(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)
Birinci ciltle aynı ölçülerde ve kalitede 251
sayfalık eserin künye bilgilerinde ‘Kurucusu:
Mehmet Cemal Çiftçigüzeli’ ibâresi dikkat çekiyordu. Eserin Birinci
baskısının Aralık 2020’de yapıldığı belirtiliyordu.
İÇİNDEKİLER
ÂDEM KORKMAZ: Takriz.
TAHSİN YILDIRIM: Editörden.
M. UĞUR DERMAN: Mehmed Âkif
Bey’in Hakîm Senâî’den Bir Tercümesi.
ÂLİM KAHRAMAN: Mehmed Âkif’in
Muhammed İkbal’le Görüşmesi
BEŞİR AYVAZOĞLU: Mehmed Âkif, Fâruk Nâfiz ve ‘İkinci Mektup
İBRAHİM ÖZTÜRKÇÜ: Tâhirü’l-Mevlevî ve Mehmed Âkif’in ‘İrfan’ Dostluğu.
GÜLLÜ YILDIZ – İSMAİL KARA. Rıza
Tevfik’le Said Halim Paşa Arasında Teâti Edilmiş Fransızca Birkaç Felsefî
Mektup.
MEHMET KARACA: Halkalı Ziraat
Mektebine Dâir Bir Belge.
MEHMET RUYAN SOYDAN: Mithat Cemal’in ‘Mehmed Âkif’ Kitabının İkinci
Cildi.
ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU: Uğur
Derman’dan Ziyad Ebüzziya’ya Bilgi Notu: Mehmed Âkif ve Kur’ân Meâline Dâir.
ÖMER HAKAN ÖZALP: Muâsır Üç
İslâm Şâiri: Mehmed Âkif, Muhammed İkbal ve Mustafa Sâdık er-Râfiî ve Âhiretten
Gelen Bir Mektup.
TAHSİN YILDIRIM: Mehmed Âkif’in Güreş Merakı ve Hocası Kıyıcı Osman
Pehlivana Dâir
TURGAY ANAR: İmza ve Vecize: Bosnalı Ali Şevki Hocaya Dâir Yeni
Bilgiler.
YASİN BEYAZ: Arap Dünyâsında
Mehmed Âkif ve Arapça Literatürde Mehmed Âkif Bibliyografyası Denemesi.
MEHMET RUYAN SOYDAN: Hazîne-i
Evrak.
MEHMET CEMAL ÇİFTÇİGÜZELİ: Vakfımızın
Öyküsü.
ZAFER GÖLEN: Burdur Mehmet Âkif
Ersoy Üniversitesi Mehmet Akif Ersoy Uygulama ve Araştırma Merkezi.
METİN BOYACIOĞLU: Mehmet Mesut Boyacıoğlu’nun Ardından.
MEHMET CEMAL ÇİFTÇİGÜZELİ: Derviş,
Çelebi, Bilge ve Filozof Bir Yazar; Mehmet Çetin.
Eserden Seçmeler:
EDİTÖRDEN
TAHSİN YILDIRIM
Mehmed Âkif, içinde doğup büyüdüğü
coğrafyanın ve Türk-İslâm âleminin uyanık bir beyni olarak, çağını çok iyi
tahlil etmiş, onun eksik ve ârızalarını, çürümüş yanlarını teşhis ederek
inanç-vicdan-bilim eksenli önemli reçeteler sunmuş bir mütefekkir şâirdir.
Âkif’in fikirlerinin tutarlı olmasının temelinde; kendisinin hem pozitif
bilimlerde hem de dinî ilimlerde çok iyi bir eğitim alması, milletinin bu
topraklarda geçirdiği bin yılı ve onun maddî-mânevî dinamıklerini iyi bilmesi
ve döneminin iyi bir müşâhidi olması yatmaktadır. Bu özellikler onun şiirlerini
çok iyi beslediği gibi, fikirlerinin de tutarlı olmasını sağlamıştır.
