Arap İhtilallarına Oryantalist Gömlek

111

Immanuel Wallerstein, Tunus ve Mısırda gerçekleşen halk devrimlerini, İkinci Arap İsyanı olarak değerlendirdi. Wallerstein’e göre, birinci Arap İsyanı, 1916 yılında Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne karşı başlattığı isyandır. Konuyla ilgili yazısında, Arapların Osmanlı Devletini yendiğini, bağımsızlıklarını sürece bağlı olarak İngiltere, Fransa ve ABD’nin himayesinde kısmen de olsa elde ettiklerini iddia etmektedir. Arapların Osmanlılardan dolayı Türkiye’ye ihtiyatla baktıklarını da yazısında dile getirmektedir. Bu yazıda İkinci Arap Halk İsyanı tanımlamasının şarkiyatçı, oryantalist ve batı merkezcil yüklemeler, önyargılar ve anlamlandırmalarla olan ilgisi üstünde duracağım. 

Türkiye’de kendini anti oryantalist olarak gören yazarların, eserlerini hayranlıkla tercüme ettiği ve sunduğu bir sosyologdur,  Wallerstein. Görüşleri ve makaleleri Türkiye gazetelerinde, internet sitelerinde sıklıkla tefrika edilir. Düşünürün kendi adıyla yayın yapan (www.iwallerstein.com) sitesinde 1 Şubat 2011 de İngilizce olarak yayınladığı yazısı “İkinci Arap İsyanı: Kazananlar ve Kaybedenler” adıyla Türkçeye tercüme edilerek yayınlandı. Yazısında her ne kadar Tunus ve Mısır halk isyanlarını temel alıyorsa da aslında şimdilerde başta Libya olmak üzere, diğer Arap ülkelerinde başlayan isyanlara da teşmil edilecek bir değerlendirme söz konusudur.

Dünya sistemi teorisiyle ünlenen Wallerstein, toplumların, ülkelerin ve dünyanın kültürel, siyasi ve ekonomik geleceği hakkında yorumlar yapan bir gelecek bilimcidir aynı zamanda, yani fütürüst olarak da bilinmektedir. Bundan dolayı ülkelerin ve bölgesel güç dengelerinin geleceği hakkında sosyolojik öngörülerde veya bilimsel kehanetlerde bulunmaktan da geri durmaz.

Mesela 1 Kasım 2004 yılında, “Ortadoğu Kazanı-gelecek Beş Yıl” başlıklı yazısında, Ortadoğu’nun temel açmazlarının gelecekte yine Irak, İran İsrail ve Filistin olacağını, bütün çekişmelerin bu dört ülkenin durumu ile ilgili olacağını iddia etmektedir.

İran, Irak, Filistin ve İsrail’le ilgili sorunlar ve çatışmalar altı yıl önce, yani yazarın yazı yazdığı zaman ne idiyseler, şimdide öyledirler. Ne bir iyileşme ne de beklenmeyen bir çatışma sözü edilen dört ülkede ortaya çıkmıştır. Ama onun tahmin etmediği ülkelerde ve bölgelerde olağan üstü halk devrimleri gerçekleşmiştir ve gerçekleşmeye devam etmektedir. Arap halklarının isyanı dünya sistemi teorisinin mucidini yanlışlamıştır. Yazar böyle bir yanılgısını söz konusu etmeden son isyanlara anlam yüklemektedir.

Wallerstein’in İkinci Arap İsyanı olarak adlandırdığı ve son dört ay içerisinde başlayıp hızlıca yayılan halk gösterileri hakkındaki yorumu ise gelecek kurgusuyla ilgili değildir, geçmişin kurgulanmasıyla ilgilidir. Ortadoğu hakkında çok sık yazı yazan bir kuramcının, geçmiş yazılarındaki beklentilerinin ve öngörülerinin niçin gerçekleşmediğini öncelikle açıklaması gerekirdi. Bu gün geriye dönüp bakıldığında onun tahmin etmediği gelişmelerin Arap Dünyası’nda ortaya çıktığı açıktır.

Yukarıda belirtmiştik, Wallerstein, son iki aydır gerçekleşen Arap devrimlerini, İkinci Arap İsyanı olarak adlandırmaktadır. Ona göre ilk Arap İsyanı, Osmanlı devletine karşı başlamıştır.  Şimdi ise Araplar, otoriter ve baskıcı rejimlere karşı isyan etmektedir.

Arap halkının şimdiki isyanının baskıcı rejimlere karşı olduğundan kimsenin şüphesi yoktur. Ancak Arap halklarının 1916’da yani Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’ne karşı kısmen de olsa isyan ettikleri doğru olmakla birlikte, bu isyanların bir ihtilal olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Çünkü Arapların ülkesi savaş öncesi ve savaş sonrası dönemde emperyalist Batı ülkeleri tarafından işgal edilmişti. Hiçbir Arap isyanı bağımsız ve egemen bir Arap devletinin kurulmasıyla neticelenmemiştir. Arapların ülkesi Emperyalist devletler tarafından işgal edilmiştir. Uzun süre Arap halkları sömürge yönetimleri ve boyundurukları altında kalmışlardır. Sömürge yönetimine girmeye Birinci Arap Devrimi anlamının yüklenmesi izah edilebilir değildir.

İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından gerçekleştirilen bu işgal bilindiği gibi bölge ülkelerinde halen etkilidir. Şekli bir bağımsızlık vardır. İhtilalcı halk, ülkelerini yöneten tiranları işgalci Batı ülkelerinin temsilcisi olarak görmektedir. Mücadele ederken İslami motifleri gündeme getirmektedir. Osmanlı geleneğinin uzantısı olma imajlarını kullanmaktadır.

İsyancı Arap halkları, Baas ideolojisine ve kadrolarına karşı mücadele ettiklerini söylemektedirler.  Wallerstein, ise Araplar nezdindeki Osmanlı ve Türk imajı konusunda Baasçı Araplar gibi düşünmektedir. Ancak İsyancı halkın Türkiye hakkında hiç de Baasçılar gibi düşünmediği açıktır. Buna rağmen Wallerstein’in isyanları Basçı ideolojiyle temellendirmeye çalışması ilginçtir. Ünlü yazar, 15 Haziran 2004 tarihli yazsında da, Arap devletlerinin ve halklarının Osmanlı hâkimiyetinin varisi olma sıfatıyla, Türkiye’ye bağımsızlıklarından bu yana kuşkuyla yaklaştıklarını iddia etmektedir. Bu iddiasını son yazısında da tekrarlamaktadır.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim; ünlü düşünür oryantalist bir bakış açısıyla devrimlerin söylemlerini çarpıtmaya çalışmaktadır.  Arap ihtilallerini özgün bağlamlarından koparmaya çalışmaktadır.  İhtilalcı Arap halklarının Türkiye’yi örnek almalarını, hangi mantıkla Türkiye karşıtı bir tarihi temele indirgemektedir? Doğrusu anlamak zordur.