Alevîler Hakkında Dr. Abdulkadir Sezgin İle Konuştuk.

178

Oğuz Çetinoğlu: Alevîliğin mezhep olduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyolog Dr. Abdülkadir Sezgin: 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, özellikle merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde, Alevî aydınlar, Alevîliğin Mezhep olarak tanınmasını istemişlerdi.

Diyanet, bunu tarihi geleneklerimizle ve kültürle alâkalı geçmişimize uygun olmadığı gerekçesiyle kabul etmedi.

Özellikle Demokrat Parti döneminde başlayan ve darbe sonrası iktidarların ilgisizliği ve aydınların din, mezhep, tarikat konusunda yeterli bilgi sahibi olmayışı yüzünden Alevîlik, Sünniliğin karşıtı gibi kullanıldı.

Bu yanlış kullanım 1980 darbesi sonrasında daha güçlenmiş, son on yılda da Alevî Çalıştayları sonrasında iyice pekiştirilmiştir.

Alevî vatandaşlarımızın abdest alma, namaz, cenaze namazı, nikâh ve nikâh duaları gibi, inanç ve ibadetle ilgili bütün kabulleri ve uygulamaları ile Özbekistan’ın Tirmiz Şehrinin Kâbil kasabasından, tüccar olarak faaliyetini yürütmek üzere Halife Hz. Ali’nin başşehri olan Kûfe’ye Müslüman Türk olarak gelen Zota veya Zevta’nın torunu, Sâbit oğlu Numan, diğer adı ile İmam-ı Âzam Ebu Hanife fıkhına ve yine Özbekistan en önemli şehirlerinden Semerkant’ın Mâturid Kasabasından (hâlen şehrin merkez mahallesi) İmam Muhammed Mâtürîdî inancını taşıdıklarını göstermektedir.

Bununla şunu anlatmak istiyoruz: Alevîlik dün mezhep değildi, bu gün de mezhep değildir. Bunun böylece bilinmesi lâzımdır.

Yanlış tekrarlana tekrarlana doğru gibi algılanmaya başlamıştır.

Siyaset adamlarımız başta olarak aydınların da ‘Alevî Mezhebi‘ terimini bırakmaları gerekiyor.

Çetinoğlu: Alevîlik din değil, mezhep değil. ‘Tarikattir‘ demek uygun mu?

Dr. Sezgin: Alevîliğin tarikat olduğunu anlamak için sadece Şah İsmail Hataî, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal’ın deyişleri ile iktifa edilmemeli. Geçen yüzyılın en büyük Alevî âşıklarından Âşık Veysel, Dâvut Sularî dâhil bütün âşık deyişlerinde de bu yolun Hacı Bektaş Veli tarafından kurulan bir tarikat olduğu görülür.

Posta oturan ve yolu – erkânı yürüten Dede’ye hizmet sırasında, ‘şu anda ne yapıyorsunuz?’ diye sorulduğunda, tereddütsüz bir şekilde: ‘Tarikat yürütüyorum‘ cevabı alınacaktır.

İşin gerçek olan kısmı da Dede’nin ‘tarikat yürütme görevlisi‘ olduğudur.

Çetinoğlu: Çok net ifade ettiniz. Bu görüşü temellendirmek için neler söylemek istersiniz?

Dr. Sezgin: Alevî cemleri ve sohbetlerinde en çok nefes ve deyişleri okunan Yunus Emre, Şah İsmâil Hataî ve Pir Sultan Abdal’ın tarikata işâret eden şiirlerinden çok kısa örnekler:

Şeriat, Tarikat yoldur varana

Hakikat, Marifet andan içeru

Yunus Emre, ‘4 Kapı‘ olarak anılan ‘Yol‘u anlatırken şöyle der:

Evvel kapu şeriat, geçse andan tarikat

Gönül evi mârifet, ışk hakîkat içinde

Şeriat şirin olur, işidene hoş gelur

Ne kim dilerse kılur ol şeriat içinde

Tarikat can yoldaşı, cân ile olur işi;

Tarikata giren kişi dün – gün ibret içinde

Mârifet gönül ile dün ü gün zârıyıla

Söylesem gelmez dile sırrı sıfat içinde

Hakîkat ışkdur ıyan görsün ol şebih beyan,

Hakîkat donın giyen ağır hil’at içinde.

Herkim şeriat bile hem okuya hem kıla,

Ol gerek kim er ola dün-gün taat içinde.

