Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet İnbaşı
İle Târih Sohbetinde; Osmanlı Cihan
Devleti’nin Sevk İskân Politikasını, Fetihlerin Kültür ve Siyâsî Sebeplerini
Konuştuk.
Oğuz Çetinoğlu: Osmanlı Cihan
Devleti’nde Fethedilen toprakların iskânı
konusu hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Dr. Mehmet İnbaşı: Osmanlılar, yeni fethedilen yerlerin
güvenliğini sağlamak maksadıyla iyi hazırlanmış bir iskân yöntemi
kullanmışlardır. Başıboş göçebeler veya bir köyün ve kasabanın problemli halkı,
Osmanlı Devleti’nin uzak bir bölgesine kaydırılırdı. Fetihlerin devam ettiği
ilk yıllarda Osmanlılar, Anadolu’nun her tarafından akın akın kendi
topraklarına gelen Müslüman Türk halkın, Balkanlara gönüllü göçünü sürekli
teşvik etmiştir. Nüfus fazlasını yerleştirme maksadının yanı sıra, askerî ve mâlî
şartlarda, bu iskân politikasını mecbûrî kılıyordu. Ordunun büyük bir kısmını
azab (*) ve yaya adlarıyla, şehirlerden ve köylerden askere alınan
Türklerin oluşturduğu Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde, Türk nüfusun askerî
açıdan büyük bir önem taşıdığı muhakkaktır.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın iskân
politikası ile ilgili bilgilere kayıtlarda rastlayabiliyor muyuz?
İnbaşı: Süleyman Paşa’nın (*) Gelibolu’ya yerleşmesinden
sonra, fethettiği yerlerde emniyeti temin etmek maksadıyla Anadolu’dan
Türkmenler getirterek iskân ettirdiği bilinmektedir. Bununla ilgili olarak
kaynaklarda benzerlik arzetmekle birlikte pek çok kayıt bulunmaktadır. Bu
kaynaklardan ilki olan Âşıkpaşazâde’de; (*)
‘Gaziler geçdi kâfir mülküne hoş
Nice
kâfir sarayı etdiler boş
Çün Rumiline geçdi Müsülmân…
Atası Orhan Gazi’ye haber gönderdi kim devletinle himmetinle Rum ili
feth olunmağa sebeb olundı. Kâfirler gayet zebundur, imdî şöyle malum ola kim,
bu tarafdan feth olunan hisarlara vilâyetlere ehl-i İslâmdan çok âdem gerekdir.
Bu feth olan hisarlar içün içine komağa ve hem yarar gaziler gönderin. Orhan
Gazi dahi kabul etdi. Vilâyetine göçer Arab evleri gelmiş idi. Anları sürdi
Rum-iline geçirdi. Birinci zaman Gelibolı nevâhisine sakin oldılar…’
Şeklinde yer alan kayıtlardan
Süleyman Paşa’nın (*) iskân faaliyeti hakkında bilgi edinmek
mümkündür.
Benzer bilgiler diğer kaynaklarda
da yer almaktadır. Bunlardan Hadîdi’de;
‘…Bir iki gün içinde daşınub er
İki binden ziyade geçdi leşger, …
Hem
alduk Rumeli’nin üç hisarın
Tekturtağı, Gelibolı diyarın,
Gaza içün bize leşger gerekdür.
Hisarın
hıfzı içün er gerektür…’
Şeklinde manzum bir kayıt yer almaktadır.
Aynı şekilde Neşrî’de (*)
de;
‘…Süleyman Paşa (*)
Rum-ili’ne geçti, evvel atası Orhan Gazi’ye haber gönderdi kim devletli
sultanımın himmetiyle Rum-ilini fethetmeye sebep olundu. Küffarın gayrette
zebunluğu vardır dedi. Ve bu tarafta feth olan hisarlarda konmağa çok âdem
gerek. Lütf edip yarar yoldaş gönderesiz dedi. Orhan Gazi dahî bu sözü işitip
ferahnak oldu. Karesi (*)
vilâyetinde göçer arab olurdu. Göçer evlerle gelmişlerdi. Anda olurlardı.
