaması “Güzel Şehir” demektir. Aynı zamanda İstanbul’a işaret etmektedir.
Çünkü, “Belde-i Tayyibe”nin ebcet karşılığı, yani kelimelerini teşkil eden harflerin rakam değeri 857’dir. Bu, İstanbul’un fetih / alınış tarihi olan Hicri 857 tarihini gösteriyor. Ki Miladi karşılığı 1453’tür. Ve hepimizin bildiği İstanbul’un fetih ve zapt ediliş tarihidir.
İstanbul’un fethine işaret eden, bu fethin gerçekleşmesini isteyen hadis-i şerif hepimizce malumdur. Hadis, İstanbul’u fethedecek büyük komutanı ve şanlı askerini övmektedir.
Hepimizin ezbere bildiği manası; mealen ve serbest olarak şöyledir:
“İstanbul muhakkak / elbette fethedilecek, alınacak. İslam’a kazandırılacaktır. İstanbul’un fethini gerçekleştirecek olan komutan ne güzel, ne büyük bir komutan; askeri ise ne güzel, ne şanlı bir askerdir.”
Bir bakıma hadisi, şöyle de anlamak mümkün:
“Ne mutlu İstanbul’u alan komutana.”
“Ne mutlu O’nun askerine.”
O gün bugün; İstanbul göklere uzanan minareleri, semaya yaydığı Ezan-ı Muhammedileri, kubbeler altında secdeye varan insanları, mübarek güvercinleri, Osmanlı Devleti’yle yaşıt heybetli çınar ağaçlarıyla; İslam’ın bir serhat şehridir.
İstanbul’un hem Hz. Peygamber’in hadisindeki övgüye mazhar olması; hem de ayette “Belde-i Tayyibe” / “Güzel Belde” denilerek zikredilmesi ve güzelliğiyle anılmasının çok hikmetleri, incelikleri, sırları vardır. Tarih açısından bunlardan biri de şudur dersek yeridir:
Hadisin övgüsüne mazhar olan, yani bizzat Hatemü’l – Enbiya Hz. Muhammed tarafından sena edilen O zata olan bakışımız; müspet ve olumlu olmalı. İnde’n-Nebi, Nebi katındaki kıymetini iyice anlamalı. Öylece değerini bilmeli.
Aynı şekilde O’nun hakkında, kem sözlerden kaçmalı. İndallah, Allah katındaki kıymetini iyice anlamalı. Onun hakkında nasıl konuşmak gerektiğine de, çok dikkat etmelidir.
Kısaca, ona dil uzatmamalı. Zahire / dış görünüşe bakıp, batını / içi hakkında na-seza / uygunsuz sözler sarf etmekten içtinap edip kaçmalı.
Asrın Alim’i, O’nu zikredip andığı zaman “Hazret-i Fatih Sultan Mehmed” diyorsa, artık bizlerin O’na nasıl hitap etmemiz lazım geldiğini güzelce kavramamız icap eder.
Bu hitap tarzları, ayette İstanbul’a atıfta bulunuş, bir vesileyle İstanbul’a işaret ediş, bizleri yine uzun uzun düşündürmeli.
O zatın yani Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin kişiliğine, sultanlığına, devletini idare ediş keyfiyet, usul ve tarzına nasıl bakmamız gerektiği hususlarını da doğru yere oturtmalıyız.
Dolayısiyle, O’nun şahsında Osmanlı Devleti’nin her bakımdan meşruiyetinin farkına varmalı.
Osmanlı Devleti’ne bakışımızı yeniden tazelemeli. Tekrar gözden geçirmeli. Yanlış düşünce ve yorumlarımız varsa, hemen düzeltmeliyiz.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın şahsında, Osmanlı Devleti’nin Hz. Peygamber gözündeki değerinin bilincinde olmalı. Allah katındaki kıymet ve derecesini çok iyi bilmeli.
Velhasıl, bu konularda artık kendimize bir çeki düzen vermeliyiz.