Ger taat kılmazısa üstâda varmazısa,

Şer’iden olmazısa, adı lânet içinde.

Bu dört menzildir utan ledün makamın tutan

Ol dört menzile yeten tamam murad içinde

Şah İsmâil Hataî’den bir dörtlük:

Şeriat öğrendim bin bir ad için

Hakîkat öğrendim, aynı zat için

Mârifet öğrendim bu sıfat için

Tarikata hizmet ettim ezelden

Pir Sultan Abdal’dan bir dörtlük:

Muhammed dinidir bizim dinimiz,

Tarikat altında geçer yolumuz,

Hem Cibril-i Emin’dir rehberimiz

Biz Müminiz, Mürşidimiz Ali’dir.

Çetinoğlu: Cemevlerinde neler yapılır?

Cem toplantılarında genel bir sıralama ile şunlar yapılır:

1-Toplantıya başlamadan, Cem’e katılan komşular arasında dargın, kırgın, kavgalı, alacak-verecek işinde ihtilaflı, herhangi bir haksızlığa uğramış olup olmadığı sorulur. Varsa bunların barışmaları, haksızlık yapanlar varsa haksızlıkların giderilmesi sağlanır. Bu yapılmadan Cem merasimi başlamaz.

2-Köyde komşular arasından kavga, tartışma veya şikâyete konu her hangi bir anormal, ahlâksızlık veya suç sayılan olay olmuşsa, taraflar dinlenir ve Dede mağduriyeti giderecek karar verir. Gerekiyorsa suçluya belli cezaları verme yetkisi vardır. Bu sebeple de Alevîlerden mahkemelere şikâyet olmaz veya çok az olur.

3-Çocukluktan kurtulup, bulûğa erenlerin tarikata giriş işlemleri, ‘İkrar’ törenleri yapılır.

4-Daha önce tarikata girmiş olanların yıllık yenileme ‘görgü’ işlemleri yapılır.

5-Hakk’a yürüyen kişiler için, cenaze namazı kılınıp, cenazenin kaldırılmasından sonra, genellikle akşamlara mahsus olmak üzere, (kadın veya erkek) müteveffa için ‘dârdan indirme‘ merasimi yapılır.

Çetinoğlu: Dârdan indirme merasimi nereden geliyor?

Dr. Sezgin: Hazret-i Peygamberden geliyor. Bu merasim iyi anlatılırsa, Alevîlerin hem ne kadar Müslüman oldukları, hem de Cem’de yapılanların yanlış şeyler olmadığı daha iyi anlaşılacaktır.

Çetinoğlu: Anlatır mısınız?

Dr. Sezgin: Önce ‘Dârdan‘ veya ‘Dârdan indirme‘ nedir, onu anlatayım:

Hakk’a yürüyen (vefat eden) bir ‘Can’ın, akraba, eş ve dostları ile alış veriş yaptığı insanlarla helâlleşmeden ölmüş gibi düşünülerek yapılan ve ölenin affına vesile olacağı ümit edilen bir bakıma ‘hak helâlliği‘ toplantısıdır.

Yapılış şekli şöyledir: Dede usulüne göre toplantıyı açar. Ölen kimsenin velisi veya vârislerinden birisi, Dede’ye yakın bir yerde, ayağa kalkar ‘dâr’a durur. Sağ eli sol göğsüne, sol eli sağ göğsüne gelecek şekilde ellerini kor, sağ ayağının başparmağı da, sol ayağının başparmağının üstüne gelecek şekilde durur.

Dede, vefat eden zatı hatırlatarak ‘Hakka yürüdüğünü’ ve o gün teçhiz ve tekfin işlemi yapılarak defnedildiğini anlatır. Konuşmasına şöyle devam eder:

Aramızda bunca yıl yaşamıştı. Akrabası, komşusu, dostları, tanıdıkları, arkadaşları olarak aranızda borcu olup da ödemediği veya ödeyemediği kimse var mı? Varsa varisi / Velisi (vefat edenin durumuna göre) huzurunuzda, müteveffanın vekili / veya vasisi / velisi olarak huzurunuzdadır. Kimin alacağı, hakkı olan varsa söylesin. Varsa şimdi, yoksa makul bir zaman içinde ödeyecektir. Ayrıca kendisinden darılmış, incinmiş olanlar varsa, onları da memnun edecek veya O’nun adına özür veya helâllik dileyecektir. Hakkı olanların bu haklarını helâl etmeleri de mümkündür.

