Bedevileşen Osmanlı – Türk İmparatorluğu

74

Ötüken, Türk’ün
Töresi’nin Geçerli Olduğu, Türkleri Türklerin Yönettiği Ülke Demektir.

Bir Ülkede Türk’ün
Töresi Geçerli Değilse, Orası Ötüken Değildir.

Bir Ülkede Türkleri
Türkler Yönetmiyorsa Orası Ötüken Değildir.

Orkun Kutlu Bitiğinde
Türk kavramının açıklaması vardır.

Türk, Türkçe konuşan,
yazan, Türklük Bilincinde olan kişilere denilir.

Türk budunu kapsamı
içinde, topluluk adıyla anılanlar da vardır. Onların adı ne olursa olsun
soyadları Türk’tür.

Oğuzlar, Türkişler,
Kırgızlar, Türk Topluluklarıdır, onların tümü Türk’ümüz, Budunumuzdur.

Bugünküler de öyledir.

Azerbaycanlılar,
Türkmenler, Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar, Tatarlar, Başkurtlar, Çuvaşlar,
Altaylar, Sahalar, Tıvalar, Hakaslar, Karaçay-Malkarlar, Kumuklar, Nogaylar, Gagavuzlar
İran, Irak, Suriye, Balkan Türkleri, Türkiye Türkleri ayrı ayrı varlıkları olsa
da tümünün ortak adı Kutlu TÜRK adıdır.

Bu şaşmaz mana ve anlayışta
Türkler
tarih boyunca:

16 İmparatorluk

38 Devlet

37 Hanlık

33 Beylik

10 Cumhuriyet

4 Atabeylik kurdular.

Ne hazindir ki Halifelik
Makamına sahip olma adına Bedevi Kültür Emperyalizminin tahakkümü altında
düşürüldüğü Osmanlı’nın içler acısı durumu izleyelim, görelim.

*

 

-Halife olmayı
olmazsa olmaz sanan Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve
diğerleri Türk Memlukluların elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık
ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler, bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla
artık halifelik Türklerindi.

-Ama çok büyük
sorunlar çıkar, çünkü Arap dünyası, Halifeliğin kendilerinden alınmasına
şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler. İşte bu sorunu
çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir
orta yol bulunur;

-Bu yol Mısır’dan ve
Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, mollanın, “Ebu
Suud Efendilerin” İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de
verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlayarak imparatorluğu Araplaştırmak,

– …İmparatorluğu
Araplaştırmak, diğer bir değişle Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına
doğru evirilmesini, dönüştürülmesini sağlamak konusunda anlaşırlar…

-Arapların da
desteğiyle proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta
“bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır! “Türk’üm!”
“Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye damgalanır, aşağılanır, dışlanır, kafası
kesilir. Hala Türküm diyene faşist diyorlar!

 

*

 

Türk; Yavuz
Sultan Selim’e göre, eşek idi…

Türk; Koçi
Beye göre, mezhepsiz ecnebiydi…

Türk; Hoca
Saadettin Efendi’ye göre, leşti, hilebazdı, aşağılıktı…

Türk;
Naima’ya göre, azgındı, çirkindi, kabaydı, cahildi…

Türk;
Nef-i’ye göre, Allah’ın irfan pınarını yasakladığıydı…

Türk;
Baki’ye göre, kabaydı…

Türk; Hafız
Çelebi’ye göre, baban bile olsa öldürülmesi gerekendi…

Türk;
Sadrazam Kuyucu Murat’a göre, başı vurulması gerekendi…

Türk;
Aksaraylı Kerimettin Mahmut’a göre, hunhar köpekti. Me’lundu…

Türk;
Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref’e göre, eşsiz bir gaddardı…

Türk;
Gelibolulu Mustafa Ali’ye göre, pasaklıydı, çirkindi…

Türk;
Taşlıcalı Yahya’ya göre, soyu kuruyasıca idi…

Türk;
Büyükelçi Moralı Çuhadır Ahmet’e göre, hayvandan farkı olmayandı…

Türk;
Tokatlı Nuri’ye göre, şehir dili bilmez hayvandı…

Türk;
Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye göre, tiksinti duyulandı…

Türk;
Vahdettin’e göre, dini, soyu sopu, yurdu belirsiz, cahiller sürüsüydü…

Siniriniz
bozulmasın devam etmeyeyim!

Osmanlı…


Ermenilere, “Millet-i Sadıka”…

– Araplara,
“Kavm-i Necip”..

– Rumlara, “Romalı”
anlamına gelen “Romeos” derken Türkler’i böyle aşağıladı.

Peki, Türk
kendini nasıl görüyordu?

 

Türk’ün hali

*

 

Şevket
Süreyya Aydemir (1897-1976), hayat öyküsünü yazdığı “Suyu Arayan Adam”
kitabında böyle anlattılar Türkleri…

Yazarın
ifadesiyle;

“İlk ders
beni şaşırtmıştı. Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu
köylüleriydi. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Hâlbuki bu
gördüklerim sadece cahildiler.

Fakat asıl
şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu
askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da
bilmiyorlardı.

‘Biz hangi
milletteniz’ deyince her kafadan bir ses çıktı:

‘Biz Türk
değil miyiz’ deyince de hemen, ‘Estağfurullah’ diye karşılık verdiler.

Türklüğü
kabul etmiyorlardı.

Hâlbuki biz
Türk’tük. Bu ordu Türk Ordusuydu. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren
maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi.

Fakat ne
çare ki bu “biz Türk değil miyiz?” diye sorunca “Estağfurullah” diye cevap
verenlerin görünüşe göre Türk demek Kızılbaş demekti.(…)

Dininde,
milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki,
devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini,
başkumandanını ve onun vekilini de bilmemektedir.

Hele iş,
vatan bahsine dönünce büsbütün karıştı. Kısacası, vatanımızın neresi olduğunu
bilen yoktu. Yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı…”

 

Vatandaşlık
Bayramı

Falih Rıfkı
Atay (1894-1971), “Batış Yılları” adlı eserinde kendi kuşağını Osmanlı’nın son
çocukları olarak tanımladı:

“Kendime ilk
defa ne zaman ‘Türk’ dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda ‘Türk’,
kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve Osmanlı idik. İlmihallerde baş
dersimiz ‘din ile milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti.

‘Vatan’ sözü
yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm.
Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum.

Biz padişah
kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘Padişahım çok yaşa’
diye bağırırdık…”

Buraya kadar
yazdıklarımın kuşkusuz amacı var:

Mustafa
Kemal de, Osmanlı’nın son kuşağındandı. Türk’ün, Osmanlı iktidarı tarafından
nasıl aşağılandığını yaşadı. Osmanlı münevverlerinin Babıâli’de “Türk” sözünü
Arap aksanıyla ifade ederek “Terk” diye yazdıklarını unutmadı. (“Terk”
sözcüğünün çoğulu Arapçada “Etrâk” demekti ve Türklere, “İdrâki biidrak”
-anlayışsız Türkler- diyorlardı!)

Oysa…

Türk;
Atatürk’e göre, yıldırımdı, kasırgaydı, dünyayı aydınlatan güneşti. Bu sebeple…

Tarih: 23
Mayıs 1928.

TBMM, 1312
sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nu kabul etti. Böylece…

Asırlardır
hor görülen Türk, yurttaşlık payesiyle onurlandırıldı.

Osmanlı ile
Cumhuriyet farkı buydu…

“Türk”,
Osmanlı’da olduğu gibi aşağılanan-horlanan değildi.

Zamanın ruhu
değişmişti: Türk; uluydu, yüceydi…

Atatürk
başarmıştı.