Anları Orhan Gazi sürüp, Rumiline geçirdi. Bir zaman Gelibolu nevâhisinde sâkin
oldular… Yevmen fe-yevmen durmadan feth içinde oldular. Ve bu taraftan Karesi
(*) vilâyetinin halkı dahi
gelir oldular ve gelenler yurt tutup gazâya meşgul oldular…’
Şeklinde yer alan kayıt,
Âşıkpaşazâde’nin (*) verdiği bilgilerle hemen hemen aynıdır.
Diğer kaynaklardan Lutfi Paşa,
Anonim Tevârih-i Âl-i Osman ve Kâtib Çelebi’de de benzer bilgiler yer
almaktadır. Süleyman Paşa’nın (*) 1357’de vefatından hemen sonra da,
Rumeli’ye göç devam etmiş, Rumeli’deki uç güçlenmiştir. Orhan Bey’in oğlu
Süleyman (*) için Bolayır’da yaptırdığı imarete ait 1360 yılına ait
vakfiyede, bu bölgede Türkçe adlar taşıyan birçok köy ve çiftliğin kurulduğu
görülmektedir. Yunan kaynakları da bu göçü doğrulamaktadır.
Çetinoğlu: Osmanlı Devleti,
Anadolu’dan Rumeli’ye nüfus iskânı yaparken yerli halkın durumu ne idi?
İnbaşı: Osmanlı fetihleri devam ettiği sürece şehirler dışında
yaşayan Hıristiyan halk, Balkanların daha iç bölgelerine ve dağlık kesimlerine
doğru hareket etmişlerdir. Fütuhat sırasında köy ve kasabalarını terk ederek
başka bölgelere kaçanların yerlerine, Anadolu’dan büyük ölçüde Türkmen unsuru
nakledilmiştir. Bu göç harekâtı daha ziyade Bulgaristan’a doğru olmuştur. Köylü
nüfusunu ayrıntılı olarak veren mufassal tahrir defterlerinde (*),
Doğu Balkanlarda, Varna’dan Tuna’ya kadar uzanan bölgede Yörük köylerini, yerli
Hıristiyan Bulgar köylerinden ayırt etmek kolaydır. Her şeyden evvel aslı
Anadolulu olan Türk köylerinde, köy adları, baba-oğul adları, Müslüman-Türk
adlarıdır ve bu köyler, yerli Hıristiyan-Bulgar köylerine göre genellikle daha
ufak ve fakir köylerdir. Bulgar köylerinde birkaç Müslüman haneye
rastlanmaktadır. Bunların İslâmiyet’i yeni kabul eden yerli Bulgarlar olduğu, baba
adının Abdullah yazılması ile anlaşılmaktadır. Genel olarak Müslüman olan
Bulgarlar, yine kendi köylerinde yaşamaktadırlar. Türklerin bölgeye göçleri ve
yerleşmesi, Balkanların nüfus ve ekonomik şartları sebebiyle hızlı bir şekilde
gelişmiştir.
Çetinoğlu: İskân politikasının
iktisâdî boyutu düşünülüyor muydu?
İnbaşı: Osmanlı Devleti’nde devletin gelirlerini artırmak maksadıyla
ve eski bir idarecilik ananesinin tecrübelerine dayanan basit ve pratik
usullerle reayayı (*), en verimli sahalarda ve rasyonel bir şekilde
çalıştırmak maksadıyla yapılan tehcir (*) ve iskânların yanında,
yeni fethedilen harap bir memleketi şenlendirmek, askerî sevkıyatı ve erzak
tedarikini kolaylaştıracak şekilde, yollar boyunca köyler ve kasabalar kurarak
nakliyat ve seyahati teşkilâtlandırmak ve nihayet yabancı bir memlekette diğer
düşman unsurlar arasına yerleştirecek Türk ve Müslüman muhacirler ile, siyâsî
ve askerî emniyeti sağlamak gibi gayeler ile de, devletin sürgün usulüne sık
sık müracaat ettiği görülmektedir. Rumeli’nin iskânı hususunda alınmış olan
tedbirlerin içinde en dikkati çekeni, bu bölgeye daha ilk günlerden itibaren
külliyetli konar-göçer unsurların aktarılmış olmasıdır.