Türkiye’de yaşayan farklı sosyal kesimlerin
her birinin onurunu gözeterek birlikte yaşamanın, ‘toplu vuran yürekler’
hâlinde bir millet teşkil etmenin felsefesi, en güzel şekliyle Âkif’in
söylemlerinde ifâdesini bulduğu milletimizin ortak kanaatidir. Tertemiz,
lekesiz hayatı, mücâdelesi herkesin mâlumu olmasına rağmen bir dönem Mehmed
Âkif’i unutturma çabaları bu ülkenin acı gerçeklerindendir. Bununla birlikte
2011 yılının ‘Mehmed Âkif Ersoy Yılı’
ilân edilmesinden sonra ülkemizin gündemine yeniden giren Mehmed Âkif’i daha
iyi anlamak ve anlatmak için çeşitli çalışmalar yapılmış, fikirleri ve dönemi
için hâfıza tâzelemesi yapılmıştır. Âkif’e dâir yeni bilgi ve belgelerin azlığına
rağmen, hakkında yapılan çalışmaların ritmini hiç kaybetmeden devam ediyor
olmasını, bıraktığı tesirin kuvvetinde, fikrî mîrâsının genişliğinde
aramalıdır.
Kurulduğu 1984 yılından îtibâren Mehmed
Âkif’in ahlâkî, edebî, ilmî mîrâsını topluma, araştırmacılara ve genç kuşaklara
ulaştırma maksadıyla çeşitli faaliyetler içinde olan Mehmed Âkif Ersoy Fikir ve
Sanat Vakfı, Mehmed Âkif’e ve yakın çevresine dâir yeni bilgi ve belgeleri
ilgilisine ulaştırmak gayesiyle ilkini 2019 yılında neşrettiğimiz Âkif
Salnâmesi (Mehmed Âkif ve Yakın Çevresine Dâir Etütler-Araştırmalar) ile
muhataplarından takdir ve ilgi gördü. Takdirlerinize sunduğumuz Âkif Salnâmesi’nin
ikincisinde ilk defa gün yüzüne çıkan Âkif ve yakın çevresini konu alan
çalışmalarla Safahât şâirine dâir bilinmesi gerekenlerin hâlâ var olduğunu
ortaya koyarak Âkif’in biyografisine dâir yeni bilgi ve belgeleri muhatapların
ilgisine sunacaktır. Bu vesile ile bundan sonra neşredilecek salnâmelere
araştırmacıların katkısıyla Âkif, çevresi ve dönemine ışık tutulmaya devam
edilecektir. Son zamanlarda neşredilen çalışmalarla Âkif’e olan ilginin artmasını
sevinç ve heyecanla tâkip edilmektedir. Yayınlanan bu eserlere kaynaklık teşkil
edecek belge, referans metinlerle araştırmacılara başucu eser niteliğinde
olacaktır.
Yıllardır birbirinden haberdar olmayan Âkif
sevdalılarının bir bölümün toplandığı çatı olan Mehmed Âkif Ersoy Fikir ve
Sanat Vakfı’nda Âkif Salnâmesi’ne olan ihtiyaç hep zikredilmekteydi. Bu anmalar
yıllardır peşinden gittiği Mehmed Âkif’e âit her izi, hâtırâyı bir mübârek emânet
olarak görüp yarınlara taşıyan Mehmet Ruyan Soydan’ın teklif ve ısrarı, samîmi
bir Âkif muhibbi vakıf başkanımız Mehmet Cemal Çiftçigüzeli’nin tavsiyeleriyle
2019 yılında ete kemiğe büründü.
Salnâmemizin bu sayısında editör olarak
bendeniz zikredilse de gün yüzüne yeni çıkan bilgi ve belgelerin iki kapak
arasında takdirlerinize sunulmasının asıl kahramanı gönlünü Âkif sevdalılarına
açtığı gibi sabırla ve titizlikle oluşturduğu koleksiyonunu salnamemize de açan
Mehmet Ruyan Soydan Bey’dir. Bu vesileyle kendilerine teşekkür ederiz.
