Beka Sorunu

77

LYS mi istersiniz, kendi branşlarına ait soruların yüzde onunu cevaplayan öğretmenleri mi alırsınız? Kırk sorudan 1,5 ortalama yapan mezunları mı… Bunları bizim kendi kendimizi değerlendirmemizin sonucu.  Peki dünya ülkeleriyle nasıl boy ölçüşüyoruz? OECD’nin PISA ve PIAAC’ında, üç alanda ya sonuncu yahut sondan ikinciyiz… OECD sitesi bizim için “2006’dan beri istikrarlı” diyor. Allahtan Şili ve Meksika var. Bir de Endonezya’nın baş şehri Jakarta. Yoksa hepten sonuncuyduk. İnsan sermayemiz böyle. Sosyal sermayede daha da diplerdeyiz. Kendimi ve “Alt Akıl”ı tekrarlamak istemiyorum.

Üniversitelerimiz dünyanın ilk yüz, ilk iki yüz, üç yüz listelerinde artık yok.

Başka şeyleri üretemediğimiz gibi o şeyleri üretecek insanı da üretemiyoruz, yetiştiremiyoruz. Belki en önemlisi, bu halimizi anlayıp üzülecek, önlem alacak insanları da yetiştirmemişiz. Pırlanta gibi eğitim sistemimiz var diyen Millî Eğitim Bakanı’nı hatırlıyor musunuz? Bir de bizi kıskanıyorlar değil mi? Bu PISA, PIAAC, OECD falan hep dış güçler zaten.

Kurumlar infaz edilirken

Devleti millet kurar ama milleti ayakta tutan ve yükselten de devlettir. (Hatırlayın: Dil milleti, millet devleti ve devlet tekrar dili…) Devlet nedir? Devlet kurumlardır. Adalet mekanizmasıdır. Üniversitelerdir. Bürokrasidir. Dış İşleridir. Basındır. Siyasettir, partilerdir. Ordudur. Bunları önce FETÖ, bir ağacı içerden kemiren kurtlar gibi yedi, boşalttı. Biliyorsunuz o yıllarda, Ümit Özdağ’ın belirttiği gibi, iktidarda Uganda Hükümeti vardı. Onlar Ugandaca konuştukları için olan biteni fark etmediler. Hatta kurumların infazında savcı oldular. Şimdi de liyakatsizlik, torpil, mülakat ve “öbür cemaat” infazı tamamlıyor.

Kurum nedir ki diyeceksiniz? İşte aynı kurumlar duruyor. Hatta mesela üniversiteler on iken yüz, iki yüz olmuş. İçleri yine insan dolu.

Kurum önce değerler ve bu değerleri nesilden nesile aktaran insanlardır. Sonra bilgidir ve bu bilgileri nesilden nesile aktaran- yine- insanlardır.  Burada nesillerden bahsederken kurumlardaki usta-çırak ilişkilerinden, kıdemlinin kıdemsize her gün gösterdiklerinden, anlattıklarından ve davranışlarıyla aktardıklarından bahsediyorum. Siz bu insanları yok ederseniz geriye kurumlar değil kurummuş gibi davranan bir güruh kalır.

Boşaltın kurumları; bizim adamlara yer açılsın!

Nesilden nesile geçen değerlere ve bilgiye gelenek diyoruz. Hem korunan hem de her gün geliştirilen gelenek. Nobellerin dağılımına bakın: Harvard, Yale, Stanford, Oxford, Cambridge… Hep aynı okullar, hep aynı kurumlar. Taşı mıdır, toprağı mıdır, suyu mudur? Duvarlarını saran sarmaşıkları mıdır? Hayır! Gelenektir. Ve Ugandalılar gelenekten anlamaz. Kurumlara arpalık gözüyle bakar. İçindeki eski adamlar bir an önce defolup gitsin, yerlerine bizim adamları koyalım diye düşünür ve onun tedbirini alırlar. FETÖ’nün mesela harbiyede bunu nasıl yaptığı artık dilden dile dolaşan açık bilgidir. Şu anda da emeklilik dilekçenizi verin, emeklilik ikramiyenizi %30, %50 fazlasıyla vereceğiz diye kurumlarda “temizlik” yapılıyor. Havucun yanında sopa da var: Vermezseniz, sizi havuza atar, sonra dilediğimiz yere tayin ederiz.

Üniversite mi? Bölünüz. Niçin? Bakın bir üniversiteye bir rektör, üç rektör yardımıcı atarsınız. Bilemediniz dört. Kurtarmaz. Ama aynı üniversiteyi dörde bölerseniz dört rektör ve on altı rektör yardımcısı makamı elde edersiniz; bizim gençlerin ve ihtiyarların önü açılır. Dehaya bakın! Varsın ilk bilmem kaça giremesinler. Kim girmiş ki onlar girecek?

Allah Allah… Kim sarmış bunları üzerime?