Çetinoğlu: İskân edilen nüfus
üzerinde devletin gözetimi söz konusu mudur?
İnbaşı: Osmanlılar, Balkanlara nakletmiş oldukları bu gruplarla,
yakından ilgilenmişlerdir. Eski Osmanlı kroniklerine (*) göre,
Süleyman Paşa (*) tarafından Gelibolu ve havalisine yerleştirilen
Türkmenler daha ziyâde Karesi (*) bölgesinden getirilmiştir.
Balkanlara adım atan Osmanlıların hızlı bir şekilde ilerlemesini kolaylaştıran
sebep, coğrafî olduğu kadar siyâsî olaylardı. Tuna vâdisi boyunca Osmanlıların
ilerlemesi kolay olmuş ve kısa sürede Eflak ve Moldovya’ya kadar fetihler
uzanmıştır. Bunun yanında Bizans’ın gücünü kaybetmesi, Bulgar kralları
arasındaki saltanat mücadelesi ve Duşan’ın ölümünden sonra Sırbistan’ın
Balkanlardaki nüfuzunu kaybetmesi gibi siyâsî olaylar, Osmanlı ilerlemesini
hızlandırmıştır.
Çetinoğlu: Fetihlerin yalnızca
askerî güçlerle gerçekleştirilmediği, başka etkenlerin bulunduğu iddialarını
değerlendirir misiniz?
İnbaşı: Balkan yarımadasındaki hâkimiyetin hızlı gelişmesinin
sosyal, kültürel ve siyâsî sebepleri vardır. Zira Osmanlı Devleti, Bizans ve
Haçlıların getirdiği feodal (*) toprak rejimi ortadan kaldırarak
araziyi mîri (*) esaslar dâhilinde işletmeye koymuştur. Ortodoks
halka geniş imtiyazlar tanımıştır. 16. asra kadar Balkan yarımadasındaki halkın
çoğunluğu gayr-i Müslim idi. Ama bu yapıya rağmen ideolojisi İslâm’dı ve İslâm
için savaşıyordu. Nitekim Balkanların Boşnak ve Arnavut gibi iki önemli grubu
15. Yüzyılın ikinci yarısında İslâm dinine geçtiler.
Çetinoğlu: Dinî faktörlerin rolü
oldu mu?
İnbaşı: Balkanların fethinden sonra bir tarafta doğu Müslüman ve
Grek Ortodoks dünyası, diğer tarafta batıda Katolik dünyası olmak üzere
aralarında çok güçlü bir rekabet vardı. 14. yüzyılın ikinci yarısından beri,
bilhassa bu bölgeleri kontrolleri altında tutan Katolik güçler, Osmanlı
yayılması ve yerli halk ile birleşip bütünleşmesi karşısında şaşkına döndüler.
Bu şartlara göre Balkan Hıristiyanlarının Osmanlılarla barışı ve yakınlaşması
politik bir durumu da ortaya çıkardı. İslâmî kurallara göre sadece
Müslümanların değil, Batı Hıristiyan dünyasının üç ana kolundan birisi olan
Ortodoksların da bu birlikte yer alması, Osmanlıların Avrupa’daki yayılmasında
etkili olmuştur. Fatih’in kendisini Ortodoksların hâmisi ilan etmesi ile bu
politika, daha da güç kazandı.
