Bundan önceki yazımda Bakü’nün çarşı ve pazarını gezdikten sonra 31 Aralık 2015 Perşembe günü akşamüzeri otele döndüğümüzden bahsetmiştim
Otelde, akşam yemeğimden sonra arkadaşlar ile oturup biraz sohbet ettik. Bu arada Azerbaycan TV’lerini seyretme imkânımız oldu. Yapılan yayımlarını seyretmekte hiç de zorlanmadık. Zira konuşmalarını çok rahat anlayabiliyorduk. Ertesi günü yeni bir güne başlamak üzere saat 11′ e doğru gidip yattık.
2016 yılının ilk günü, günlerden de Cuma. Her ne kadar seferi de olsak, Cuma Namazını kılmaya niyet etmiştik. Bu bakımdan gideceğimiz camiyi tespit etmek bakımından sorduk soruşturduk, bizim otele en yakın ve en uygun caminin Gök Mescit olduğunu öğrendik. Azeriler bu camiye Göy Mescit diyorlar. Etrafta başka camilerde varmış ama onlar Caferi inancına sahip olan cemaatin camisiymiş. Bundan önceki yazımın birisinde de bahsettiğim üzere, Azerbaycan’da Caferilik yaygın bir inanç şekliymiş. Belki onların camisinde de Cuma Namazı kılınabilirdi ama usullerini tam olarak bilmediğimiz için herhangi bir yanlışlık yapmak bakımından gideceğimiz caminin Sünni cemaate ait olmasını tercih ettik. Bu sebeple Gök Mescit uygun bir yerdi.
Caminin büyüklüğünü ve gelen cemaatin durumunu bilmediğimiz için havanın soğuk olmasını da dikkate alarak, ezan vaktinden bir saat önce, otelin önünden geçen 61 numaralı arabaya binerek Gök Mescide doğru yola çıktık. Yeri bilmediğimiz için ineceğimiz yeri şoföre söyledik. Pek uzakta değilmiş. Araba dolu olduğu için şoförün yanında yolculuk yapıyorduk. Araba duraklarda durduğu zaman kapılar açılınca şoför, “düşen var mı?” diye bağırıyordu. Biz onun ne demek istediğini anlıyorduk ama şaka olsun diye “şoför efendi düşen filan yok, herkes yerinde duruyor”, sen devam et dediysek de tabii ki, bizim bu dediğimizden hiç bir şey anlamıyor ve yine müteakip durakta kapıları açıp düşen var mı diye bağırıyordu. Bizim ineceğimiz durağa gelince de, siz burada düşeceksiniz dedi. Bizde arabadan “düştük.”
Gök Mescidin adı, mescit olmasına rağmen, kubbesi ve minaresinin de olduğu dikkate alındığı takdirde, tam bir cami görünümünde idi. İçeri girince gördük ki, caminin içi oldukça genişti. Hoca Efendi kürsüde vaaz ediyordu. Konuşmaları bizim hocaların konuşmasından farkı yoktu. Vaazını bir saate yakın dinledik ve anlamakta hiç de zorlanmadık. Bu arada cami geniş olmasına rağmen ezan vaktine doğru tamamen doldu. Ezan okununca da hayırlısı ile Cuma Namazını bütün cemaat ile birlikte tam tekmil eda ettik. Namazdan sonra İmam Efendi ile tanıştık. Yapmış olduğu vaaz sebebiyle tebrik ettik. Kendisi Türkiye’ye gelmiş. Türkleri çok seviyor. Bu arada Cami çıkışında cemaatin bazıları ile de sohbet ettik.
Cami çıkışında karşıda büyük bir market olduğunu gördük. Vaktimiz de olduğu için marketi gezelim dedik. Cemal Bey kardeşimiz yine buradan da çocukları için hediyelik bir şeyler aldı. Markette her şey vardı. Fiyatlarda, aşağı yukarı bizdeki gibiydi. Hatta bazı meyve ve sebzelerin fiyatları bizim marketlere nazaran biraz daha pahalıydı diyebilirim. Bu arada marketi gezelim derken vakit bir hayli ilerlemiş olduğundan arabaya binerek otele döndük.
Akşamüzeri, Abdullah Köktürk Bey İtibarov diye bir arkadaşının bizi akşam yemeğine davet ettiğini söyledi. İtibarov Bakülü bir iş adamı imiş. İtibarov’un iş ortağı akşamüzeri arabası ile gelip bizi otelden aldı. Araba hareket edince şehir turuna çıkmak ister misiniz diye sordu. Bizde şehri gece ve gündüz olmak üzere iki defa gezdiğimizi söyledik. Bunun üzerine bizi doğrudan şehrin merkezinde bulunan bir lokantaya götürdü. Lokantanın ismi Feruze idi. İçeri girince gördük ki, her taraf antika eşya ile doldurulmuş. Bölüm bölüm odalar yapılmış. Bu odalar ailesi ile gelenlerin rahat bir şekilde yemek yiyebileceği yer olarak tanzim edilmiş. Lokantanın oldukça lüks olduğu anlaşıyor. Bize ayrılan masaya oturduktan sonra, ikram edilen yemekleri yedik. Yemekler gayet güzeldi diyebilirim Bu arada akşam Ezanı okunduğu için namaz kılacağımızı söyledik. “Gayet tabi ki, kılabilirsiniz” deyip bize bir oda gösterdiler. Burası şark odası şeklinde hazırlanmış, mescit vazifesi gören bir yerdi. Lokantada böyle bir yerin bulunmasına ziyadesiyle sevindik. Yemekten sonra bizi otele kadar getirdiler.