…
Bir
Çelebiyi Daha Kaybettik
Kıymetli bir araştırmacı, güçlü bir kalem,
biz gençlerin yol göstericisi; din, vatan ve millet âşığı, nezih yürekli vefakâr
büyüğümüz Mehmet Çetin’in (1956-2020) vefatını Salnâme’mizin baskıya gideceği
gün öğrendik. Eserleri, fikirleri, dostluğu ve muhabbetiyle bizlere inanmış bir
münevverin mücâdele mîrâsını bırakan Mehmet Çetin ağabeyimizi kaybetmenin üzüntüsünü
yaşıyoruz.
Bürde Yayınevi’nde idâdecilik yapan, Yönelişler
Dergisi’nin yazı işleri müdürü olan, vakfımızın da müdürlüğünü yapan gerek
eserleri gerekse duruşuyla sinelerde, gönüllerde her dâim yer bulan hizmet ve
himmetleriyle ismini târihe yazdıran kıymetli Mehmet Çetin düşünce dünyâmıza
önemli katkılar sağlamıştır.
Onun yazdığı gibi ‘Dil susar, gönül yanar ama hazan gülistana devinir.’ Kamuslar boyu
susup, yanlış târihin içinde kimseye küsmeden, hâtırâların üstüne basmadan
giden, bilenmiş kelimelerin, ‘Sessiz Bir
Gidişin’ şâiri Mehmet Çetin ağabeyin ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
MEHMED
ÂKİF KUR’ÂN-I KERİM TERCÜMESİ MESELESİ
UĞUR DERMAN
5 Şubat 1981
Aziz Ziyad Beyefendi,
Bir gazeteye yazmak üzere, Türk İslâm Eserleri
Müzesi hakkında benden istediğiniz notu ilişikte takdim ediyorum.
Mehmed Âkif, ilk defa 1912’de Mısır’a
gitmiştir ve iki ay kadar kalmıştır. Büyük Zafer’i müteakip Mayıs 1923’te
İstanbul’a döndü. Birinci Meclis’ten sonra mebusluğu sona ermişti. Abbas Halim
Paşa ile Ekim 1923’de tekrar Mısır’a gitti. O kışı Mısır’da geçirdi. Baharda
döndü. Artık her sene kışları Abbas Halim Paşa’nın dâvetlisi olarak Mısır’da
geçirmeye başladı.
Tercüme
Meselesi
Büyük Millet Meclis’i Kur’ân-ı Kerîm’in tercüme
ettirilmesine karar verince, Diyânet Riyaseti Âkif Bey’e mürâcaat etti, fakat
Âkif Bey kabul etmedi. İşi Diyânet’in müşâvirlerinden Aksekili Ahmet Hamdi
Efendi tâkib ediyordu. Onun ve diğer dostların ısrarıyla ve Elmalılı Hamdi
Efendi’nin de Kur’ân tefsiri yazması şartıyla, Âkif Bey Kur’ân tercümesi değil,
meâli hazırlamaya karar verdi. Bunun için Diyânet’in tahsis ettiği paranın ve düşünülen
şartların lâkırdısını bile etmedi. Aksekili’nin noterde hazırlattığı mukaveleyi
imzaladı. Tercüme ve tefsir için on iki bin lira ayrılmıştı. Her ikisine biner
lira avans verildi. İkisi de çalışmaya başladılar. Bir müddet sonra Âkif Bey’in
bermutad Mısır’a gitme zamanı geldi. Tercümeleri oradan Elmalılı Hamdi
Efendi’ye gönderecek, o da altına tefsirini ilâve edecekti.
Hamdi Efendi’nin her cüzü bitirdikçe Ankara’ya
göndermesine karşı, Âkif Bey tamamen bitirmedikçe teslim etmeyi doğru bulmuyordu.
