Tarih boyunca Anadolu, kavimler için bir geçiş köprüsü olmuş; bunun böyle olduğunu hem kurulmuş medeniyetlerin kalıntıları, hem arkeolojik araştırmalar, hem inanç mabetleri, hem de yazılı eserler ve sanat örnekleri gösteriyor. Bu bir gerçektir, gerçeği kabul etmemek akılla izah vermek mümkün değildir.
Bir an için düşünelim; Anadolu topraklarında yaşamış, yerleşmiş ya da gelip geçerken kalmış, uyum sağlamış milyonlarca insan neslinin varlığını… Onların kültürleri, yaşam alanları, verdikleri eserleri, bıraktıkları örnek sanatları…
**
Genetik havuz…
Bu insanlar, Anadolu topraklarına eserleriyle kök salmışlar, vatan yapmışlar…
Elbette ki bu insanlar birden buharlaşıp yok olmadılar; onların da nesilleri bir şekilde devam etti, varisleri bugünlere kadar intikal etti… Ama bugün bu gelip geçmiş ya da kalmış kavimlerin nesillerini, birini diğerinden ayırmak mümkün mü?
Hayır, değil…
Her gelen yeni kavim; ya mevcutların üzerinde kültürel ve sosyal egemenlik kurup onları asimile etmiş; ya da yeni gelenler, yerlilerin kültür egemenliğine girerek asimile olmuşlar, değişime uğramışlar… Dolayısıyla Anadolu’da farklı soylara ait kavimler zaman içinde karışmışlar…
Anadolu’da farklı özellikli genetiklere ait soylar vardır; onun içindir ki patenti bize ait olan Anadolu bir genetik havuzdur sözü, tartışılmayacak bir gerçektir.
Aynı zamanda Anadolu medeniyetler mezarlığıdır, eğer Gazi Mustafa Kemal olmasaydı, bir medeniyet mezarlığı daha olurdu Anadolu’da…
Bu topraklardan gelip geçen insanlar birden yok olmadıklarına göre, bu iki ihtimalden biriyle karşılaştılar; yani, ya asimile ettiler ya da asimile oldular. Üçüncü bir varsayım ise, bu insanların zaman içinde yer değiştirerek mekân ve kültür farklılığına bağlı olarak yeni toplumlar oluşturmuş olma ihtimalidir.
**
“Etnisite” kriteri nedir?
Şimdilerde Anadolu’da “etnisite” temelli birtakım ayrıştırmalar yapılmaktadır. Aklıselim sahibi herkesin şunu iyi düşünmesi gerekir; Şırnak’taki vatandaş ile Kırklareli’ndeki vatandaşın ne kadar Türk, ya da ne kadar Kürt, ya da ne kadar Roman, ya da ne kadar Arap, ya da ne kadar Fellah olduğunu tayin edecek bir kıstas, bir formül var mı?
Ya da Sinop’taki vatandaş ile Antalya’daki vatandaş, ya da Kars’taki vatandaş ile Muğla’daki vatandaşın “etnisitesini” ayıracak bir test var mı?
YOK…
Dolayısıyla kimin “ne kadar ne olduğu” sorusu muallâkta kalmaktadır.
Anadolu’da birbiriyle akraba olmamış toplum var mıdır?
Edirnelisi Karslısıyla, Kayserilisi Trabzonlusuyla, Antalyalısı Artvinlisiyle, Mardinlisi İzmirlisiyle dünür olmuş… Bu akrabalık nesiller boyunca devam etmiş…
Kendini Kürt sanan vatandaşın damadı, kendini Türk sanan bir aileden; benzer şekilde ters çaprazını de düşünelim…
Bu kadar iç içe geçmiş bir toplum hakkında “etnisite” ayrışması yapmak!..
Bana tek bir “öbek” gösterin ki o öbek “saf” kalmış ve “katıksız” bir “ırk” ya da “soy” olsun…
Var mı örneği?!
Kendince “soy” edebiyatı yapanların, gerçek soylarının ne olduğunu kendileri de bilmeyebilir…
Türkiye’de kaç kişi 15 nesil öncesine kadar soy ağacını derleyebilir?
