Asrın insanı, inanmakla inanmamak arasında gidip geliyor.
Ama aslında inanmak ağır basıyor.
Asrın insanı, aslında cânı gönülden bütün içtenliğiyle inanmak istiyor.
Fakat arada arızî engeller var.
Arada geçici maniler var.
Arada sun’î, yapay sedler var.
Asrın insanı, ahhh bir aşsa onları.
Nasıl da rahat edecek.
Ahhh, bir aşsa onları.
Nasıl da huzur bulacak gönlü.
Ahhh, bir aşsa onları.
Nasıl da yatışacak aklı, tatmin olacak kalbi.
Ahhh, bir aşsa onları.
Fakat asrın insanı; inanmak istediklerini kendisine aklen kabul ettirememenin ızdırabıyla muzdarip ve üzgün.
Âdeta çırpınıp duruyor.
Çünkü asrın insanı, ben ancak gördüğüme inanırım diyor.
Çünkü asrın insanı, ben ancak duyduğuma inanırım diyor.
Çünkü asrın insanı, inanırım ama inandırabilirseniz şayet beni diyor.
İnanırım ama görürsem şayet diyor.
İnanırım ama duyarsam eğer diyor.
Elbette inanırım diyor.
Niye inanmayacakmışım ki, fakat o şartla ki, aklıma hitap edilsin.
O şartla ki, kalbim de ihmal edilmesin.
Öyle ki hem aklım, hem kalbim; aklen, vicdanen muhatap alınsın.
Akıl, kalb ve vicdanım; aynı anda hesaba katılsın.
Şüphesiz, inanırım diyor.
Neden inanmayayım?
Yeter ki, hem aklım aydınlansın, hem de vicdanım ışıklansın.
Yeter ki, hem aklıma, hem vicdanıma hem de kalbime hitap edilsin.
Böylece sırrıma erer, gerçek inancı da bulmuş olurum.
Öyleyse asrın insanına, asrın gereği olan bilinçli inandırmanın yolu ve yordamını aramalı, bulmalı ve dikkatle uygulamalı.
Eğer onları yanımızda görmek istiyor.
Şayet onları yanımızda bulmayı arzuluyorsak.
Ahhh, ey bu asrın insanı!
Sen ne de düşüncelisin yahu.
Ne de bir oturup düşünürsün be birader.
Ahhh! Ey bu asrın insanı!
Sen acaba nasıl bir düşünürsün yahu?
Aslında kabahat senin değil elbet.
Sana hitap edemeyenlerin.
1054
Sana hakikatleri, sana gerçekleri bir bir sunamayanların şüphesiz.
Sana bu realiteyi sunacak usul ve metoddan yoksun kalanların.
Bu şekil nitelikten mahrum görevlilerin.
Aslında kabahat herkesin.
Evet sevgili dost! Doğrusu bu ki; hata, kusur ve ayıp; biraz da bende sende bizde.
Kısaca hepimizde.
Bunları geçelim bir kalem.
Geçelim bunları da düşünelim bir kez.
Yemedikçe, sözünü etmekle, nimet karın doyurur mu hiç?
Giymedikçe,lâfını etmekle, elbise ısıtır mı hiç?
Varmadıkça, bahsini etmekle, o yere erişmiş ve orası görülmüş sayılır mı hiç?
Satın almadıkça, sırf işitmekle bir kitap okunmuş olur mu hiç?
Bunları da geçelim bir kalem.
Var olan, fakat çıkarılmayan petrol zengin eder mi?
Var olan, lâkin çıkarılmayan maden varlıklı kılar m?
Var olan, ama kullanılmayan kıyılar deniz ulaşımı sağlar mı?
Kısaca, potansiyel olarak var olan; fakat kinetiğe çevrilmemiş kabiliyet ve istidat neye yarar be dostlar?
Tıpkı bilip de, yapmamak gibi bir şey.
Tıpkı olup da, kullanmamak gibi bir şey.
Tıpkı sahip olup da, içilmiyen ilaç gibi bir şey.
Bilindiği halde yapılmayan şey, neye yarar?
İlimden amele, bilişten yapışa geçilmeyen huy ve haslet neye yarar?
Bilinen fakat elde olmayan güzellik, neye yarar be dostlar?
İşte bundan ötürü, zenginiz ama, potansiyel zenginlik, pratiğe dönüşmedikçe kaç para eder be dostlar?
Topraktan sızan petrolün; çıkarmak için, orada kuyu açmadıkça ne kıymeti var?
İşte bundan ötürü, petrol var ama, petrolsüzlük çekiyoruz!
İşte bundan dolayı, madenler var ama, onların yokluğu içinde kıvranıyoruz!
Elhasıl, varsılız ama yoksul gibiyiz!
Potansiyelimiz çok ama, mahrum gibiyiz!
Bilgimiz epeyce ama, câhil gibiyiz!
İnancımız var ama, inançsız gibiyiz!
İşte bütün bunlardan dolayı, aklımız var ama, akılsız gibiyiz!
İşte tüm bunlardan ötürü asrın insanı;
Bütün kalbiyle inanmak istediği hâlde, bir türlü inanamıyor!
Çünkü aklını kullanmıyor!
Sanki kullandırılmak istenmiyor!
Çünkü aklına hitap edilmiyor!
Çünkü aklı hesaba katılmıyor!
Yoksa, inanmak istemez mi insan?
Be dostlar!
Oysa inanç, sırf huzur kaynağı.
Oysa inkâr; tam tersi, huzursuzluk menbaı.
Be dostlar!
1055- 1056