Aydınlanan Ufuklar

107

 


GÜNEŞ, her akşam “Batı ufku”ndan kaybolunca, doğu yönünü bürüyen bir karanlık, bir örtü gibi yeryüzünü sarar. Alaca karanlık koyulaşır ve gece başlar.


İnsanoğlu için gece, ürpertili bir “metafizik” olgudur. Gökyüzünün derinliği, gündüzün mavisi kadar munis değildir. Korkutur insanı.. Yıldızlar, korkulara teselli gibi olsa da “göklerin derinliği”nde bir başka heyet, bir başka haşyet vardır. Bazı gecelerin dolunayı “aşıklar”a bir şiir gibi güzellik bahşederken, korkulardan daha baskın çıkan “sevgi”, gece karanlığın sorulara ve tecessüslere gebe korkusundan daha ılık, daha sıcak gelir insana…


Beşeriyet, güneşin “Nur”unu geçici ve sınırlı bir aydınlık, gecenin zifiri karanlığını ise gökler, uzay, kainat (cosmos) ve boyutlar boyunca sonsuz zannetmiştir.


Oysa, varlık ve kainat aleminde “Nuraniyet” belki sonsuz sonsuz bir aydınlık, fakat zulmet ve karanlık sınırlı bir mahluktur (yaratılmıştır). Delilimiz Kur’an=


Allah buyuruyor:


İçinde sükun (ve istirahat) bulmaları için geceyi, aydınlıkta gözlerini açmaları için gündüzü, yarattığımızı, görmediler mi? Bunda iman edecek bir kavm için, elbette kat’i ibretler vardır. (En.Neml suresi:86 ıncı ayet)


Kainatta “Kara delikler-Black holes” olmasa id, gece ve gündüzlerin ışık ahengi ve dengesi kurulamazdı. Dayanılmaz bir “Nuraniyet” içinde kalırdık. Çok geniş bir fiziksel izahla anlatılabilecek bu “Kara delikler” manyetik alanları ile ışınları yutarak gecenin oluşmasına imkan veriyorlar.


*****************************


Bu astronomik ve edebi yaklaşımın ötesinde “İman iklimleri”nde hissedilen bir başka “Aydınlık-Karanlık” zıddiyeti vardır.


Varlık alemi, yaratıcıya itaat ve ubudiyet (kulluk) sırriyle var olmuştur. Bu varlık aleminde “İnsan”, bütün mahlukatın özetini ve ruhani ikliminde “İlahi” tecellileri yansıtan bir “üstün oluş” keyfiyetinde yaratılmıştır.


Varlık aleminde “İman nuraniyeti” esastır.


İmansızlık-İnkar-Şüphe karanlığı” sınırlı ve izafidir (nisbidir)


Bir başka ifade ile “İSLAM” alemlerin nurudur.


İSLAM KARŞITLIĞI” geçici, sınırlı, marazi bir haldir.


Ruh ve beden (psiko-somatik) ahenk ve sağlığınca sahip herkes, tabii bir ortamda “akli+zihni+iradi” melekeleri ve “ruhi keyfiyeti” ile “İSLAM”a erer. Fevc fevc (bölük bölük, cemaatlar halinde) “İslam”a kavuşma “kainatın fıtrat dengesi” içinde çok tabii bir vakıadır (oluştur). Bunun ne din savaşları, ne ruhani rekabet, ne kilise veya havra tahakkümüne karşı bir “anti-tez” oluşturmak inadı ve akımı ile uzaktan yakından alakası yoktur.


Ama bakın ki, şeytan “İSLAM”a erme akışından fevkalade telaşlı, hırslı, kinli, rahatsız ve saldırgandır.


Yine, Allah buyuruyor:


Dilerler ki, Allah’ın nurunu (İslamı, Kur’anı, mucizeleri) ağızlarıyla “püf” deyip söndürsünler. Halbuki Allah, kendi nurunu kendisi tamamlamaktan (i’la etmekten, yaymaktan, genişletmekten) başkasına razı olmaz. İsterse kafirler hoş görmesin! (KUR’AN-Et Tevbe:32)


Bu kesin hakikate ve O’nun garantörü Allah’a rağmen, şeytandaki bu telaş, hırs, kin, rahatsızlık ve saldırganlık, ne kadar hayreti mucib’dir değil mi?


*****************************


Tarihi olayların ve sosyal mania’ların (engellerin) sonucunda Türkiye’miz ve İslam alemi acı bir tıkanma geçirdi. Zaman, 21 inci asra geçti. 20, asır içinde, Türkiye ve İslam alemi için 19 uncu asır Avrupa şartları uygulandı.


Geçici karanlıklar içinde boğulduk..


İnkar, şüphe, inat, şirk ve zulümle afakımız karardı. Acı çeken nesiller geldi, geçti..


Sezgilerimiz, sabah ve seher ufukları gibi, ağır ağır aydınlanan ufuklardan “seher yeli” gibi muştular getiriyor ruhumuza..


Bir zelzele, manevi bir zelzele ile sarsılıyor beşeriyet.. Bütün kara, kuru, kaba, katı ve batıl doğmaları inkarın yıkılışına yol açan bir zelzele bu..


İnsanlık, “ba’s-ü ba’del mevt” öncesi bir “DİRİLİŞ” çığırına koşuyor.. Resulullah (s.a.s.)ın “Ebediyet mucizesi”nden bir yansımadır bu.. İslam, yepyeni notaların ses ve zarafet ahenginde bir “Ebediyet Senfonisi” gibi ruhlarda ürpertiler meydana getiriyor.


Ufuklar aydınlanıyor!.. Sabahlar ve seherler “DİRİLİŞ” vecdinde dostlar.. Müjdeli rüzgarlara selam.