Çetinoğlu: Bosna’daki
Hıristiyanların özel bir durumu vardı…
İnbaşı: Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı Üsküp’te (*)
Grek Ortodoks kilisesinin yanı sıra, Yahudiler ve Katolikler de bir arada
yaşamaktaydı. Nitekim Bosna’da bulunan Fransisken Papazlarına temel insan
haklarını veren ve onların Bulgaristan’da faaliyetine hoşgörü ile yaklaşan
Fatih Sultan Mehmed Han idi.
Çetinoğlu: Rumeli fetihleri,
Osmanlı gelişmesine nasıl tesir etti?
İnbaşı: Osmanlıların Avrupa’ya çok erken geçip yerleşmeleri, devlet
bünyesinin kuvvetlenmesinde büyük bir âmil oldu. Boş ve zengin topraklar bulup
buralarda yerleşmek maksadıyla birçok göçebe unsurlar, fakir köylüler,
Rumeli’nin zengin topraklarını elde etmek isteyen sipahiler, Orta Anadolu’dan
ve Karesi (*), Saruhan, Aydın ve Menteşe gibi sâhil beyliklerden
Trakya’ya geldiler. Böylece Osmanlı Devleti Rumeli’den aldığı güçle sürekli
kuvvetini artırdı.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın Rumeli’de
hızla yayılmasını sağlayan özel sebepler var mıydı?
İnbaşı: Osmanlı fetihlerinin Balkanlarda bu kadar hızlı
yayılmasının diğer bir sebebi de, bunun gerçekleşmesinde önemli rol oynayan tarîkat
şeyhleri ve halkla daha yakın temasta bulunan dervişlerin faaliyetleridir. Bu
dervişlerin rollerini üç noktada toplamak mümkündür:
1-Fetihteki rolleri; Bu insanlar
geçimlerini sağlamak için gönüllü olarak sefere katılıyorlardı. Bunlar Osmanlı
Beyliği’ne gelerek bey ile ilişki kurup yanlarındaki, bazen 50-60 bazen de
150-200 kişilik derviş gruplarıyla beraber Bizans topraklarında birtakım
fetihlere katılıyorlardı. Bunun en güzel örneklerinden birisi Geyikli Baba’dır.
(*)
2-Türkleştirme ve İslâmlaştırmada
etkin rol oynuyorlardı. Bu dervişler geçimlerini temin ederken yerleştikleri
yerlerde zâviyeler kuruyorlardı. Bu zâviyeler, ya kendileri tarafından veya
beyler tarafından yaptıkları fetihlere karşılık olmak üzere, toprakları
kendilerine vakfediliyor ve bu şekilde orada yerleşiyorlardı.
3-En önemli fonksiyonları ise,
Osmanlı hâkimiyetinin meşrulaştırılmasıdır. Bu insanlar maiyetlerindeki
dervişlerin dışında çok büyük kitlelere hitap ediyorlardı. Hatta Osmanlı yüksek
bürokrasisi, yüksek askerî erkânı içerisinde de bunların müritleri olan kişiler
vardı. Bu şeyh ve dervişler, Balkanlarda kurmuş oldukları zaviye ve tekkeler
vasıtasıyla bölgenin gayr-i Müslim halkını etkiliyor ve âdeta Osmanlı ordusunun
gelip bölgeyi fethetmesinden önce bir anlamda, halkı psikolojik olarak fethe hazır
hâle getiriyorlardı. Bu zâviye şeyhleri,
dindeki müsamahalı tutumlarından dolayı Hıristiyanların daha kolayca ihtida (*)
etmelerini sağladıkları gibi, fetih hareketlerine de katılıyorlardı.
Çetinoğlu: Fetihler, Türk-İslâm
kültürünün yayılmasını sağladı mı?
