Amerikancı Cemaat Partisi (ACP)

99

Türk siyasi hayatına yakın bir süreçte yeni bir parti daha katılacak. Böylece üstü kapalı yürütülen siyasi faaliyetler de aleniyet kazanacak. Doğrusu da budur. Bir parti üzerinden siyaset yapmaktansa çıkar ortaya kendine oy istersin.

Tarikatlerin, Osmanlı-Türk İmparotorluğu döneminde de siyaset yaptıkları, zaman zaman iktidar oldukları bazı siyaset bilimcilerce göre de dönemin siyasi partileri olarak kabul edildikleri bilinen gerçeklerdir.

Cumhuriyet döneminde gelişen ve değişen dünya koşulları çerçevesinde tarikatların siyaset üzerindeki etkisinin önüne geçilmek istenmişse ve bu sebeple bir takım yasaklar getirilmişse de, geldiğimiz nokta itibarı ile bunda başarılı olunamadığı görülmektedir.

Cumhuriyetin kuruluş  yıllarında tarikatların  faaliyetlerine resmen son verilmişse de bunlar yaşayan sosyal organizmalar olduğu için yeraltında faaliyetleri devam etmiş ve uhrevi amaçların yanında dünyevi hedeflerin tahakkuku için tarikat mensuplarının siyaset yapması ile günümüze kadar gelinmiştir.

Serbest Fırka uygulamasından bu yana Demokrat Parti ile devam eden tarikatların siyaset yapma gerçekliği, AKP iktidarı zamanında da artan bir kuvvet kazanarak  sürmektedir.

Ancak bu siyaset yapma isteğinin ikrarı, her nedense cemaat ve tarikatları yönetenler tarafından pek kabul görmez ve bu gerçek itiraf edilmez.

Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Demokratik Parti, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisi, Refah-Fazilet-Saadet Partilerinin silsilesi, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi ve hatta Ecevit’in Demokratik Sol Partisi; cemaat ve tarikatlarla yakın ilişki içinde olmuştur.

Cemaat ve tarikatlar, bu partilere adaylarını yerleştirerek onları meclise göndermeyi başarmış ve destekledikleri partinin iktidar olması halinde bu adamlarını bakanlık ya da bürokrasinin üst koltuklarına oturtmuşlardır.

Bu çalışmalar  devletin bizzat kendisi tarafından da çeşitli nedenler ve zorunluluklar sebebi ile zaman zaman desteklenmiştir. Kenan Evren döneminde olduğu gibi.

Osmanlı dönemindeki hak ve imtiyazlarını, Cumhuriyet ile birlikte kaybeden cemaat ve tarikatlar; bu hak ve imtiyazları yeniden kazanabilmek için olağanüstü  bir disiplin, fedakarlık ve çalışkanlık isteyen çalışmaları sürdürmüş ve bu günkü güçlerine ulaşmışlardır. Hatta bu konuda bir çok şey mubah görülmüştür.

Tarikat ve cemaatlerin bu çalışmaları, milli devletten hoşnut olmayan dış güçlerle kesişmiş ve bu gruplar günümüze kadar işbirliğini sürdürerek gelmişlerdir.

Türk devletine ve Türk milletine, düşmanlık besleyenlerin açıktan mücadelesine karşın, bu tarikat ve cemaatlerin içinde yer alanlar, düşmanlıklarını üstü kapalı bir şekilde ve takiye yapmak suretiyle gerçekleştirmişlerdir.

Siyasal manada ümmetçilik kavramına sahip çıkılırken özellikle Türklük kavramı hedef seçilmiş ve her platformda Türk olmayanlar ya da Türk olsa bile kendini Türk görmeyenler desteklenmiştir. Bu gün Türküm diyemeyen bir başbakanın desteklenmesi gibi…

Kanaatimce Türkiye’de faaliyet gösteren cemaat ve tarikatlar son üç yüz yıllık süreçte milli olma fonksiyonunu yitirmiştir. Bunun başlıca sebebi tarikat ve cemaatlerin Türk toplumunun sosyal hayatındaki öneminin başta İngilizler olmak üzere Fransızlar, Almanlar, Yahudiler ve nihayetinde Amerikalılar tarafından anlaşılması ve akabinde bu yapıların saydığımız devletlerin kontrolüne girmesinden kaynaklanmıştır. Milli Mücadele’nin başlangıcı ve devamınca, tarikat ve cemaatlerin tavrı, vurgu yaptığımız hususun en büyük göstergelerinden biridir.

Türkiye’deki cemaat ve tarikatlar, ne yazık ki kendini siyasal İslamcı olarak tanımlayan bölücü Kürtlerle, bunlara maddi ve manevi nedenlerle teşne olmuş ve yabancı güçlerle işbirliği içinde olan insanların elindedir.

Bunlar mütedeyyin insanlarımızı, Allah’la aldattıkları kadar Allah’la da korkutarak dünyevi maçlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Nihai ve aynı zamanda birinci hedef; işbirlikçileri ile birlikte önlerindeki en önemli engel olarak gördükleri milli devleti yani Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak ve Türk Milletini yok etmektir.