Hal böyle iken hâlimize sorumlu arıyoruz.

Aklıma, şimdi park olan Sümerbank Nazilli basma fabrikasında vuku bulmuş gerçek bir olay geliyor.

Depodan kumaş eksilmektedir. Muhasebe az fakat sürekli bir kayıp gösterir. Yönetim fabrikanın kapı görevlilerini gizlice uyarır. Yaz günü işe paltoyla gelen bir işçi nizamiyenin dikkatini çeker. Sabahları normal ölçülerde görünen adam, akşam çıkışta şişmanlamaktadır. Durdurulur. Paltosu çıkarılır ve on metrelerce kumaşın vücuduna sarıldığı görülür. Çekerek kumaşı çözmeğe başlarlar. Adam kumaş çekildikçe topaç gibi dönerken bir taraftan da yüksek sesle söylenmektedir: Allah Allah! Kim sarmış bunları üstüme böyle? O tarihte kabahatleri dış güçlere yüklemek henüz icad olmamıştı.

Kurumlar bitmekte, devlet bitmekte, ortaya gerçekten de bir beka sorunu çıkmakta Ve bize tavsiye edilen bunu yaratanlara dört elle sarılmamız. Neden? Çünkü beka sorunu var. Kim yaratmış beka sorununu? Ugandalılar! Hayır, dış güçler. Bu dış güçler niçin doksan yıl beklediler de beka sorunumuzu bugün yaratıyorlar? Çünkü bizi şimdi kıskanmaya başladılar. PISA ve PIAAC skorlarımızda, pırlanta gibi eğitim sistemimizde, saman ve sığır ithalatımızda, üretemediğimiz tank ve helikopter motorlarında gözleri var.

İnsan sermayesi ödünç alınmaz

Bırakın kurumlar çöksün. Yenisini yaparız. Bu düşüncenin doğru ve yanlış tarafları var. Toplumların insan vücuduna benzetilmesi demode ve yanlıştır. Olsun biz sırf maksadı anlatmak için burada bu kadim metoda başvuralım. İnsan hastalanabilir. Sonra iyileşir. Birçok hastalık tedavi edilir, geri döndürülür. Fakat öyleleri vardır ki geri dönüşü yoktur. Bir kere vurdu mu ya öldürür yahut da sakat bırakır. İnsan sermayesini yok eden hastalık bu cinstendir. Çünkü yok edilen insan sermayesini geri koyacak kaynak yine insan sermayesidir ve siz onu yok etmiş, yok edilmesine göz yummuşsunuzdur bir kere.

Daha somut söyleyeyim: İnsan sermayesini eğitim sistemi inşa eder. Eğitim sistemi öğretmen demektir. Öğretmenleri üniversiteler yetiştirir. Sizin üniversiteleriniz dünyada hiçbir sıralamaya girmiyorsa, içi yandaş dolduysa… Öğretim üyesi unvanlarının ölçülerini “bizim adamlar” terfi edebilsin diye aşağı çekiyorsanız, o üniversite birinci sınıf öğretmen yetiştiremez. Diploma verir ama o diploma verdikleri öğretmen değildir ve kendi dallarında yapılan sınavlarda 20 üzerinden 2, 40 üzerinden üç buçuk falan alırlar. Sonra onları okullara tayin edersiniz, tabi bu tayinlerde de sınav sonuçlarına değil mülâkatlara bakarsınız ve işte o sizin adamların yetiştirdikleri gençler de yukarıda verdiğim test, PISA ve PIAAC skorlarını alır.

Bu insan sermayesi yetiştirme özrünüzdür. Yetiştiremezseniz, yetiştiremez hâle gelirsiniz. Çünkü insan sermayesini insan sermayesi yetiştirir. Lafla insan sermayesi yetişmez.

Var olanı kaybetmek

Bir de var olanı kaybetme özrünüz var. Bir zamanlar emperyalistlerin, sömürgeler uyanmasın, onların uyanışında başı çekecek liderler çıkmasın diye parlak gençleri kendi ülkelerine götürme politikaları vardı. Beyin göçü stratejileri. Şimdi, bu kendiliğinden oluyor. İstatistikleri inceleyin. Belki girenimiz çıkanımızdan fazla ama girenler bizim vatandaşımız değil, çıkanlar bizim insan sermayemiz. Liatt McGorman’dan öğrendiğimize göre sadece son on yılda ve sadece İngiltere’ye göç eden sayısal teknoloji kökenli genç sayısı binlercedir. Go-Daddy site barındırma firması Türkçe teknik destek veriyor. Bir telefon açın, sorun bakalım Kuzey İrlanda’da havalar nasıl?