İnbaşı: Osmanlılar tarafından iskâna tâbi tutulan Türkmenler,
Anadolu’dan Rumeli’ye dillerini ve kültürlerini de getirdiler. Bunların çoğu
yeni isimler altında, yeni köyler ve yerleşim birimleri kurdular. Bu yönüyle
Osmanlı fetihlerinin geçici macera ve çapulcu hareketi değil, kesin bir
yerleşme ve yurt tutma gayesini hedeflediği aşikârdır. Dolayısıyla Balkanların
fethi sırasında buradaki bazı muayyen bölgeler, yoğun bir göç ve iskân
hareketine sahne olmuş, kurulan iskân birimleri ile boşalmış topraklar
şenlendirilmiş ve işlenmeye başlanmıştır. Buralara iskân edilen Türkmenler,
zamanla buralarda han, hamam, köprü, medrese, zâviye (*), imaret (*),
tekke, cami ve mescit gibi Türk-İslâm eserleri inşa etmişler ve böylece
Balkanları bir Türk yurdu haline getirmişlerdir.
Sultan Birinci Murad’ı müteakiben
Yıldırım Bâyezid döneminde Rumeli’nin Türkleşmesi maksadıyla daha büyük ölçüde
Türkmen unsurun nakledildiği bilinmektedir. Bu nakil sırasında, devlet
tarafından kendilerine zengin topraklar verilmek, bütün akrabalarıyla göçecek
olanlara yurtluk (*), toprak, tımar (*) gibi imtiyazlar
tanınmak suretiyle muhaceret teşvik edilmiştir. Yıldırım Bâyezid devrine ait
ilk iskân kaydı 1400-1401 yıllarında tuz yasağına uymayan aşiretlerin
nakledilmesi ile ilgilidir. Bu hususta Âşıkpaşazâde’de; (*) ‘…Saruhan ilinin göçer halkı var idi. Menemen
ovasında kışlarlar idi. Ol iklimde duz yasağı varidi. Anlar ol yasağı kabul
etmezler idi. Bâyezid Han’a bildirdiler. Han dahi Ertugrıl’a haber gönderdi
kim. Ol göçer evleri her ne kadar var ise iyice düzene alasın. Yarar kullarına
ısmarlayasın. Filibe (*) yöresine gönderesin. Ertuğrıl dahi atasının
sözlerini kabul etdi. Ol göçer evlerü gönderdi. Geldi Filibe (*)
yöresine kondurdular. Şimdiki dem de Saruhan
Beğlü dedikleri anlardır. Paşa Yiğit Beğ (*), o kavmin ulusu idi. Ol zamanda anlarun ile bile gelmiş idi.’
şeklinde bir kayıt vardır. Bu bölgeye yapılan iskân neticesinde, 1516 yılına
bir Tahrir Defterinde (*) merkezi Tatarpazarı olan nahiyenin Saruhan
Beyli adıyla kaydedilmesi, kuruluş aşamasında buraya yoğun bir Türk unsurunun
yerleştirilmiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Yıldırım Bâyezid, Rumeli’nin
Türkleşmesinde büyük gayret sarf etmiştir. Nitekim Üsküp (*) ile Niş
arasındaki araziye Müslüman Türkleri yerleştirmiştir. Timur’un Anadolu’yu
istilasından sonra da göçler yoğunlaşmış, fetret devri (*) sırasında
kuvvetli ve nüfuzlu Türk unsurlarını kendi yanlarına çekmek isteyen taraflar
vasıtasıyla da, Rumeli’ye Türkmenler sevk edilmişlerdir. 1397’de Mora’da Argos’un
fethinden sonra Anadolu’dan bir kısım Türkmen ve Tatar göçmenleri getirilerek
Üsküp (*) ve Teselya civarına yerleştirilmişlerdi. Rumeli’ye
nakledilenler arasında Tatarlar da bulunmaktaydı. Nitekim Kırım’da iktidar
mücadelesini kaybeden Aktav Han / Aktay Han, kendine tabi akraba ve kabilesi
ile Tuna’yı geçip Sultan Bâyezid’e iltica etmiş ve onun tarafından Filibe (*)
havalisine yerleştirilmişti. Speros Vryonis bunu ‘tipik bir askerî fetih, fakat sayıca oldukça fazla etnik bir göçebe
hareketi’ olarak yorumlamaktadır.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın sevk ve iskân
politikasının özelliklerinden söz eder misiniz?