Karacadağ’da kendilerini Kürt sanan Türkmenler mi, Ceylanpınar’da Kürtleşen Karakeçili Türkmen aşiretleri mi; Osmaniye’de kendini “Horasan Kürdü” sanan öz Türkmenler mi, Edirne’deki Roman’laşan Dersimli Zaza Türkmenler mi, ya da Dersim’de Zaza’laşan göçmenler mi saf ırk!!??…
Bir örnek daha verelim; Diyarbakır’ın Beydilli Türkmen aşiretinin mensubu olan bazı insanların kendini Kürt olduğunu iddia etmesi mi doğru bir tespit?
Antalya’daki Toros Yörük‘ün Endonezya göçmeniyle, Girit muhaciriyle dünür olması mı saflığın ifadesi?
Hangisi?!
Çarpıcı bir başka örnek verelim; Burdur ilimize bağlı Ağlasun ilçesinin yakınlarında “Sagalasos” diye bir ören yerinden çıkan fosillerin DNA analizlerinin, Ağlasunlu çalışan işçilerin DNA analizleriyle %96 civarında çakışması neyin ifadesidir?
Belli ki bu yörede yaşayan-yaşamış olan insanın en azından bir kısmının arasında eskilerin devamı olan nesiller var.
Bundan daha doğal ne olabilir ki?
Eskilerden kalanlar yok olmuş zaman içinden, fakat onlardan kalan soy devam etmiş…
Yöreye gelen toplumların kültürel egemenliğine girerek asimile olmuşlar…
Tıpkı Karakeçili Türkmen aşiretlerin “Kürtleşmesi” gibi…
Peki, şimdi bir karar vermemiz gerek; Diyarbakır Karacadağlı Türkmenlerin ve Ağlasunluların “etnitisitesi” ne olmalıdır?
Bunlar da 36 parçalı bohçanın kenarında köşesinde var mı, yok mu?
**
Toplumu ayrıştırma tehlikesi!
Söyleyin bana bunlardan hangisi saf “etnisite” kuralına uyuyor?
Türk milletini 36 parçaya ayırarak ayrıştırma stratejisine, bilerek ya da bilmeyerek, perde açanlar, acaba bunun farkında mıdırlar?
Devleti idare eden zevattan herhangi birinin, herhangi milli bir konu hakkında söylediği her sözün devleti bağlayıcı belge yerine geçeceğini bilmezler mi?
Hassas söylemlerde, çok akıllı danışmanlar gerekli hatırlatmaları yapmıyor mu?
Devlet idaresinden sorumlu olan her kimse söylediği her söz bir belge niteliğini taşır. Hele milli meselelerde Türk milletinin geleceğini “ipotek” altına sokacak konularda söz sarf ediyorsa!?
Bu toplumu birbirine “düşman” kılmak için 30 yıldan beri taşeron terör örgütü kullanan emperyalistler başaramamıştı; sağ olsunlar, “açılımcılar” tarafından çok kısa sürede başarıldı…
Güneydoğuda, Van’da, Iğdır’da açılan pankartlar, atılan sloganlar bu ayrışmanın habercisi niteliğinde, korkutucu ve endişe vericidir…
**
Çıkış yolu birlik-bütünlüktür…
Birlik için, bütünlük için, dostluk için insanları birleştirmek varken ayrıştırmaya zemin hazırlamak neden?
Bütünleştirici değerleri ilke edinen insanları, yöneticileri bu topraklar maalesef yetiştiremedi ki bugünlere geldik…
Doğru dürüst adam yetiştirmeyen toplumların yok olması kaçınılmazdır; adam gibi adam yetişmediği için tarihteki o insanlar-toplumlar yok oldular; şimdi sıra bize mi geldi ne, eğer birleştirici, bütünleştirici olamaz ve donanımlı insan yetiştiremezsek yok olmaya mahkûm oluruz; endişem budur…
Bizden daha akıllı ve donanımlı insanlar gelirse bu topraklar onların olabilir… Bunu düşünmek bile çok korkunç…
Ama bunu unutmamak gerek…
Tarihte olduğu gibi…