Otelde biraz istirahat ettikten sonra ben markete gitmek üzere dışarı çıktım. Otelin hemen yanında bulunan bir markete girdim. Maksadım burada bulunan mallar ve fiyatları hakkında bilgi sahibi olmaktı. Öğleden önce bir marketi gezmiş isek de vakit de müsait olduğu için başka bir marketi daha görmek istemiştim. Marketler aynen bizde olduğu gibi tanzim edilmiş olup, her türlü ihtiyaç maddesi var. Raflarda bizim Türk mallarının da olduğunu gördüm. Tabii ki bu husus memnuniyet verici bir durumdu.
Marketi gezerken gözüme küçük cam kavanozlara konulmuş siyah ve kırmızı havyarlar takıldı. Fiyatını sorduğumda 3 manat olduğunu söylediler. Bizim para ile 6 TL yapıyordu. Fiyatı bana çok uygun geldi. Bu bakımdan birkaç tane alayım dedim. Parasını ödemek için EURO verdim Fakat kabul etmediler. Manat vermem lazımmış. Akşam olduğu için EURO yu Manata çevirecek bir yerde bulmak mümkün olmadığı için otele dönerek, Cemal Barış Bey’den emaneten Manat istedim. Cemal Bey Manatı ne yapacağımı sorunca, uygun fiyatta havyar gördüm, onu alacağım dedim. Fiyatını sordu, söyledim. 3 Manat lafını duyunca “o havyar alınmaz, onlar salamura veya konservedir, onlar yenmez” dedi. Bir hesap yaptık benim alacağım havyarın Kg’ı 60 TL ye geliyordu. Abdullah Bey ve Cemal Beyin söylediğine göre yenilebilecek bir havyarın Kg’ı en az, bizim para ile 1000 TL civarında imiş. Arkadaşlar böyle deyince tabii ki, almaktan vazgeçtim. Böylece, kırk yılın başında, ahir ömrümüzde bir defa olsun havyar yemeye niyet ettiysek de o da olmadı. Demek ki nasip değilmiş.
Artık Bakü’de son gecemizdi. Zira buradaki beş günlük misafirliğimiz sona ermiş, ertesi günü sabahleyin 07.45 uçağı ile Türkiye’ye dönmemiz icap ediyordu. Bu arada şu hususu ifade edeyim ki, Bakü’de geçen günlerimiz hep dolu dolu geçti. Beş bölüm halinde yazmış olduğum bu yazı dizisinde, gittiğimiz yerlerin tamamını, yattığımız ziyaretlerin hepsini anlatmak imkânı olmadı. Mesela, TÜSİAB (Azerbaycan Türk Sanayici ve İşadamları Beynelhalk Cemiyeti)‘ne yaptığımız ziyaret ile Azerbaycan VİSİON TV’nin Abdullah Köktürk Bey ile otelde yaptığı röportajdan bahsetmek imkânı olmadı. Zira bunların her biri ayrı bir yazı konusu olabilecek meseledir. Ancak yazı dizisinin daha fazla uzamaması için onlara burada yer veremedim. Nasip olursa, onları da belki başka bir zaman yazabilirim.
Netice itibariyle, Can Azerbaycan ile alakalı olarak söyleyeceğim husus şudur ki, çok samimi ve cana yakın insanlar. Bizim Anadolu insanından hiçbir farkları yok. Lisan bakımından da herhangi bir sıkıntı bulunmuyor Konuştuğumuz Azerilerin hemen hemen tamamına yakını Türkiye’ye gelmiş. Birçoğu Kocaeli’yi de biliyor. İnsanları, Türkiye’den gelenlere de büyük yakınlık gösteriyor. Devlet Dairelerinde çalışanların masalarını üzerinde Azerbaycan Bayrağının yanında, mutlaka Türk Bayrağı da bulunuyor. Bu sebeple, Azerbaycan Eski Devlet Başkanı Haydar ALİYEV’in söylediği “İKİ MİLLET, TEK DEVLET” ifadesinde tam isabet bulunmaktadır.
Beş günlük Azerbaycan seyahatini tamamladıktan sonra, Bakü Hava Alanından mahalli saatle 08.45 te hareket ederek, saat 11.oo civarında Sabiha Gökçen Hava Alanına indik. Oradan da bir arabaya binerek saat 12.oo ye doğru İzmit’e avdet ettik. Böylece hayırlısı ile Azerbaycan seyahatimiz tamamlanmış oldu. Bu arada şu hususu da ifade edeyim ki, Abdullah Köktürk ve Cemal Barış ile çok güzel yol arkadaşlığımız oldu
Bu arada, bu seyahatimizin yapılmasına vesile olan Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Ruhittin Sönmez Bey’e, Azerbaycan’da kaldığımız süre zarfında bizimle yakından alakadar olan Türkiye Azerbaycan Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Bilal Dündar Bey’e, Azerbaycan VİSİON TV’nin sahibi Elvin Abbasov’a ve aynı TV’nin ortaklarından Cafer Dal Bey’e ayrı ayrı hassaten teşekkür ederim. ( BİTTİ )