Başiskele’de Millî Mücadele – 6

82

II –    Arşiv Vesikalarının Diliyle Ermeni Mezalimi (Devamen)

“Ahvâl‑i mezkûre (anılan durumlar) yavaş yavaş, sâkin ve sabûr olan Türklerle meskûn mıntıkadan mağrûr ve müsellah bulunan Lâzlarla meskûn Bağçecik mıntıkasına atlamış ve orada Bağçecik nâhiye merkezinde mukîm Lâz ve Batum muhâcirlerinin dükkân ve hânelerinin leylen (geceleyin) ale’d‑devâm (devamlı) soyulması ve yurtlarına avdet eden muhâcirîn‑i İslâmiyye’ye (Müslüman göçmenlere) âid eşyânın da güpe gündüz yağma olunması sûretiyle devâm etmişdir. Bu vakâyi’ orada hânesi soyulan İslâm bir kadının mecrûhiyetini (yaralanmasını) ve bir erkeğin kulaklarının kat´ edilmesi (kesilmesi) ve soygunu men´ için gezen jandarma devriyelerinden bir neferin mecrûhiyetini (yaralanmasını) intâc etdiği (netice verdiği) hâlde Ermeni olan fâ´illerin (zanlıların) ele geçememesi, ele geçenlerin de mazhar‑ı himâye (özel korumaya altında) olarak serbest bırakılmaları dolayısıyla bi’n‑netîce (sonuçta) pek ziyâde şımarıklıklarını mûcib olduğundan (çokça şımarmış olduklarından) Ermeniler Bağçecik hükûmetine karşı nümâyişe (yürüyüşe) de cür’et eylemişlerdi ve bu vak´a üzerine te’mîn‑i sükûnet (sükûneti sağlamak) için makâm‑ı sâmîlerince (makamınızca) mahalline gönderilen Tabur Kumandanı Binbaşı Hikmet Beğ dûr‑endîşâne (tedbirlice) ve îcâbât‑ı zamâna (vaziyete) göre hareketle her iki unsurun hoş geçinmesini te’mîn ve hükûmetinin tehcîrdeki hükûmet olmayıp kendilerine pederâne (baba gibi) mu´âmeleler Îfâ edebilecek kimselerden mürekkeb olduğunu (oluştuğunu) irâ’e (göstermek) için şiddet tarafını bırakarak muslihâne (barışçı) hareket etmiş ve nümâyişci (gösterici) Ermenilerin hükûmet kapısında âsârı bulunan (eseri olan) kurşunlarını bile görmek istemeyerek te’lîf‑i beyn eylemiş (barıştırma molası vermiş) ve Ermeni mu´teberânı (ileri gelenleri) da bu gibi ahvâl‑i nâ‑mütenâsibeye (uygunsuz durumlara) Müdürü (Nahiye Müdürünü) sebeb göstererek çirkin olan bu hâlleri men´e (engellemeye) söz vermişler ve hakîkaten de öyle hareket eylemişlerdi. Hükûmetin mevki´ini az çok düşünmek mecbûriyetini hisseden mağrûr Lâzlar bunda sükût etmişler, yalnız soygun esnâsında Zor oğullarına âid olup eşyâ‑yı mesrûka (çalınan eşyalar) arasında zâyi´ olan bir ayı postu Zoroğlu ile Ermeni muhtarı arasında kîl ü kâli (çekişmeye) mûcib olmuş Zoroğlu postu i´âde talebinden bir türlü vaz geçememiş ve nihâyet esmânını (değerini) tahsîle muvaffak olduğu haber alınmışdı.