Sözlerini şöyle bitirir:

Bizler de bir gün aynı akıbeti yaşayacağız, Allah cümlemizi affetsin, huzuruna da kul hakkı ile götürmesin.

Vefat edenin, her hangi bir kimseye borcu varsa, alacaklıya ödenir. Darılmış, incinmişlerin gönlü alınır. Hak helâlliği gerçekleştirilmiş olur. Bu törene ‘Dârdan indirme‘ adı verilir.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Bu merasimin, Peygamber Efendimizden geldiğini buyurmuştunuz.

Dr. Sezgin: Peygamber Efendimizin vefatından bir kaç gün önce, hastalığı ağırlaştı; Efendimiz, Hz. Ali ve Hz. Fadl’ın yardımıyla minbere çıkıp şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Her kimin arkasına bir kamçı vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun. Kimin bende alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın. Benim yanımda en sevgiliniz, üzerimde hakkı varsa, onu burada (dünyada) isteyen veya helâl edendir. Böylece Rabbime yüz akıyla kavuşurum.

Cemaatten biri, üç dirhem alacaklı olduğunu söyledi. Bu zat, Hz. Peygamber adına bir fakire sadaka vermişti. Resulullah, borcunu hemen ödedi. Sonra şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Kimin üzerinde başkasına ait bir hak varsa, ayıplanmaktan çekinmesin, sahibine ödesin. Burada ayıplanmak, ahrette mahcup olmaktan hayırlıdır.

Merasimin sonunda vefat eden kimselerin yakınlarınca kesilen bir kurbanla hazırlanmış yemek toplantıya katılan herkese ikram edilir.

Çetinoğlu: Siz ‘dârdan indirme‘ merasimine katıldınız mı?

Dr. Sezgin: Evet! Beypazarı Karaşar beldesinde 2013 yılında katıldım. Gündüz de müteveffa için ‘Kelime-i Tevhid’ hatmi yapılmıştı.

Çetinoğlu: Sizce, Alevîlikle alakalı problemler nelerdir?

Dr. Sezgin: Cem ayini veya cemevi merasimi bir problem değildir. Cemevi adıyla bağımsız kültür ve sosyo-kültürle alâkalı bir kurum da bulunmamaktadır.

Cemevi, Alevî / Kızılbaşlara mahsus tasavvufî yolun dergâh veya zaviyesi anlamı dışında başka şeyi de ifade etmez.

Bu sebeple de cemevi ile var olduğu kabul edilen problemler, Alevîlikle ilgili problemlerdir.

Ana konu Alevîlik konusudur.

Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş Veli kaynaklı bu yol fikrî, felsefî veya tasavvufî bir yoldur. Tasavvufun uygulama alanları da ‘Tarikat‘ olarak isimlendirilmektedir.

Türkiye Alevîliği‘ veya ‘Türk Alevîliği‘ olarak da anılan bu yolun İslam Yolu; Müslümanlık olduğunda şüphe yoktur.

Ayrıca Alevîliğin ‘din‘ veya ‘mezhep‘ olarak adlandırılması da yanlıştır. İfade etmeliyiz ki, bu sadece Alevîlerin değil, bütün türdeşlerinin ve topyekûn Türk Milletinin ortak meselesidir.

1826 yılındaki Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması ile başlamış ‘Hacı Bektaş Veli Yolu’nun, -merkez dergâhı hâriç- kapatılıp, yasaklanmasından yaklaşık yüz yıl sonra 30.11.1925 târihinde kabul edilen ve 13.12.1925 târihinde resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ‘Tekke ve Zâviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’ hükmü gereğince kapatılmış, tekke, zâviye ve türbelerle ilgili hüküm aynı zamanda 2820 sayılı Siyâsî Partiler Kanunu’nun üçüncü bölüm, ‘Atatürk İlke ve İnkılâplarının ve Lâik Devlet Niteliğinin Korunması’ matlaplı 84. maddesinin ‘c’ fıkrasında yer alış biçimiyle, siyasi partileri ‘kapatma cezâsı’yla tehdit ettiği sürece bu problem devam edecek demektir.

Anayasamızın 174. maddesinde yer alan ‘inkılâp kanunlarının korunmasına ilişkin madde, ‘…inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.’ demektedir.

Bu ifade, yanlış bir algı ile ‘değiştirilemez‘ şeklinde yorumlanmaktadır.

Ayrıca sosyolojik ve stratejik problemler vardır:

Çetinoğlu: Neler meselâ?

