Tüm milletlerin tarihinde önemli günler, geceler ve olaylar vardır.
Bizim de, millet olarak bizi biz yapan günlerimiz, gecelerimiz vardır.
Bunların başında bayramlarımız gelir.
Bu bayramlarımız dinidir, millidir. Ama her yönüyle bizimdir. Bizler de orada yaşarız, geçmişi anar, geleceğimizi de bu çizgide şekillendiririz ve yönlendiririz.
İşte, o zaman millet olarak sağlıklı yaşarız ve gelecekle ilgili de dünyadaki yerimizi layıkıyla korumuş oluruz.
Bayramlarımız, değişen dünya şartları içinde hep aynı şekilde kutlanacak ve yaşanacak da değildir.
Zaten öyle de olmakta.
Geçmişte ulaşım güçlüğü, haberleşme zorluğu, kısaca; insanların birbirlerini sık göremediği zamanlarda bayramlar bir buluşma, kucaklaşma, hasret giderme, belki de bir yıllık hal – hatır sormalarla yaşanıyordu. Bir yıllık, altı aylık hasretlerin birikmiş enerjileri vardı. Gözler güler, kalpler hızlı çarpar, kelimeler dudaktan farklı sıcaklıkta çıkardı.
Peki, şimdi öyle mi?
Tabiî ki öyle değil!
Bugünkü, günümüzde bayramlaşanlar, bayramda bir araya gelenler, çok büyük oranda gün ve ay içinde birbirlerini sık sık görme fırsatı bulan, telefonlaşan, mesajlaşan, düğün – dernek ve cemiyetlerde bir araya gelme fırsatı bulan insanlar olduğunu görüyoruz.
Bunun dışında, bayram vesilesiyle bir araya gelme fırsatı olan insanlarımız da oluyor muhakkak.
Ama bunlar, günümüzde azınlıkta.
O halde, değişen şartlara rağmen, bayramların özünü kaybetmeden kutlanması ve yaşanmasına dikkat etmeliyiz.
Yoksa cep telefonu ve bilgisayar teknolojilerini kullanarak yüzlerce, binlerce mesaj göndererek bayramın hakkını tam vermiş ve yaşamış olmayız. O tadı da zaten alamayız ve tattıramayız da. Bu mesajların en azından telefonla takviye yapılası lazım mümkünse. Aslında en iyi olanı yüz yüze, göz göze ve gönül gönüle olanını yapmalıyız, yaşamalıyız.
Değişen dünya ve hayat şartları, bayramları bir dinlenme fırsatı olarak da önümüze koymuş olabilir.
Ama bu evden kaçmak, uzaklara giderek kimseyi görmemek, telefonları da kapatmak anlamına gelmemeli.
Bayramlarda meşru bir mazereti olmadan yurt dışına gidenlerin yorumunu ise, siz okuyucularıma bırakıyorum.
Önemli gün ve gecelere sahip, yüce bir milletin, zengin bir kültürün nesliyiz, çocuklarıyız. Bununla ne kadar övünsek azdır. Ama, bunun hakkını vermek de bize düşer. Bugünleri yaşayanlara düşer.
Aynı zamanda bu zenginliklerin de farkında ve bilincinde olmalıyız.
Geçenlerde Maltalı bir vatandaşla tanıştık. Adı Gadwin olan, dünyayı gezmiş görmüş, ticaretle de uğraşan bu kişiyle, bazen tercüman aracılığı ile, bazen de bozuk ve eksik de olsa hal lisanıyla sohbet ettik.
Konuşmanın bir yerinde bu Beyefendi, İstanbul’a sık sık geldiğini, Türkiye’yi ve Türkleri çok sevdiğini filan söyledi.
Ben de kendisine Türkiye’yi ve insanını niçin bu kadar çok sevdiğini sordum.
Bu Maltalı Beyefendi, soruma cevaben başladı konuşmaya.
“Türkiye büyük bir ülke. Dünya gerilerken, özellikle Batı gerilerken ileri giden bir ülke. Tarihiniz çok büyük, önünüz de çok açık ama insanlarınız bunun farkında değil. Aynı zamanda 284 milyonsunuz. Hele kültürünüze de hayranım. Ben bunları hemen hemen her hafta İstanbul’a giden ve bir çok dostları olan biri olarak söylüyorum.” dedi.
Gadwin’in konuşmalarında iki şey dikkatimi çekmişti. Biri 284 milyon sayısı, diğeri de hayran olduğu kültürümüzdü.
Bu iki hususu tekrar sorduğumda aldığım cevap beni bile düşündürmüş ve etkilemişti.
Gadwin sözlerine şöyle devam etti. “Siz 284 milyonu sadece sınırlarınız içinde aramayın. Mançurya’dan Belgrad’a kadarki gücünüzü bir araştırın, sorgulayın ve değerlendirin. Biz Maltalılar, 400 bin nüfusumuz var, hiç bey olamadık, bey seçmekle meşgul olduk tarih boyunca.
Kültürünüz çok zengin diyorum, gerçekten çok zengin. Sizin halk arasında yaşadığınız selamlaşma, kucaklaşma, hal – hatır sorma kültürünü biz kutsal günlerde bile yaşayamıyoruz.
Büyük – küçük arasındaki diyaloglarınız ve yardımlaşma duygularını biz okullarda öğretsek bile başaramayız. Siz Türklerin hayat yaşayışınız bile bir eğitim, bir okul. Bunun farkında mısınız?” diyerek bizleri de biraz daha düşünmeye sevk eden bir cevap almıştım.
Bunu niye anlattım?
Biz her şeye rağmen, millet olarak yaşatmaya çalıştığımız kültür olarak günümüz dünyasında etkili bir şekilde varız ve çok şükür yaşamaya çalışıyoruz. Bizler çok fark etmesek de birileri bunun farkında. Yeter ki biz kültürümüze, değerlerimize, daha da önemlisi bir birimize sahip çıkalım. Önemli gün ve gecelere sahip çıkalım. Bir araya gelelim ve yaşamaya – yaşatmaya devam edelim.
Nice önemli gün ve gecelerin bayram tadında yaşanması ve yaşatılması dileğiyle.