İnbaşı: Osmanlıların Balkanlardaki faaliyetleri ile ilgili olarak,
meşhur târihçi Lorga’nın ‘şaşılacak kadar
hızlı tempolu’ dediği ilerlemesine, o çağların en önemli sosyal
belirleyicisi olan din açısından bakılacak olursa, devletin topraklarında
Avrupa’ya nazaran tercih edilecek bir hoşgörünün bulunduğu görülebilir. Nitekim
Osmanlılara esir düşen Selanik başpiskoposu Grigorios Palamas, mektuplarında
bâzen kendi girişimi ile önde gelen devlet ve din damları ile yapmış olduğu
dinî tartışmaları anlatır. Bu tartışmalara hoşgörü ve uzlaşma havasının egemen
olduğu görülür. Kaynaklardan anlaşıldığına göre, 14. yüzyılın ortasından beri
Osmanlı Beyliği’nde hüküm süren atmosfer, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında
uzlaşmacı ilişkilere bütünüyle elverişlidir ve Palamas tarafından resmedilen
ortamı da doğrulamaktadır. Nitekim Balkanlar’daki şehirleşme sürecinin temel
faktörünü, büyük Balkan târihçisi Konstantin Jirecek; ‘Osmanlı rejiminde, küçük Balkan devletleri arasındaki sınırlar kalkmış,
dolaşım ve ticaret kolaylaşmıştır.’ şeklinde ifâde etmektedir. Osmanlının
kendi egemenlik iddiası dışında bu milletler için istediği ortak bir din, dil,
kültür iddiası olmamıştır. Eğer Balkanlarda Hıristiyan topluluklarda
İslâmlaşma, kültür bakımından Osmanlılaşma olmuş ise, bu süreç bir zorlama
yahut devlet politikası sonucu değildir. Bu hoşgörü, müellifler tarafından
istimâlet olarak isimlendirilmektedir.
Çetinoğlu: Fetihler yalnızca
kılıç zoru ile mi gerçekleştirildi?
İnbaşı: Osmanlı yayılışında kılıç kadar, belki ondan da ziyade
istimâlet politikası denilen bir uzlaştırıcı politika, temel bir faktör olarak
hesaba katılmalıdır.
Çetinoğlu: Konunun uzağında
olanlar için, ‘istimâlet politikası’ kavramının açılımını sizden öğrenebilir
miyiz?
İnbaşı: Osmanlı kaynaklarında siyâsî bir terim olarak kullanılan
istimâlet, kendine meylettirme, kendi tarafına kazanma anlamına gelir. Osmanlı
Sultanları bir memleketi kendi ülkelerine ilhak etmeden önce başlıca iki
yöntemle hareket ederlerdi. Bir taraftan uç dedikleri serhat bölgelerinden uç
beylerinin önderliğinde yapılan gazâ akınları ile hudut ötesi halkını
yıldırırlar, direnme gücünü kırarlar, sonra o devlet veya halkı istimâlet yoluyla
kendilerine yaklaştırırlardı. Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk, Sırbistan ve
Yunanistan’da yerli askerî sınıftarı Osmanlıya sâdık kalmış olan unsurlar,
Osmanlı askerî kadrolarına alınır, onların fetih öncesi dönemde tasarruf
ettikleri pronia (*) ve baştinaları (*), Osmanlı
idaresince kendilerine tımar (*)
olarak verilirdi. Böylece yerli askerî sınıf, Osmanlı hizmetine
alınırdı. Bu da istimâlet politikasının, idârece askerî sınıflara teşmili
anlamına gelirdi. Böylece fethedilmemiş yerlerin askerî sınıfları, bu gibi
garantilerle Osmanlı egemenliği altına girmeye teşvik edilirdi. Bu şekilde
Osmanlı askerî kadrolarına girmiş olan yerli elemanlar, birçok sancakta
Hıristiyan tımar (*) erleri olarak 15. yüzyıl tahrir defterlerinde (*)
sık sık rastlanmaktadır. Bundan başka Balkanlardaki Osmanlı egemenliğini kabul
etmiş olan topluluklar, madenci, tuzcu, derbendci (*), çeltikçi (*)
vb. gibi çeşitli görevleri de yapmaktaydılar.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın fetih ve
istimâlet politikasının çok başarılı olduğunu görüyoruz. Başarıda zirveye
ulaşılan dönem olarak hangi zaman dilimini göstermek doğru olur?
