Asker terörle mücadelede yeniden devrede. Diyeceksiniz ki jandarma zaten devrede idi.
Kanuna göre, “terörle mücadele, teröriste müdahale ve operasyon yapma görevleri, sadece İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan jandarma ve polis teşkilatının yetkisinde.”
Ancak dikkat ederseniz TSK’nın Jandarma haricindeki Kara ve Hava Kuvvetleri birlikleri de artık fiilen tam işin içinde.
Güneydoğu’da 5 ilçede (Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerinde, Mardin Dargeçit ve Nusaybin‘de) Türk Silahlı Kuvvetleri generallerin komutasında on bin kişilik askeri birlikler ile operasyon yapıyor.
TV haberlerine göre, “Yetki valiliklerde ancak komuta askerde.”
Buralarda Suriye’deki iç savaş görüntülerine benzer bir durum yaşanmakta. Günler süren sokağa çıkma yasakları, bölgeyi terk eden 25 bin vatandaşımız, günler ve geceler boyu süren çatışmalar… Bombalanan, kurşunlanan, yakılan binalar, tarihi camiler, araçlar..
Genelkurmay’ın açıklamalarına göre operasyonun 4. gününde 110 terörist öldürülmüştü. Pazar günü yapılan açıklamaya göre de 18 terörist daha etkisiz hale getirildi. Bu arada her gün birkaç kahraman askerimizi ve polisimizi şehit veriyoruz.
Bütün bunlar zaruri ve hatta gecikmiş bir müdahalenin olduğunu göstermekte.
***
İç Hizmet Kanunu
AKP hükümetlerinin en önemli icraatlarından biri askeri vesayeti ortadan kaldırmak idi. Bu uğurda Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davaları ile Türk Silahlı Kuvvetleri sindirilmişti.
“Askeri vesayeti kaldırma” iddiasıyla, Bülent Arınç‘ın dilinden “iyi ki bu komutanlarla savaşa girmemişiz” denilerek TSK itibarsızlaştırılmıştı.
Yetmemiş “demokratikleşme” diye, “askeri vesayeti sona erdirme” diye ihtilallere gerekçe olduğu söylenen İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi değiştirilmiş, TSK’nın vazifesi sadece “dışarıdan gelen tehditlere karşı Türk vatanını savunmak “ şeklinde sınırlandırılmıştı.
AKP hükümetlerinin ikinci büyük icraatı olan “Çözüm Sürecinde” terörle mücadele yetkisi valilere verilmişti. Valiler de, Ankara’dan aldıkları talimatlara göre, askeri kışlaya, polisi karakola hapsetmişti.
Bölgede egemenlik terör örgütü PKK’ya fiilen devredilmiş, askerin operasyon talepleri reddedilmiş, bölge silah ve patlayıcı deposuna çevrilmişti.
7 Haziran sonrası “çözüm süreci buzdolabına kondu.” Müzakere yerine mücadele benimsendi. İş yine askere düştü.
Şimdi fiili durumla, yasal durumun çeliştiği bir durum söz konusu.
Millî Savunma Bakanlığı E. Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım haklı olarak, “mevcut durum itibarı ile hukuken Silahlı Kuvvetlerin terörle mücadele etmesi, teröriste müdahale etmesi ve operasyon yapması mümkün değil” diyor.
Malum Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın, Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin dışına çıkıp, “ben fiilen bu yetkileri kullanıyorum ama Anayasa buna izin vermiyor. Fiili duruma Anayasayı uydurun” talebi var. Esasen bu konuda kendi yetki sınırları içine çekilip, herhangi bir anayasal değişiklik olmasa hukuka aykırılık olmaz.
Ancak askerin iç terör olaylarında kullanılması artık bir zaruret. Bu zarurete uyarak askeri terörle mücadelede görevlendirecekseniz, İç Hizmet Kanunundaki sınırı genişletecek ve Silahlı Kuvvetlere yurt içi görevi de vereceksiniz.
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti ise bunu yapmak zorundasınız. Yoksa siyasilerin besleyip büyüttüğü terör belasına karşı bugün kahramanca mücadele eden askerler yarın üzerine vazife olmayan işler yapmaktan dolayı yargılanabilir.