Çünkü tekrar gözden geçirmek emelinde idi. Halbuki Diyânet İşleri hemen
neşretmek istiyordu. O halde mukaveleyi feshetmekten başka çâre kalmamıştı. Âkif
Bey avans olarak bin liradan başka bir şey almadığı için onu iâde edecek, bu
suretle tercümeyi göndermek mükellefiyetinden kurtulacaktı. Tefsiri yapmakta
olan Hamdi Efendi tercümeye âid tahsisatla tercüme işini de kabul edecekti.
Âkif Bey de bunu muvafık gördü. Evvelce aldığı bin lira avansla mukaveledeki
bütün hukuk ve vazifelerini Hamdi Efendi’ye devretti. Bu hususta Fuad Şemsi
İnan’a vekâlet göndererek Beyoğlu 4. Noterliğinde Hamdi Efendi’nin ve Diyânet
Riyâseti mümessilinin huzurunda resmen devr ü teslim muâmelesi yapıldı. Bu
suretle meblağın tamamı (12 bin lira) Hamdi Efendi’ye verilmek, tefsirle birlikte
tercümeyi de bizzat Hamdi Efendi yapmak üzere mesele neticelendi.
Âkif Bey de serbest kalmakla berâber, çalışmasına
devam etti. Tamamladığı halde noksan kaldığı kanaatinde idi. ‘Beni tatmin etmeyen bir eser, başkalarını
nasıl tatmin eder?’ diyordu. İstanbul’a dönerken, tercümesini Mısır’daki
arkadaşı Müderris Yozgatlı İhsan Ef.’ye bırakmış; eğer dönebilirse ikmâl
edeceğini, dönemezse kendisinde kalmasını istemişti.
***
Rahmetli Mâhir İz Bey’den işittiğime göre,
Âkif Bey Kur’ân tercümesinin şâyed kendisi dönemezse yakılmasını vasiyet etmiş.
Vefatından sonra bu vasiyet yerine getirilmiştir. Âkif Bey’in bu derece
çekinmesine sebep 1930’larda Kur’ân’ın aslı yerine Türkçesinin okunma modasının
resmen tervici olmuştur. Çünkü kendi tercümesinin aslının yerine bu maksatla
kullanılacağını düşünmek bile onu hasta etmiş, ‘yarın huzur-ı Rabbülalemine ben ne yüzle çıkarım?’ demiş olduğu
nakledilmiştir ki, o târihlerdeki delice hareketler düşünülürse (Sarayda Türkçe
namaz tecrübeleri! Türkçe Kur’ân tilâvet etmeler gibi…) Âkif Bey gibi bu konuda
çok hassas olan bir kimseye hak vermemek elde değildir. Ama yakılmayıp
saklansaydı, o devirden sonra elbet neşredileceği zaman gelirdi.
***
Âkif Bey 27 Aralık 1936’da vefat edince,
ertesi günü kendisi için hiçbir resmî merâsim düşünülmemişti. (Zaten hastalığı
sırasında da resmî şahıslar kendisini ziyâret etmekten kaçınmışlardır. 1923’de
mebusluğunun bitişini müteâkip kendisine bir başka resmî iş teklif edilmediği
gibi hakkettiği emeklilik maaşı da bağlanmamıştır. Mısır dönüşü, çok
uğraşıldıktan sonra emekliliği tahakkuk etmiş, fakat onca yıldır biriken maaşı
da verilmemiştir.) Bunun üzerine kadirşinas Türk gençleri cenâzeye sâhip çıkmış
ve onların gayretiyle kaldırılmıştır. 31 Aralık 1936 akşamı Yüksek Ticâret Mektebi’nin
Tokatlıyan salonlarında tertip ettiği yılbaşı balosunu şereflendiren Atatürk, Âkif’e
yapılan gayriresmî, lâkin samîmi merâsime muğber olduğu için gençlere hitaben:
‘Neydi o geçen günkü rezâlet?’
girişiyle, ağır bir çıkışta bulunmuş, böyle bir adama gençlerin gösterdiği bu
âlâkayı takbih eden bir konuşma yapmıştır.