Dr. Sezgin: Türkiye’de köylüler özellikle 1980 sonrasında, beklenmedik şekilde köylerini terk ederek şehirlere göçtüler.

Köylerde kalan nüfus -nerede ise- tarım ve hayvancılığı tehdit edecek kadar azaldı. Batı uygulamalarında köyler, eğitim, kültür ve sosyal olarak şehirlileştirildiği halde, üzülerek tespit etmeliyiz ki, şehirler köy kültürünün baskısı altına girdi. Başka bir deyişle ‘şehirler köyleşti‘ denilebilir.

Bu yapı içinde aş, iş ve şehir hayatına uyumlu olma gayretindeki gece kondu yapısı içindeki köylüleri bu defa da 1990 yılındaki Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla dünyayı saran yeni, sosyal, iktisadi ve kültürle alakalı çatışmalarla birlikte ülkeler arasındaki dostluk ve düşmanlık kavramlarının da değiştiğine şahit olunmuştur.

Batı, Nato’ya ihtiyaç kalmadığı ve Türkiye’nin itibarının sonuna gelindiği mesajları altında yeni anlayışlar ortaya koymaya başladı.

Ülkemizde ve batı da artık Komünizm tehdidi kalmadı. Ancak Nato’yu yeni anlayışa uygun hâle getirdi.

Türkiye konusunda yurt dışında diplomatlarımıza yönelik Ermeni kökenli cinayet örgütlerinin sonlandırıldığı 1984 yılında, bir baskınla ortaya çıkan PKK terörü Türkiye üzerinde hesapları olanlarca ortaya çıkartılmıştı.

1984 yılının ABD ve batılı ülkeler tarafından Sovyetler Birliği’nin dağılacağının anlaşıldığı ve yeni yapı için personellerinin eğitimine başladığı yıldır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla eski Marksistlerden ailesi Alevî olanlar için yeni bir görev ortaya çıkmıştı: Avrupa ülkelerinde Alevî organizasyonları kurmak…

Bu çalışmalarla Avrupa ülkelerinde Alevîlik ‘kendine özgü din‘ statüsü kazanmaya başladı. Kürdoloji çalışmalarının merkezinin Paris olmasına karşılık, Alevîlik çalışmalarının merkez üssü Almanya hâline geldi.

Batıya daha önce işçi olarak gitmiş Türklerden Alevî olanlar evlerine, derneklerine mutlaka Türk Bayrağı ve Atatürk büstü koyarlar, kendilerini ‘Türk Alevî‘si olarak tanımlarlardı.

1990 sonrasında büstler, Türk bayrakları kalktı ve sıfatlarının başındaki ‘Türk‘ ve ‘Türkiye‘ kelimeleri çıktı. Artık batılılardan, derneklere maddî destek verilebilmesi için bunlar isteniyor. Türk ve Türkiye kelimelerinin yerini ‘Anadolu‘ kelimesi aldı.

Yozlaşmada ülke içindeki olumsuzluklar, aşağılamalar ve ötekileştirmeler, ‘Alevîleri kazanma‘ adı altında hızlandı, iktisadi ve siyasi destekler buldu.

Ülke, köyünden, kasabasına, şehrinden başşehrine Cemevleri ile doldu.

Târihî Karacaahmet ve Şahkulu dergâhlarının üzerlerine bile ‘Cemevi’ levhaları asıldı.

Çetinoğlu: Alevîlerle alakalı problemleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Sezgin: Alevîlik konusu sosyal, kültürel, dînî, hukuki, stratejik bir problem olmakla birlikte özü itibariyle bir dinî ve tasavvufi problemdir.

Çetinoğlu: Dînî ve tasavvufi problemden kasıt nedir?

Dr. Sezgin: İşin doğrusu en önemli din problemi olduğu gibi, aynı zamanda çok önemli bir şehirlileşme ve sosyal gelişme meselesidir.

Çetinoğlu: Tasavvufla alakalı problemler nelerdir?

Dr. Sezgin: Alevî cemlerine köylünün bağlı olduğu Dede Ocağı’ndan gelen Dede ‘Mürşit‘ olarak katılır. Dede ve ailesi de o ocağın dedesinin denetim ve yönetimine, başka bir ifâde ile irşadına emânet edilen köylülerce yakından bilinir ve tanınır. Köyün Dedesi de köyde tâliplerini, çocuklarını, kimin kiminle musahip, yâni tarikat kardeşi olduğunu bilir.

