Bayraksızlar, Soysuz Sopsuz Bayraksızlar

100

 

“Pişmiş yumurta gibisin kardeşim

 İçin cıvık mı, katı mı belirsiz”

 Uzun saçlarını atlarının yeleleriyle yarışan, nal sesleri gök gürültülerine karışan ahir zaman süvarileriyle girdik bu ANAlar diyarına.

Alparslan‘ın beyaz atının kuyruğu düğümlendiğinde düğümlenmişti kaderimiz zafer koşularına.

Melikşah‘ın  “bu deniz karşıma çıkmasaydı senin adını daha ötelere taşırdım” dediği davaydı derdimiz. Dinime, bayrağıma uzanan elleri kırdık yüzbinlerce korku fanusu gibi.

Selçuk dedik, Osman dedik, Kemâl dedik yürüdük. Gökyüzünü çiftbaşlı kartallara, üç hilâllere, ay-yıldızlara bürüdük. Din ü devlet, mülk ü millet‘ti dört yapraklı yoncamız.

Takvimler karagün görmeye dursun ölmeden mezara konulursun. Kıtlık mı daha kötü, âfet mi daha beter? Bayraktır şeref ve şerefsizliktir elden gitmesi.

30 Ekim 1919. Fransızlar geldi, girdi. Maraş kalesindeki aziz bayrağı indirdi. Biz de onları indirdik. Sütçü İmam‘la, Şahin Bey‘le vicdan azabımızı biraz dindirdik.

Vatandı namus, namustu pervasızlığımız. Kutsallığımıza bulaşanlardı kızdığımız, paraladığımız.

14 Ağustos 1996. Lefkoşa sınırındaki Rumun biri bayrak direğimize tırmandı. İnmedi, indirildi. Ağzındaki sigara gibi söndürüldü. Hem de G-3 mermisiyle..

31 Mart 2011. Diyarbakır Anaokulu‘nun bayrak direğindeki Türk Bayrağı indirildi.

2 haftadır bekliyorum, tek tık Sebahattin Önkibar. Televizyonlarınızda ve haber ajanslarınızda haber değeri yok. çalçene politikacılarınızdan tek demeci yok.

Ulan, devlet kurumundaki ‘nazlı hilâl‘ gözlerden iniyor da kalbinize inme de mi inmiyor? Hani bayraktı bağımsızlık alâmeti?

O bayrak o irtifada dalgalansın diyedir kestiğimiz biçtiğimiz haçlı artıkları, emperyalizm yırtıkları. O sönmesin diyedir söndüğümüz, söndürdüğümüz ocaklar.

Bayrağa saygısızlık yapan kendini bayrak direğine oturtulmuş bulur. Bu işin şakası, kibarlığı, efendiliği olmaz. Bayrağa sıkıntı veren piç cami duvarına işeyen it muamelesi görür.

“Ha bayrağımı üzdünüz

Ha derimi yüzdünüz”

Yaşıyorsak onur için, haysiyet adına yaşıyoruz. Kitabın ortasından konuşuyoruz kutsallarımıza kuduzlar musallat olduğunda.

Siz hala Fener, Cimbom bayrağıyla takılın. Dünya değiştirince tabutunuza kaşkollasınlar da görün. Devekuşu demiş ki “avcı nişan alınca gözümü kapıyorum; beni göremiyor“.

Ben Nazif‘ten daha karabahtlı bir Süleyman‘ım. Mehmet Aycı‘nın kelimeleri olsun ağlayanım:

            

“Can ateşte pişer iken arkada

Bayrak yere düşer iken arkada

Kalanın şairi değilim gülüm”