Bu yazı dört bölüm olarak devam edecektir.
10 Kasım ölümünün 72. yıl dönümünde,
Atatürk’le halkımız arasına örülen duvarları kaldırmak,
Atatürk’ü istismarcılardan kurtarmak temennisiyle…
Birkaç soru..
Atatürk’ü tanıyor muyuz?
Tanıyorsak ne kadar tanıyoruz?
Atatürk hakkında bildiklerimizin ne kadarı doğru?
Atatürk’ün İslam dininin anlaşılması ve yaşanması için yaptığı ve yaptırdığı çalışmaları biliyor muyuz?
Atatürk’ün hutbe okuduğunu ve tasavvufu bildiğini biliyor musunuz?
Elbette ki bilenler var bilmeyenlerde çok ama pek çok..
Son soru
Atatürkçü olmanın şartı var mıdır? varsa nelerdir?
Atatürk hakkında bizim toplumu iki kısma ayırmak mümkündür.
1 – Sevenler
2 – Mesafeli duranlar
Sevenleri de iki kısma ayırmak mümkündür
1 – Samimi Atatürkçüler
2 – Atatürk’ü istismar edenler
Atatürk konusunda milletimizin bir tarafında saflık, diğer tarafında uyanıklık hâkimdir.
Saf tarafta olanlar Atatürk’le ilgili lüzumsuz konuşma ve davranışlarından dolayı çok sıkıntı çektiler.
Sürgünler yediler mağdur ve mazlum durumuna düştüler.
Oysa bizim inanıcımıza göre ölüyü rahmetle yâd etmek esastır.
Diğer kesimin samimilerini tenzih ederim ama kahir ekseriyeti,
Atatürkçülük adına memleketin rantını yediler, iliğini sömürdüler.
En üzücüsü de halka zulmetti ve memleketi geri bıraktılar.
Bunlar Atatürkçü falan değil, bunlar simsar..
Şimdi dönelim başa.
Bizim toplumumuz halkıyla, aydınıyla maalesef Atatürk’ü doğru tanımıyor,
Simsar kesim Atatürk’ü halka kasıtlı olarak yanlış tanıttı.
Dış düşman arayamayacaklarına göre bir iç düşman oluşturmaları gerekiyordui
Bir yönetim anlayışı kendi vatandaşını düşman görebilir mi?
İçerde düşman değil olsa olsa suçlu olur.
Ama bu simsar takımı kendi halkından düşman oluşturmaya çalıştılar ve başardılar.
Yoksa yönetimdeki başarısızlığını gizleyemez memleketin rantını da yiyemezlerdi.
Her kim ve ne adına yedi ise,
Afiyet zıkkım olsun.
Evet, toplumumuzun Atatürk hakkında bildiklerinin çoğu yanlıştır.
Hele din konusunda bilinenlerin tamamına yakını yanlış ve maksatlı,
Ortak değerler ve liderler halkı birleştirirler ama bizim simsarlar halkı böldüler.
Atatürk dinin toplum üzerindeki etkisini çok iyi bilen yaşayarak görmüş bir liderdi.
Bu etkiyi,
Çanakkale’de,
Anafartalar’da,
Sakarya’da ve büyük taarruzda yaşayarak görmüştü..
Böyle bir ortamda inanç olmasa,
Analar yavrularını kınalayarak askere yollayabilirler miydi?
Şehitlik duygusu olmayan insanlar bir gül bahçesine girercesine ölümün üzerine atlayabilirler miydi?
Bunun için Atatürk’ün dine ve din adamlarına büyük saygısı vardı.
Onun için halkın dindar olmasını istiyordu. “Atatürk bir sözünde hakikate nasıl inanıyorsam, dinime de öyle inanıyorum.
Bizim dinimiz son ve en mükemmel bir dindir.
Gelişmeye engel değildir.
Halkımız dindar olmalıdır.
Bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır.
Bu Müslüman halk asırlardır kuranı okur ama okuduğunu anlamaz.
Ben istiyorum ki halkımız okuduğu kuranı anlasın.
Din eğitimi ehil kişilerce devlet tarafından devlet kontrolünde verilmelidir.”
Dine dindarlığa ve din dersine karşı olan Atatürkçülere duyurulur.
Bunlar Atatürk’ün sözleri benim değil,
Şimdi bu ifadeleri biraz açalım.
Dindar olmak ne demek?
Nasıl dindar olunur?
Dindarlıkla Atatürkçülüğün nasıl bir ilgisi vardır?
Devam edecek