***
OHAL veya Sıkıyönetim İlan Edilmeli
E. Kurmay Albay Ümit Yalım bir başka hukuksuzluğa daha dikkat çekiyor. Terörle Mücadele Kanunu’na göre, il ve ilçelerde görevli mülki amirlere, sokağa çıkma yasağı uygulaması için yetki verilmemiştir.”
“Teröristlerle mücadele etmek için, sokağa çıkma yasağının uygulanması gerekli ve zorunludur. Bu yetkiler Olağanüstü Hal ile Sıkıyönetim Kanunlarında düzenlenmiştir.
Yani sokağa çıkma yasağı, olağanüstü hâl ve sıkıyönetim şartlarında uygulanabilir.
O halde adını koymak zorundasınız.
“Terör eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı bölgelerde, sokağa çıkma yasağının ilan edilebilmesi için, Anayasanın 120, 121 ve 122. maddelerine göre, o bölgelerde olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim ilan edilmesi gerekiyor.”
Cumhurbaşkanı veya Başbakan’dan alınan bir yazılı emir bile ileride, Anayasanın 137. maddesinde düzenlenen “Kanunsuz emir” sayılabilir. Bu maddeye göre, “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.”
Devlet aklı yerine bir kişinin aklının hâkim olduğu, yabancı devlet liderleriyle görüşürken kayıt tutturmayan, Büyükelçileri dışarı çıkaran bir zihniyetin, “hukuka uydurun” taleplerini dinleyeceğini sanmıyorum.
Ama tarihe not düşmek adına da olsa, valileri ve komuta kademesini uyarmak adına da olsa hukuka çağrı önemlidir.
**************************************************
Kadınlar, MHP ve Meral Akşener
20. yüzyıla girerken ortalama ömür 40 civarında idi. (1955-1960 arası 48 oldu.) Çocuk ölümleri oranı çok yüksekti. Tarıma dayalı toplumda çocuk 6-10 yaşından itibaren üretici durumda idi. Bu bakımdan 10 çocuk bir aile için Allah’ın lütfu kabul edilirdi.
Oysaki günümüzde çocuk ölümleri azaldı, ortalama ömür erkeklerde 74, kadınlarda 80 civarına yükseldi. Çocuklar okutulmadığı zaman iş bulma problemi yaşadığı için herkes çocuklarını okutmaya çalışmakta. Çocuk genellikle 25 yaşına kadar aileye katkı sağlamamakta. Bu sebeple fazla çocuk aileler için bir yük haline geldi.
1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrası nesillerde, onlu yaşlarda evlenen kadınlar ergenlik çağının başlarında anne olur ve hayatı doğurmakla, çocuk büyütmekle geçerdi.
Şimdi ise ortalama iki çocuğu olan ve 80 yıl yaşayan bir kadının doğum ve çocuğunu büyütmeye ayırdığı zaman ömrünün sadece yüzde 10’u kadardır.
Kadınlarımızın artık çocuk büyütme haricinde başka iş ve meşgaleleri var. Önemli bir kısmı ekonomik açıdan eşine bağımlı değil.
Kadınlarımız siyasi tercihlerinde de bağımsız karar verebiliyor. Artık kocasının tercihi dışında oy kullanabiliyor.
Bu gerçeklerin sosyal, ekonomik yansımaları olduğu gibi, siyasi etkileri de oluyor ve olmaya devam edecek.
Toplumun yarısını teşkil eden kadınların siyasi alanda yeterince temsil edilmediği açık. Bu alanda boşluğu en iyi değerlendiren partinin HDP olduğunu söylemek zorundayım.
AKP kadın oylarını almakta başarılı. Ak Parti oylarının yüzde 55’i kadın.
Bu oran CHP‘de yüzde 43, HDP‘de yüzde 42, MHP’de yüzde 30.
Milliyetçi Hareket Partisi’nde “her 7 erkeğe karşılık yalnızca 3 kadın MHP’ye oy veriyor.” Demek ki MHP’li erkek seçmenlerin eşleri veya kızlarından en az yarısı AKP’ye oy veriyor.
Bu demektir ki halen MHP akıntıya karşı kürek çekiyor.
Meral Akşener gibi bir adayın olması MHP için bir şans olabilir.
Meral Akşener’in genel başkanı olduğu bir MHP kadın politikalarını değiştirebilir ve bu akışa uyum sağlayabilir.