Ermeni eşrâf ve mu´teberânının (önde gelenlerinin) gayretine rağmen ma´a’t‑te’essüf (üzüntü verici olarak) bu buhrân ondan sonra İslâmların katline netîce vermiş, sırasıyla Yuvacık‘dan Nu´mân Kahyâ ve Yuvacık‘da sâkin Rubçuz muhâcirlerinden olup Bağçecik‘e i´âşe (geçim) nâmına zahîre getiren Ali oğlu Mehmed’in bir daha karyelerine avdet etmedikleri (köylerine dönmedikleri) görülmüş, aradan bir müddet geçdikden sonra Nu´mân Kahyâ başı kesilmiş olduğu halde Yuvacık üstünde dağda, diğeri de kezâ başı maktû´ olduğu (kesik) hâlde Yuvacıkla Bağçecik arasında bir derede mütefessih (çürümüş) bir halde bulunmuşlardı. Aradan bir müddet daha geçdikden sonra Serindereli Hasan oğlu Eyüb ile Süleyman oğlu Nûri vücûdlarına bir çok kurşun atılarak delik deşik edilmek sûretiyle katlolunmuşlardı. Bunlardan birinin bağırsakları bir kurşun darbesiyle, tesâdüfen dışarıya uğramış diğer bir kurşun da ellerinin parmaklarını sıra ile kat´ eylemişdi (kesmişti). İşbu son vak´a Lâzların sabır ve tahammülünü tüketmiş, müsellah (silahlı) ve haşîn olmalarıyla berâber kendi aralarında kan da´vâlarından mâ´adâ (başka) vukû´ât zuhûr etmeyen (olay olmayan) ve müttahid (dayanışma içinde) bir kitle hâlinde bulunan Lâzlar zâbıta tahkîkâtıyla fâ´illeri tezâhür edemeyen (belirlenemeyen) bu vakâyi´in (olayların) Ermeniler tarafından yapıldığını keşfinde gecikmiyorlardı. Bunu müte´âkib 8 Mart [13]35 târihinde hiçbir hasımları bulunmayan 4 Ermeni def´aten (bir kerede) Baş İskele ile Yuvacık arasında katledildiler. O zaman bölük kumandanı olduğum cihetle vak´anın ehemmiyetine binâ’en bi’z‑zât mahalline azîmet eylemiş (varmış) idim. Mahall‑i vak´aya vürûdumda (olay mahalline geldiğimde) maktûllerin vücûdlarının kurşunlarla delik deşik edilmiş olduğu, birinin parmakları bıçakla doğranılmış, diğerinin de bağırsakları karnının yan tarafından bıçakla delinerek dışarıya uğradılmış bulunduğunu gördüm. Manzara katlin intikâm hissiyle yapıldığını pek âşikâr bir sûretde irâ’e ediyordu (açıkça gösteriyordu). Tehcîr esnâsında Ermeni hukûkunu çetesiyle, tehcîrden avdetde (dönüşte) sıfat‑ı salâhiyeti (yetki sıfatı) bizce meçhûl olmakla berâber husûsî (özel) fa´âliyetlerle muhafaza etmiş ve etmekde bulunmuş olan Vahan Efendi de bir haylî rüfekâsıyla (arkadaşıyla) orada idi. Vahan Efendi cemâ´atin en nâfiz (etkili), en müdakkık (ince düşünceli) a´zâsından olduğu cihetle derhâl kendisiyle görüşdüm; “Manzara intikâmı irâ’e ediyor (gösteriyor), siz bana tahkîkâtım (soruşturmam) için başka bir teshîlât irâ’e edebilir misiniz (kolaylık gösterebilir misiniz)?” dedim. Vahan Efendi; “Evet, intikâm olacak fakat kimin intikâmıdır? Anlayamıyorum. Gerçi geçenlerde katlolunan Nu´mân Kahyâ ile Rupçuzlu Ali oğlu Mehmed ve Serindereli Hasan oğlu Eyüb ile Süleymân oğlu Nûri‘nin katlini İslâmlar Ermenilere atfediyorlardı, zannediyorum ki burada Ermenilerin medhaldâr (iştirakçi) olmadıklarını anladılar. Hissiyâtım böyledir. Binâ’en aleyh (bundan ötürü) bu katlin kimin intikâmı için yapıldığını kesdiremiyorum. Yalnız şurada 3 çarık izi var. Maktûllerden biri kable’l‑vefât (ölmeden önce) “Kâtillerin 3 kişi olduğunu, birinin Döngel karyeli (köylü) diğer birinin de Serin veyâ Çınardere karyelerine (köylerine) mensûb olduğunu biliyorum, fakat ismini bilemem” yolunda ifâde vermişdir.” dedi.

 


Bazı kaynaklarda Türüdoğulları olarak geçer (İPEK, Nurdan, Kutsanmış Topraklar ARMAŞ ve Ermeniler, Sayfa 97, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2006.