CHP’li bazı milletvekilleri “baskıya karşı direnme hakkı şartlarının oluştuğunu, bu yasalara karşı halkın sokak sokak direneceğini” ifade ettiler.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu konu hakkında şu yorumda bulundu: “Yapılmak istenen yargının ele geçirilmesidir. Karşılaştığımız tehlike, cumhuriyet tarihimizde karşılaştığımız en büyük tehlikedir. Yargının, siyasi iktidarın kontrolüne girmesi faşist bir yönetime doğru gidiştir. Bu, ancak faşist yönetimlerde olur. Buna karşı da demokratik direnme hakkı doğar. Çünkü toplumun yapacağı başka bir şey kalmaz. Yargı da siyasi otoritenin yönlendirmesi altına girince, tuz da kokar ve demokratik direnişten başka yol bulamaz. O zaman demokratik toplumsal direniş bir hak olur. Elbette kimseye elinize silah alın ortaya çıkın, demiyoruz. Biz tehlikeye dikkat çekmek istiyoruz.”
Genel Başkan’ının ifadesinden anlaşıldığına göre, CHP’li milletvekillerinin çıkışı ferdi değil, kurumsal olarak CHP’nin tavrıdır. Bu tespit çok önemli. Önce, CHP bu noktaya nasıl geldi ona bakalım.
*********
8 yıllık AKP iktidarı boyunca Türkiye’de dengelerin çok değiştiği aşikâr. Eskiden zaman zaman siyasete ve idareye müdahaleleri olan “zinde güçler” ya sindirildi veya AKP’nin kontrolüne girdi. Seçtiklerinin “muktedir” olmasını engelleyen güçlerden bizar olmuş kitleler, bu güçlerin sindirilmesini “demokrasimizin normalleşmesi” olarak değerlendirmekte ve geleceğe ümitle bakmakta. Bunun yanında her devrin adamı olmayı beceren güçperestler de dağınık bulunan güç odaklarının tek elde toplanmasına destek vermekte.
Demokrasi adına savunulması mümkün olmayan bu müdahaleleri yapan kurumlardan TSK, Ergenekon, Balyoz vd davalar eşliğinde yürütülen psikolojik savaştan büyük yara aldı. TSK artık bırakın günlük siyasete dair görüş açıklamak, rejimle ilgili kaygıların yoğunlaştığı hallerde bile fikir beyan etmiyor. Laik kesimlerin “TSK buna izin vermez” güveni içinde olduğu birçok konuda “olmazlar” olduğu halde, TSK sipere yatmış tam bir sessizlik halinde beklemede.
AKP’nin ilk döneminde Cumhurbaşkanı, YÖK gibi özerk kurumlar ve merkez basın muhalefetin sayıca yetersizliğinden kaynaklanan güçsüzlüğünü telafi edecek muhalif tutumlarıyla, bir nevi iktidar gücünü sınırlayan “çek/balans” özneleri durumundaydı. Şimdi bu kurumlar tamamen AKP’nin kontrolünde.
Demokrasilerin diktatörlüğe dönüşmesinin sigortası olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesi fiilen kağıt üstünde kalmış, sistemin kendi içinde “çek/balans” yapan kurumlarına, iktidar partisi balans yapmakta.
TSK, merkez medya, işadamları, YÖK vd kurumlar AKP’nin iktidardan düşmesi halinde muhtemelen tavır değişikliğine gidecektir. En büyük mücadelenin sürdüğü Yargı eğer AKP’nin tam kontrolüne geçerse, en kalıcı ve önemli güç kayması yargıda gerçekleşmiş olacak, etkisi AKP iktidardan düşse de devam edecektir.
CHP’nin endişesi rejimin diktatörlüğe dönmekte olduğuna dayanıyor. Bu durumda toplumsal direnme hakkının doğduğunu telaffuz etmeye başladı. Direnme hakkının telaffuzu bile durumu vahim ve son derece kritik olarak nitelendirmemiz için yeterlidir.