Âkif Bey’in defni sırasında işittiğime göre
kabri başında -o zaman Askerî Tıbbiye talebesi- Fethi Tevetoğlu bir konuşma
yapmış. Onunla temas olunabilirse belki bir şey öğrenilir. U.D.
ÂKİF’İ
İLK VE SON ZİYARETİM
ZİYAD EBÜZZİYA
İstanbul Hukuk Fakültesi’nde idim. Amcam,
merhum Velid Ebüzziya, Zaman isminde bir gazete çıkarmağa başlamıştı. Ben de dünyânın
bu en tatlı ve en güç mesleğine bu gazetede adım atmıştım.
Büyük millîyetçi, vatansever, sarsılmaz iman
sâhibi, yüce şâir Mehmet Âkif, Mısır’dan yurda dönmüştü. Dönmüştü ama Balkan ve
Cihan harblerinin ıztırab ve felâketlerinin, işgal yıllarında, Kurtuluş
savaşında, Türk’ün zafere ulaşacağına, istiklaline kavuşacağına olan inancıyla
verdiği mücâdelenin yıpratamadığı o pulat bünyeyi, on bir sene süren Mısır
ikameti, çektiği vatan hasreti, eritmiş bitirmişti. Yurda dönmüş bulunan,
hiçbir güç karşısında yenilmeyen, eğilmeyen bu mücâdele heykeli, ruhen yine
dimdik ve azim dolu idi ama artık vücudu, bu azim ve iman volkanını
taşıyamıyordu, beden çökmüştü. Âkif hasta, çok hasta idi. Yıllarca hasretini
çektiği, özlediği sevgili İstanbul’unu dolaşma imkânını bile bulamadan,
hastaneye yatırılmıştı.
Velid Bey’le Âkif’in dostlukları kardeşlik
derecesinde idi. İstiklal Savaşı’nda, Âkif Ankara’da, Velid Bey İstanbul’da, düşmanı
def etmeğe uğraşırlarken de temaslarını kesintisiz devam ettirmişlerdi. Cumhuriyet’in
ilk yıllarında ikisi de İstanbul’da buluşmuşlardı. Sık sık görüşüyor,
dertleşiyorlardı. O yıllarda Galatasaray’da yatılı öğrenci idim. Hafta tâtiline
perşembeleri çıkılırdı. Ben de doğru matbaaya giderdim. Maalesef, üstadın,
amcamı, matbaamızda ziyâretlerinin hiçbirinde bulunabilmek saâdetine
erememiştim.
Âkif’in hastaneye yatırıldığı haberi gelir gelmez,
Velid Bey, hemen ziyâretine koştu. Döndüğünde yüzü karma karışıktı, hüzne
boğulmuştu. Bakışlarımda beliren suali anlamış, sormama mahal kalmadan
cevaplandırmıştı: ‘Harab olmuş, bitmiş!
Doktoru ile görüştüm. Ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar, fakat
endişeliler. Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ile toparlanır inşallah!’ sözleri bugün gibi
kulağımdadır.
Kıymetli yazar ve gazeteci, merhum Feridun
Kandemir, Zaman adlı gazetemizde röportajlar yazardı. Kandemir, Cihan
Harbi’nde, Medine İzmit gazeteciler buluşmasında, Deli Hâlit Paşa, Mustafa
Kemal Paşa ve Velid Ebuzziya, 1922 Müdâfaası kahramanı Fahri Paşa’nın birliklerinde
vatanî görevini yaparken, Hicaz’da Âkif’le tanışmış, Millî Mücâdele yılları
boyunca da Ankara’da vazife görürken berâber olmuş, onu yakından tanımak saâdetine
eren herkes gibi, bütün varlığı ile bağlanmıştı. Kandemir, bir Temmuz günü
gazeteye geldi. Fotoğrafçımızı arıyordu. Ne olacak diye sordum. ‘Âkif’i görmeye gideceğim, resmini de
çektirmek istiyorum’ deyince, amcamdan cesâret edip dileyemediğim, beraber
gitme ricamı, Kandemir’den istedim.