Siyasetle ilgilerinin olmadığını  her fırsatta tuzaklarına düşürdükleri ve şartlı refleks verir hale getirdikleri masum insanlara tekrarlayan, bu cemaat ve tarikatlara; siyasetteki adamlarınıza, Türk yargısında, emniyetinde, bürokrasisinde, eğitim sektöründe, diyanet teşkilatında bu kadar örgütlenme ve Türk Ordusuna sızma çabasına ne lüzum var diye sormak gerekmez mi?

Tarikat ve cemaatler, dünyevi hedeflerini gerçekleştirmek için dış güçlerin desteği ile adam yetiştirmiş ve bunları cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık koltuğu başta olmak üzere önemli koltuklara taşımayı başarmıştır. Ancak bütün bunlar, onların nefsine yeterli gelmemektedir. Hep daha fazlası istenmektedir. Daha fazlası ise yukarıda belirttiğim nihai hedeftir.

Türkiye’de son yirmi yıllık süreçte bir cemaat, özellikle dünyanın sahibi olma iddiasındaki Amerika Birleşik Devletleri ve onu oluşturan güçler tarafından desteklenerek bu günlere gelmiştir. Bu cemaatin, ilgi sahasında öne çıkarılışında rahmetli Esad Çoşan’ın başına gelen kaza bile çok manidardır.

Şimdi bu cemaatin önderi kabul edilen zat, Amerika’da, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti’nin kaderini etkileyecek 12 Eylül referandumu ile ilgili çok önemli laflar ediyor. Mezarlıktakilere bile “evet” oyu verdirmek gibi… Mavi Marmara gemisinde yaşananlar hakkında İsrail’den yana tavır alan açıklaması da henüz çok taze. Bu cemaatin gazetesi ve yazarları ise AKP iktidarı döneminde tamamen siyasete soyunmuş durumda. Hoca efendinin gayri resmi sözcüsü Hüseyin Gülerce’de tam bir AKP ve “evet” propagandisti. Öyle ki; Gülen’i 12 Eylül’de Türkiye’ye oy vermeye davet eden Devlet Bahçeli’ye cevap anında Hüseyin Gülerce’den geliyor. Bunlar bana hiç tuhaf gelmiyor. Adamlar kendilerinden beklenileni yapıyor ve karşılığını da alıyor. Yani bedavaya çalışmak yok.

Türkiye’de AKP kurulana kadar birbirini yiyen cemaat ve tarikatlar, AKP kurulurken görünmez bir el tarafından bir araya getirilmiş ve bu birliktelik bu güne kadar çok güzel bir şekilde devam ettirilmiştir. Bu birliktelikten en büyük aslan payını ise Amerika’nın kucağına oturmuş, her şeyden anlayan hoca efendinin cemaati almıştır. Bunu gören şaşar beşer insanoğlu da cemaata kapak atarak oradan aldığı icazetle koltuk kapmaya çalışmaktadır. Bu döngü cemaati inanılmaz bir güce taşımıştır. Hem herkes bilir ki; Amerika’nın ve Yahudilerin icazeti olmasa dünyaya bu kadar yayılmak günümüzde mümkün değildir. Belki de onlarda geçmişte İngiltere Kralını veya Alman İmparatorunu irşad ederek İslam dünyasınının mukavemetini kıran ataları gibi ABD başkanlarını irşad ediyor ya da bu işbirliğini müridlerine böyle anlamlı bir şekilde izah ediyorlardır!

Asla siyaset yapmayız takiyesini ısrarla sürdüren cemaatin, gösterdiği bu kadar siyasi tavırdan sonra biraz samimi davranarak  partileşme zamanının artık geldiğine inanıyorum. Türk Milletini bu kadar aldatmak ve kullanmak büyük bir haksızlıktır. Eğer hoca efendi samimi ise bu haksızlığı gidermek için bir an önce partisini kurarak başına geçmelidir. Yetişmiş kadroları ile bir değil beş parti bile kurması mümkündür. Zaten gazete, televizyon, banka, okullar, müteahit, sanayici ve bil cümle her maddi imkanda hazırdır. Onun için, böyle kaçak dövüşmeye gerek yok.

Eğer benim koyduğum ismi beğenmediyseniz başka bir isimde koyabilirsiniz. Yeter ki inancı kuvvetli, imanı sağlam ve İslam’ın kılıcı olan Türk Milletine karşı biraz samimi olun. Takke düşüp kel görününce, merak etmiyorum Müslüman Türkler sizin hakkınızdan gelir.

Meraklısına son söz; tarihte buna benzer örnekler görüldü ve baki kalan Türk Devleti ve büyük Türk Milleti oldu. Tarih tekerrürden ibaretse yine aynısı olacaktır. Unutmayalım ki; Allah her daim doğruların yardımcısıdır.