İnbaşı: Her dönemde başarılı idi. Bu fetih ve iskân politikası,
Sultan 2. Murad Han ve Fatih Sultan Mehmed Han döneminde de başarıyla devam
ettirilmiştir. 1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte Balkanlardaki Ortodoks
halk tam manasıyla Osmanlı teb’ası durumuna gelmiştir. Yine Fatih Sultan Mehmed
zamanında, Kastamonu ve Sinop’un fethinden sonra, İsfendiyaroğulları
Beyliği’nin başında bulunan İsmail Bey de, bütün cemaati ile birlikte Filibe (*)
havalisine iskân edilmişlerdir.
Çetinoğlu: Rumeli’deki iskân
politikası hangi târihe kadar devam etti?
İnbaşı: Rumeli’deki bu nüfus artışı, 16. yüzyılda da devam etmiş ve
yüzyılın başında 37.435 nefer daha bölgeye nakledilmiştir. 1520-1530 yılları
arasında Balkanlardaki 77.268 olan göçebe sayısı, 1570-1580 yıllarında % 51
artarak 116.219’a yükselmiştir.
17. yüzyıldan itibaren ise
savaşların uzaması ve devletin Balkanlardaki kontrolünün zayıflaması, iskân
edilmiş olan Türkmenlerin yüzyılın sonlarına doğru, bu defa tersine olarak,
iskân edildikleri bölgelerden ayrılmalarına, Balkanların doğusuna hareket
etmelerine sebep olmuştur.
Çetinoğlu: Hocam, Balkanlar târihini
özetlediniz. Çok teşekkür ederim. Sonuç yerine kısa bir değerlendirme lütfeder
misiniz?
İnbaşı: 1352 yılında Rumeli’ye adım atan Osmanlılar, 20. yüzyıl
başlarına kadar, bu bölgede en etkin devlet olarak varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Mübâdele Kanunu ile Balkanlara yerleştirilmiş olan
Türkmenlerin bir kısmı tekrar Anadolu’ya gelmişlerdir. Buna rağmen günümüzde
Makedonya, Arnavutluk, özellikle Bulgaristan ve Yunanistan’da pek çok
soydaşımız varlıklarını sürdürmektedirler.
RÖPORTAJDA Âşıkpaşazâde: 15. yüzyılda yaşamış Osmanlı târihçilerindendir. azab: Osmanlı devletinde çoğunlukla garnizon baştina: özel maksatlarla kullanılan arazi. çeltikçi: tarım işlerinde çalışanlar derbendci: Selçuklu İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti Fetret dönemi: Osmanlı ordusunun mağlubiyetiyle sonuçlanan feodal: Toprak mülkiyetine ve toprak kölesi emeğine Filibe: 600.000’e yaklaşan nüfusuyla Bulgaristan’ın Geyikli Baba: Hicri 674 yılında Hoy şehrinde doğdu.. ihtida etmek: Doğru yola girmek, kurtuluşa ermek, imâret: Fakirlere ve öğrencilere yemek veren hayır Karesi Beyliği: ‘Karesioğulları Karesi Beyliği, kronik: târih yazımında kullanılan bir sistem. mîri: devlete ait olan arazi.
|