Hastahânenin uzun ve hasta kokulu koridorlarında
yattığı odaya yaklaşırken duyduğum heyecanı târif edemem. Odaya girdik.
Bembeyaz bir oda, beyaz demir bir karyola, yastıklara sırtını dayamış, yarı
uzanmış bir kimse. Beyaz bir sakalın çevrelediği sapsarı kesilmiş beniz, içine
çökmüş yanaklar ve halsizliğin nispetsizce uzattığı hissini veren, sivrilmiş ince
uzun bir burun. Kandemir’i görür görmez, bu soluk yüzde, bir tebessüm belirdi
ve bu halsiz vücuddan beklenmeyen gür, canlı bir ses: ‘Vay! Gel bakalım, Mücâdele dostum!’ dedi. Odada birkaç ziyâretçi
vardı. Kandemir’e biri sandalyesini verdi. Âkif, yatağının yanını gösterdi: ‘Gel, şöyle yakınıma otur!’ dedi. Ben
kapının kenarında, ayakta, harab olmuş, erimiş bu emsalsiz kıymete bakıyordum.
Kandemir: ‘Size Ebüzziya’nın torununu getirdim!’ deyince, Âkif’in bakışları bana
çevrildi, yukarıdan aşağı bir süzdü, sonra yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi:
‘Zahmet ettin oğlum! Ayakta kaldın!’
dedi. Kandemir: ‘Müsaade ederseniz
elinizi öpmek ricasında’ deyince, ‘Gel
bakalım oğlum!’ dedi ve derisi kemiğine yapışmış elini hafifçe kaldırarak
uzattı. Ben eğilip bu mübârek eli öperken, Âkif, diğer eliyle saçımı okşadı ve:
‘Allah seni de büyükbabanın, babanın,
amcanın yollarından ayırmasın!’ dedi. Yine kapının kenarına çekildim.
Müsaadesiyle, koridorda bekleyen fotoğrafçımızı çağırdık, Âkif’in yalnız ve
Kandemir’le birlikte resimleri çekildi.
Kandemir, çıkartmakta olduğu mecmûasında, bu ziyâreti
‘Mehmed Âkif’le Son Konuşma’ başlığı ile
yayınladı ve o târihî resmi de bastı. Yanılmıyorsam Âkif ile yapılan son
yayınlanmış konuşma budur.
HAZÎNE-İ
EVRAK
Mehmet
Ruyan Soydan birinci ciltte
olduğu gibi, ikinci ciltte de arşivindeki belgeleri ve belgelerle ilgili
açıklamaları okuyucunun bilgisine sunuyor. Belgelerden 3 tânesi:
-Mehmed Âkif’in kabrinin nakline âit fotoğraflar
-İslâm Mecmûâsında okuyucularına mektubu.
-İspartalı Zeynel Âbidin
Bey’in Terâcim-i Ahvâli.
***
Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, ‘Mehmed
Âkif Salnâmesi’ isimli eserin ikinci cildinde; ‘Vakfımızın Hikâyesi’ başlığı altındaki yazısında Mehmet Âkif Ersoy
Fikir ve Sanat Vakfı’nın faaliyetleri ve Taceddin Dergâhı hakkında önemli
bilgiler sunuyor.
Vakıf Mütevelli Heyeti Başkanı Sayın Çiftçigüzeli’nin 2. ciltteki 2.
makalesi; ‘Derviş, Çelebi, Bilge ve
Filozof Bir Yazar Mehmet Çetin’ başlığı ile yer alıyor.
(DEVAM EDECEK)