Dede tarafından rehberlik yapılan cemlere diğer köylülerden ikrar vermeyenler dâhil hiç kimse giremez.

Dede’nin görevini yapabilmesi Hacıbektaş ilçesinde oturan, Hacı Bektaş Veli Postnişini olan ve ‘Çelebi‘, ‘Serçeşme‘ gibi unvanlarla anılan zat tarafından görevlendirilmiş olması mecbûrîdir. Hâlen ülke genelinde görev yapanların hizmet bölgeleri, köy köy kimlere ait olduğu bilinmektedir. Dede ailelerinin ellerindeki icâzetnamelerde de hangi köylerde irşada yetkili oldukları yazılıdır. Dede hiçbir surette kendisine verilmiş bölge dışında hizmete yetkili değildir. Şehirlerde bu klasik sisteme uymayan yapılar oluşmuştur. İstanbul’da ikamet eden bir Dede, diyelim ki Tunceli köylerinde görevli (yetkili) bir zattır. Bunun İstanbul’da oturan ve önceden tanımadığı, kendisine tâlip / derviş olmamış kimselere Dedelik görevi yapamaz.

Bu başka yerde görevli ve yetkili hâkimin, misâfirliğe gittiği başka bir şehirde, yetkisiz olarak cübbe giyip hâkimlik yapması gibidir.

Gelenekte, Hacı Bektaş Veli Vekili de olan Çelebi tarafından, görevlendirilmeyen bir şehirde, görevli olmadıkları, birbirleriyle, tanışmayan şahısların katıldığı bir toplantıda cem yapılamaz.

Cemevi’nin bulunduğu binanın bağlı olduğu Vakıf veya derneğin Yönetim Kurulu tarafından yetkilendirilmiş Dede hangi yolun, nasıl bir erkânın mürşididir?

O zaman şehirlerde ki cemevi binalarında yapılan cemler folklorik birer gösteriden ibârettir.

Mânevî olarak orada yetkisiz bir kişinin, tanımadığı ve aralarında çoğunlukla kendi tâliplerinin olmadığı bir toplantının Hacı Bektaş Veli yoluna ait olduğu nasıl anlatılabilir ve nasıl anlaşılabilir?

Diğer taraftan usul ve erkân kuralları gereği, ikrar vermemişlerle, yabancıların da alındığı salonlarda bu toplantılar, yola veya erkâna ne kadar uygundur? Bu soruların cevabı yoktur. Maaşlı, Dernek Dedesi veya Vakıf Dedesi târihî geçmişte ve gelenekte yoktur. Bu problem tasavvufi yol, gelenek ve kültür açısından son derece önemli ve ciddî bir meseledir. Yol ve erkânın yozlaşması, yolun kuruluş ilkelerinin ve hiyerarşisinin keyfi olarak bozulmasıdır.

Çetinoğlu: Dergâh, tekke ve benzerlerinin mal varlıkları ve gelir kaynakları ile alakalı problemler nelerdir?

Dr. Sezgin: Tarikatların kapatıldığı târihe kadar bütün tarikatların kendi mülkleri olarak ülkenin dört bir tarafında dergâh, zâviye, tekke gibi isimlerle gayrimenkulleri bulunduğu gibi, bu dergâhlara vakfedilmiş tarım arazileri; yâni vakıf gayr-i menkulleri bulunuyordu.

Bu gayr-i menkullerden şeyhlerinin şahsî mülkleri kendilerine verildi. Ancak vakıflara ait olanlar devlet hazinesine devredildi.

Geldiğimiz sosyal ve hukûkî çerçevede vakıf olup olmadığına bakılmaksızın, Avrupa Birliği’nin talebi üzerine kiliselere ait vakıflar kiliselere iade edildi.

Bu kurumlara ait problem, çözüm masasına geldiğinde bu gayrimenkuller meselesinin de çözülmesi; eski sahiplerine verilmesi gerekmektedir.

Diyelim ki, Hacıbektaş ilçesindeki arazilerin önemli bir kısmı Hacıbektaş Veli Dergâhı’na vakfedilmiş arazilerdi. Diğer türdeş dergâhların da durumları aynı şekilde olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Çetinoğlu: Problemler ortaya konuldu. Çözüm tekliflerinizi de röportajın ikinci bölümünde konuşuruz.

 

 

Önceki İçerikBu Şartlarda Köle Bile Alamazsınız
Sonraki İçerik“Nefsini bilen, Rabbini bilir
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.