Batı, Biz ve İslâm

86

Ecnebîlerin / yabancı ve başka milletten olanların bir kısmı, nasıl kıymetli malımızı ve vatanlarımızı elimizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve sosyal hayata temas eden seciye, tabiat ve karakterlerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkilerine yani yükselme, ilerleme ve gelişmelerine sebep, vesile ve dayanak noktası yaptılar. Ona karşılık olarak bize verdikleri şeyler ise; adi, sıradan aşağılık kötü ahlâkları, sefih seciye ve karakterleridir.

Meselâ, bizden aldıkları millî seciye yani bize has huy ve karakter ile bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem, milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde baki / sonsuz bir hayatım var.” İşte bu cümleyi bizden almışlar. Nitekim ilerleme ve gelişmelerinde en metîn / sağlam esas budur. Evet, bizden almışlardır. Çünkü bu cümle; Hak dinden, iman / inanç hakikatlerinden çıkar.

Zira o, bizim yani inananların malıdır. Hâlbuki ecnebilerden / başka din ve milletten olanlardan içimize giren pis, fena ve kötü seciyeler yüzünden, bizde bencil bir adam diyor: “Ben susuzluktan ölsem, yağmur bir daha hiç yağmasın! Eğer benim bir saadetim olmayacaksa; dünya istediği kadar bozulsun!” İşte bu ahmakçasına cümle; dinsizlikten çıkıyor, ahireti bilmemekten geliyor. Dışarıdan içimize sızmış, zehirliyor.

Hem, o ecnebilerin / yabancıların, bizden aldıkları milliyet fikriyle, bir fert bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü bir adamın kıymeti; himmeti yani milleti için çalışması, çabalaması ve gayret göstermesi nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına küçük bir millettir.

Bazılarımızdaki dikkatsizlik ve ecnebilerin zararlı seciye ve karakterlerini almamızdan ötürü, kuvvetli ve kudsî / mukaddes / kutsal İslâm milletine ait olduğumuz hâlde; yazık çok yazık ki, herkes “Nefsî, Nefsî!” / “Ben, Ben!” manasındaki “Nefsim, Nefsim!” demekle, milletin menfaat, fayda ve çıkarını değil; maalesef şahsî menfaat ve yararını düşünmekle, bin adam bir adam hükmüne sukuut eder / düşer.

Nitekim Hz. Ali’nin dediği gibi: “Kimin himmeti yalnız nefsi (kendisi için) ise, o insan değil. Çünkü insanın fıtratı (yaratılışı) medenîdir (birlikte yaşamayı gerektirir). Kendi cinsinden olanları dikkate alıp düşünmeye mecburdur. (Çünkü ancak) sosyal hayat ile şahsî hayatı devam edebilir.”

Meselâ bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç. Ona karşılık o elleri mânen öper. Giydiği elbise ile kaç fabrikayla ilişkili olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi, bir postla yaşayamaz. Kendi cinsinden olanlara fıtrat ve yaratılış icabı ilgi duyar. Onlara manevî bir fiyat vermeye mecbur olur. İşte bundan dolayıdır ki, fıtrat ve yaratılışın bir gereği olarak, insan medeniyetçidir. Medenî olmak zorundadır. Yoksa yaşayamaz. Ancak bu şekilde hayatını sürdürebileceğinin şuur ve bilincindedir.

Sadece şahsî menfaat ve kişisel çıkarına bakan insan; insanlıktan çıkar. Masum ve suçsuz olmayan, câni bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese, gerçekten özrü olsa, o başka bir mes’ele.

Acaba, en ziyade mânevî kuvvete, teselliye / rahatlamaya ve metanete / dayanıklı olmaya ihtiyaç duyan bu asrın insanı, bu zamanda o mânevî kuvvet ve teselliyi, saâdet ve mutluluğu sağlayan; İslâmiyet ve imanın dayanak noktası olan iman hakikatlerini bırakıp; Garplılaşmak / Batılılaşmak ünvanı ile İslâmiyet milliyetinden istifade yerine, bütün bütün manevî kuvveti kırıp; teselliyi mahveden ve metanetini kıran dalâlet ve sefahate ve yalancı politika ve siyasete dayanması; ne kadar insanın faydasına olan şeylerden ve insanlığın kazanımından uzak bir hareket olduğunu; pek yakın bir zamanda, -başta İslâm olmak üzere- uyanan beşer hissedecek. Eğer dünyanın ömrü kalmışsa; Kur’an’ın gerçeklerine yapışacak.

Evet, İslâm milletinin saadet ve mutluluğu; yalnız ve yalnız İslâm hakikatleri ile olabilir. Toplum hayatı, dünya saadeti İslâm kanunları ile gerçekleşebilir. Yoksa adalet mahvolur, emniyet darmadağın olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır. Oysa iman kalbde, kafada daimî olarak manevî bir yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça, “Yasaktır!” der. Tard eder, kaçırır.

Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin isteklerinden çıkar. O istek ve arzular, ruhun duygulanmalarından ve ihtiyaçlarından gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete geçer. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Artık kör his ve duygular onu yanlış yola sevk edip mağlup edemez.

 

Önceki İçerikÜmmetçilik Yapanlarda Ümmet Şuuru Olsa
Sonraki İçerikYanlış Anlaşılmanın Ağırlığı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.