Artık Müslümanlar bürhan, delil ve kanıtlara tâbi oluyorlar. Akıl, fikir ve kalbleriyle iman ve inanç hakikatlerine giriyorlar. Başka dinlerin kimi fert ve bireyleri gibi, ruhbanları taklit için, bürhan ve kanıtları bırakmıyorlar.
Bundan dolayı akıl, ilim ve fen hükmettiği istikbal ve gelecekte, elbette aklî delillere dayanan ve bütün hükümlerini, akla tesbit ettiren Kur’an hükmedecek.
Çünkü, İslâmiyet güneşinin tutulmasına ve insanları aydınlatmasına engel olan perdeler açılmaya ve çekilmeye başlamıştır. Nitekim senelerce evvel o şafağın sökmesinin emare ve işaretleri göründü. Artık doğmak üzeredir. Nerdeyse, doğdu doğacak.
Evet gerçekten, İslâm hakikatlerinin, mazide tam olarak kendini göstermesine dehşetli engeller set çekmişti. Meselâ Batılıların bilgisizlikleri, vahşice bir yaşayış içinde bulunmaları ve dinlerine taassupları / bâtıl inançlarına körü körüne bağlı oluşları; medeniyetin her alandaki güzellikleri ile kırıldı, kırılıyor. Dağıldı, dağılıyor ve dağılmaya devam ediyor.
Yine Papazların ve ruhanî reislerin riyasetleri / başkanlıkları, tahakküm ve baskıları vardı. Batılıların; körü körüne onları taklit etmeleri vardı.
İşte bu iki engel de, hürriyet fikri ve gerçekleri arama meyli başlamış olduğu için, yok oldu ve yok olmaya devam ediyor.
Bizde de komitelerin dehşetli istibdat ve baskıları vardı. Dinden uzak kaldığımız için baş gösteren çeşitli ahlâksızlıklarımız vardı. Bizleri medeniyet yolundan geri bırakıyordu. İslâm hamiyet, gayret ve çabasının canhıraş / yürek paralayan feryadı ile, bütün bu kötü ahlâkın çirkinlikleri görüldü. Yavaş yavaş aramızdan çekildi ve çekilmeye devam ediyor.
Ne yazık ki, bilim ve fenlerin bazı müspet mes’eleleri; İslâm hakikatlerinin zahirî mânâlarına aykırı ve zıt sanıldı. Bu yanlış anlayış; onları bir an önce anlamamızı ve almamızı geciktirdi.
Fakat bütün bunlara rağmen, bilim ve fen alanındaki baş döndürücü gelişmeler; gerçek mârifet ve medeniyetin tüm güzelliklerini gözler önüne sermiş. Herkesi hakikati arama meyli sarmış. İnsaflı bakış kendini göstermiş. İnsanlık muhabbet ve sevgisi, taassup ve geriliği yerle bir etmiştir.
Çünkü zaman ihtiyarlandıkça Kur’an gençleşiyor. Her türlü ilim; Kur’an’ın asırlarca önceden haber verip işaret ettiklerinin gerçekliğini ispatlamış ve ispatlamaya devam ediyor. Doğrulamış ve doğrulamaya devam ediyor ve edecek.
Evet meşhurdur ki:
“En kat’î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.”
On dokuzuncu asrın ve Amerika kıt’asının en meşhur feylesofu Mister Carlyle, en yüksek sadâsıyla, çekinmeyerek, feylesoflara ve Hristiyan âlimlerine eserlerinde şöyle sesleniyor:
“İslâmiyet gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Sâir dinleri kuru ağacın dalları gibi yuttu. Hem bu yutmak İslâmiyetin hakkı imiş. Çünkü, sair dinler -Kur’an’ın tasdikine mazhar olmayan kısmı- hiç hükmündedir.”
Hem Mister Carlyle yine diyor:
“En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı, Hz. Muhammed’in sözüdür. Çünkü, hakikî söz, onun sözleridir.”
Hem yine o, şu anlama gelecek şekilde diyor ki:
“Eğer İslâmiyetin gerçekliğinden şüphe etsen, bedîhiyat / apaçık bir şekilde ve zaruriyat-ı kat’iyede / zorunlu olarak kabul edilmesi gereken, ilmî bir gerçekten şüphe etmiş olursun. Çünkü, İslâmiyet; en bedîhi / son derece açık ve reddi imkânsız hakikî ve gerçek bir dindir.”
İşte bu meşhur feylesof, İslâmiyet hakkındaki bu şahitliği, eserinin değişik yerlerinde yazmış.
Avrupa’nın son asrımızdaki en meşhur bir feylesofu olan Prens Bismarck da diyor ki:
“Ben bütün Semavî Kitapları araştırdım. Bozulmalarından ötürü, insanın mutluluğu için aradığım hakikî hikmeti / faydayı onlarda bulamadım. Fakat Hz. Muhammed’in Kur’anını tüm kitapların üstünde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet ve fayda buldum. Bunun gibi, insanlığın saadetine hizmet edecek, başka bir eser yoktur. Böyle bir eser insan sözü olamaz. Buna ‘Muhammed’in sözüdür’ diyenler; ilmin zaruriyatını inkar etmiş olurlar. Yani, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu bedihidir / çok açıktır.”