**********
Diğer taraftan Ülkücü kesimin saygın ismi Prof. Dr. Ümit Özdağ, Yeniçağ Gazetesinde “12 Haziran Seçimlerinde Neden MHP Desteklenmelidir?” başlıklı 3 günlük yazı dizisinde Türk Milliyetçilerinin endişelerini sıralamakta. “AKP yeniden seçilirse” neler olabileceğine dair (bugüne kadar izlenen politikaları değerlendirerek) şu öngörülerini ortaya koyuyor:
1- AKP tekrar seçilirse, Anayasayı değiştirecek. Yeni Anayasadan “Türk milleti” tanımı çıkarılacak, giriş bölümü çıkarılacak ve ilk 3 madde değiştirilecek veya içeriği boşaltılacak.
2- Genel af çıkarılacak ve A. Öcalan dâhil bütün terör örgütü üyeleri serbest kalacaktır. (Bkz. “Habertürk, 19 Kasım 2010, Fatih Altaylı,” Terörü bitirmek için protokol imzalandı mı?)
3- Halen K. Irak’a eğitim için yolladığı kadrolar Türkiye’ye dönecek ve önce Kürtçe seçmeli ders olacak sonra Kürtçe eğitime geçilecek. (Bkz. Taraf gazetesi 24 Aralık 2010)
4- Öcalan’ın serbest kalması süreci ile PKK’nın “demokratik özerklik” çözüm önerisi görüşülerek bir ara çözümde buluşulacak. Bu çözüm, millî ve üniter devleti parçalayacak yerine bir adem-i merkeziyetçiliğe/eyalet sistemine ve etnikçiliğe dayalı bir Türkiye kuracak.
5- Türkiye başkanlık sistemine doğru ilerleyecek. Erdoğan başkan olacak. Bu değişim parlamenter demokratik kültürü yeni yeni oluşturmaya başlamış olan ülkemizde daha da güçlü bir baskı rejimi oluşturacak.
6- Yargı tamamen AKP’nin güdümüne girecek. Herhangi bir AKP’li ile davası olan bir vatandaşın ne kadar haklı olsa da o davayı kazanma şansı olmayacak.
7- İç ve dış borçlarımız 221 milyar Dolardan, nasıl sekiz senede 508 milyar Dolar’a yükselmiş ise aynı hızla yükselmeye devam edecek. Sıcak para ile finanse ettiği bu borçlar bir süre sonra finanse edilemez hale gelecek ve Türk ekonomisi çökecek. Yeni yatırımların olmadığı bir ortamda işsizlik ağırlaşarak devam edecek.
“AKP’nin sürdürmekte olduğu milli-üniter devletin tasfiyesi ve anti demokratik bir nizamın tesisi süreci hızlanmıştır. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en ağır ve acil sorunun, “Türkiye’nin birliği” sorunu olduğunu görmekteyiz” diyen Özdağ, “ekonomi filozofu diye tanınan” Ege Cansen‘in sözlerini de aktarıyor: “AKP’nin, gerek büyük devletlerin ‘bırakın Kürtler kendi kendini yönetsin’ baskılarıyla, gerek kendi felsefesi sonucunda Türkiye’de bölünme fiilen başlamıştır.” (22 Ocak 2011 Hürriyet)
Eğer “AKP Haziranda tekrar seçilirse” ve Ümit Özdağ‘ın işaret ettiği tehlikeler teker teker icraata geçerse, “direnme hakkının doğduğuna” inananlar sadece CHP’lilerden ibaret kalmayabilir. MHP ve diğer partiler, hatta AKP’ye oy vermiş milliyetçi muhafazakâr kitleler de “direnme hakkını” kullanma mecburiyetini duyabilir.
Nitekim Arslan Bulut, “Türkiye’nin üniter-ulus devlet yapısını değiştirmeye yönelik bütün girişimlere karşı Türklerin de direniş hakkı vardır” diyerek, bu hakkın Anayasadaki kaynağını hatırlatmakta: “Bu hak ve görev Türk Anayasası’nın ‘Başlangıç’ ilkelerinin son cümlesinde ‘Bu Anayasa’nın temel ilkeleri, Türk Milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlâtlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunmuştur!’ diye belirtilmiştir.” (27 Ocak 2011 Yeniçağ)
Endişeliyim. Çünkü direnme hakkının doğduğu şartlar oluşmuşsa durum çok vahimdir. Oluşmamış olsa bile, muhalefetin buna inanması ve telaffuz etmeye başlaması da çok ürkütücü gelişmelerdir.