Geri döndürülemez hasarlar

İnsan sermayesi çöküşünü hangi insanlarla geri döndüreceğiz? Bu soruyu MİSAK sohbeti sırasında Sayın Ayfer Yılmaz Bakanıma sordum. Otuz beş yaş üstü ile dedi. Haklıydı. Fakat bekledikçe bu sınır kırk beşe, elli beşe, altmış beşe çıkacak. O sınır yükseledursun o insanlar, o son Mohikanlar, İngiltere’ye, Avrupa’ya, Amerika’ya kaçacak. Etrafınıza bir bakın. Meselâ son on yılda kaç arkadaşınızı, hatta kaç akrabanızı Batı’ya kaybettiniz?

Evet, çoğu hastalık tedavi olur ama hastalığı tedavi edecek doktor yokluğunu tedavi edemezsiniz. İnsan sermayesindeki düşüş, ardından daha birçok kurumdaki düşüşü de birlikte getirir ve düşüşler birbirini olumsuz yönde destekler.

İnsan sermayesinde düşüş, sosyal sermayede, yani insanların bir birine güvenindeki düşüşü de beraberinde getirir. Artık insanlarınız birlikte iş yapamaz hâle gelir.

Siyaset, ülkeye hizmet için yapılan tekliflerin tartışıldığı bir kurum olmaktan çıkar, ülkenin varlığını bölüşme mücadelesinin yapıldığı arena olur. Partiler fikir sahiplerinin bir araya geldiği,  fikirlerinin iktidarı için birlikte çalışan gönüldaşların toplandığı yerler değil, bir birine kazık atmak için fırsat kollayan menfaatperestlerin oyun alanıdır. Bugün siyasette gözlediğimiz üslup, genel izleyiciye gösterilmemesi gereken seviyededir. “Çok sert” siyasî beyanlar, çocukların yatma saatinden sonra yayınlanmalı; onların da hepsi değil.

İnsanlarımız o düşük test sonuçlarını, kırkta ikileri, PISA’da sonunculukları geçici mağlubiyetler gibi karşılıyorlar. Hani bu sefer millî takım yenildi ama bir daha sefere alırız inşallah… Veya bizim oğlan üniversiteye giremedi ama gelecek yıla iyice hazırlanır istediği yeri kazanır evelallah gibi düşünüyorlar. Hâlbuki kurumlardaki çöküşün rövanşı yoktur. Gelecek sefer yoktur. Hele insan sermayesindeki çöküş çok zor geri döner. Termodinamike ve tıpta buna “irreversible” diyorlar.

Hastalığın belirtileri

İnsan sermayemizin kan kaybını gözlemeye başladınız. Farkında değilsiniz. Derdinizi anlattığınız görevli bir türlü anlamıyor, iyi niyetine rağmen saçma sapan cevaplar mı veriyor? Çocuğunuzun okulda pek bir şey de öğrenemediğini mi hissediyorsunuz? Trafik ihlallerinin, acemiliklerinin arttığı kanaatinde misiniz? TV’deki açık oturum ekipleri saçmalıyor gibi mi geliyor size?

Bunlar seviye düşüşünün ilk belirtileridir. Tedavi edemeyen doktorlar, tasarlayamayan mühendisler, servis veremeyen teknisyenler yoldadır. Beceremeyen siyasiler… Yönetemeyen yöneticiler. Daha beterlerini söylemeye dilim varmıyor. Yukarıda birkaçını saydığım dış ülkelerdeki birinci sınıf üniversiteler insan kaynağı ve gelenekten birinci sınıftırlar ya… Beşinci, onuncu sınıf üniversiteler de insan kaynağı ve gelenekte beşinci, onuncu sınıftırlar. Kopyayı engellemek geleneklerinde yoktur. Sınavda torpil yapmamak, adaletle ve liyakata göre adam seçmek geleneklerinde yoktur. Zaten âdil, torpilsiz sınav kazanan, kopyasız sınıf geçen öğrencileri de yoktur. Şimdi sıra yanmayan elektriklerde, çalışmayan telefonlarda, akmayan sularda, uçamayan uçaklarda, artan iş kazalarındadır. Çünkü bunları ve daha birçok şeyi o öğrenmemiş öğrencilerin eline vereceğiz.

Ülkeler de üniversiteler gibidir. İleri gitmişler genetikleri ileri olduğu için öyle değildir. Gelenekleri, yani değerleri,  insan kaynakları ve sosyal sermayeleri güçlü olduğu için ileridirler. Ve o gelenek ve değerleri daha da ileri taşıyacak, insan kaynaklarını daha da zenginleştirecek insanları yetiştirecek insanlara sahiptirler. Makine yapan makineler derdik bir zamanlar. Fakat aslolan insan yetiştiren insanlardır.

Geri kalmışlar da öyledir. Gelenekleri çiğnerler. Onlar kırmızıda geçerler ve “kırmızıda durmayacağız” diye de övünürler. Değerleri ağızlarındadır, gönüllerinde değil; o laftaki değerler hareketlerine hükmetmez. Öyle insanlar da tıpkı kendileri gibi insanları yetiştirebilirler ancak. Ve sonunda kötü insan kaynağı iyi insan kaynağını kovar.