Kendisiyle Yıldız Sunta Mdf’de iş görüşmesinde tanışmıştık. Daha makam odasına girer girmez ilk sözü “Ben 75 yaşındayım. Allah’tan tek bir dileğim var, bunu 100’e tamamlasın” dedikten sonra sağ el işaret parmağını havaya kaldırarak “Ama tamamlayacak, anlaştık biz” demişti. Ben de kendisine “İnşallah, Allah sağlıklı ve uzun ömür nasip etsin” diye cevap verdikten sonra hızla ayağa kalkıp elini uzatmış ve “Hayırlı olsun diyelim mi?” demişti. Yanımızda bulunan İ.K. Müdürü Tahsin Bey bu 10 saniyelik görüşmenin hayatında gördüğü en kısa iş görüşmesi olduğunu ifade etmişti.
Bafra’dan Almanya’ya gemilerle tütün ticareti yapan bir dedenin torunu ve büyük çaplı tomruk ticareti yapan bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmişti. Yiğit lakabıyla anılır. Kendisini seven herkesin “Ağa” olarak adlandırdığı Ahmet Yıldız bu dünyaya doğuştan bir ağa olarak gelmişti.
Eski Adalet Bakanları’ndan Hikmet Sami Türk sınıf arkadaşıydı. Sınıf arkadaşları arasından çıkan pek çok üst düzey bürokrat ve siyasetçi vardı. Kendisi de okusaydı, kesinlikle ülkenin siyasi tarihinde iz bırakan isimlerden biri olurdu. Çünkü müthiş keskin bir zekâsı vardı. Ancak O ortaokuldan sonra hayatını hep babasının işlerine yardım ederek geçirdi. Ticarete çekirdekten başladı.
Hayatı hep zor yoldan çalışarak geçti. Kartal’da, Gaziantep’de ve son olarak Kocaeli’de sanayicilik yaptı. Hep çalıştı, hep üretti, insanlara iş ve istihdam sağladı.
Fabrika kurduğu bölgedeki insanlara öncelik vermek âdetiydi. Bu âdetini Uzunbey’de kurduğu fabrikasında da devam ettirdi.
Çalışanlarına çok değer verirdi. Kamuoyuna hep farklı yansısa da Yıldız Sunta işçisi her zaman kendi sektöründe Türkiye genelinde en yüksek maaşı alan işçiydi. Hatta Yıldız Sunta’daki bu maaş koşulları başta aynı sektörde faaliyet gösteren kardeşleri olmak üzere sektördeki diğer firmalar tarafından eleştirilirdi. “Bize kötü örnek oluyorsun” derlerdi. Ama Ahmet Yıldız her zaman çalışanını kollardı. Kazanmayı bildiği kadar kazancını paylaşmayı da bilirdi.
Sohbetlerimizde sık sık “Bu işçi milleti temiz insanlardır. Eşinizden bir bardak su isteseniz getirmez ama işçinizden isteseniz önce eliyle bardağı tertemiz yıkar öyle getirir. Aman ha bu insanların hakkına girmeyin” derdi.
Her toplantımızda mutlaka toplantı konusuna ilişkin bir hatırasını uzun uzun anlatırdı. Sohbet ederken kendine mahsus bir takım deyişlerle sohbetini tatlandırırdı. “Herkes sakız çiğner ama kimse Ayşe Kadın gibi patlatamaz” gibi orijinal özdeyişleri vardı.
Siyasetçilere hangi partiden olursa olsun pek öyle değer veren biri değildi. Maddi imkânlarını siyasi çevrelerle ilişkilerini kuvvetli tutmak için kullansaydı şirketinin akıbeti çok daha farklı olabilirdi. Hangi parti olursa olsun ziyaret edene kapısı açıktı. O kadar. Ahmet Yıldız siyasi ilişkiler kurmaya pek tenezzül etmezdi.
Pazarlık yapmayı çok severdi. Satın aldığı ürün veya hizmet ne olursa olsun karşısındakinin elini tutar sıkı bir pazarlığa tutuşurdu. Pazarlığı daha az ödemek için değil keyif için yapardı.
80’ine merdiven dayamasına rağmen her gün aynı disiplinle işine gelir ve fabrikadaki en ufak bir cıvata eksikliğine kadar her şeyi takip ederdi. Şirket işleriyle iştigal etmek O’nu dinç tutuyordu. Ahmet Yıldız’ın o yaşta hala üretken olmasının ardında bu çalışma tutkusu vardı.
Burada ve/veya başka hiçbir yerde açıklamayacağım bir takım nedenlerden dolayı şirketi finansal sorunlar yaşayınca bu durum sağlığına da sirayet etti. Gün aşırı şirkete ve hatta evine hacze gelinmesi O’nu doğal olarak yıprattı. O netameli günlerde dertleşirken “Hayatta başınıza her şey gelebiliyor. Ben daha önce de battım ama sonra kurtardım. Yine batabiliriz. Ama bu yaşta başıma gelmemeliydi.” demişti.
Kendisine çok daha önce konkordato ilan etmesini teklif ettiğim zaman kabul etmemişti. “Evet kendimizi korumaya alırız ama ticari itibarımız biter. O işe giremem.” demişti. Ancak zor oyunu bozuyor işte. Üst üste gelen hacizlerden biraz olsun nefes alabilmek için konkordato ilan etmek zorunda kalmıştı.
Konkordato sürecinde şirketine müşteri aramaya başladı. Kurtuluşun başka yolu yoktu. Şirketini almak isteyen bazı kimseler ki bu kimseler arasında en yakınları da vardı, şirketi yok pahasına elde etmek istiyorlardı. Bu durum da O’nu ayrıca üzdü. Ama boyun eğmedi. O durumda bile başını dik tutmayı bildi ve bu karakterli duruşunun ödülünü de elde etti.
Ama dedik ya şirket işleyişini takip etmek O’nu dinç tutuyordu ama şirketi elinden gidince geriye uğraşacak bir şeyi de kalmadı. Muhtemelen bu yüzden Allah’tan tek dileği olan 100 yaşına erişmeyi göremedi.
Şakirin Camii’nin avlusunda cenaze namazı için beklerken, dikkat çeken en önemli husus cenaze namazı için bekleyen kalabalığın önemli bir kısmının Ahmet Yıldız’ın yanında çalışan kişiler olmasıydı. Kendisini yaklaşık beş yıldır görmeyen bu kadar insan, bu güzel insana karşı son vazifelerini eda etmek ve tabutunun başında sorulacak olan “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusuna can-ı gönülden “Helal olsun!” demek için oradaydılar. Bu insanların büyük bir çoğunluğu cenaze namazı sonrasında kabristanda da defin işlemine eşlik ettiler ve “Ağa’yı” dualarla uğurladılar.
Cenaze sonrasında bir çalışanının söylediği söz çok önemliydi; “Ben bu firmaya başladığımda hiçbir şeyim yoktu. Bugün neye sahipsem Ahmet Yıldız’ın bana iş vermesi sayesindedir. Mekânı cennet olsun.” Bu söz, patronum diye geçinen cümlesinin kulağına küpe olsun. Çalışanlarının hakkını yiyen, çalışanlarını Ahmet Yıldız kadar hoşnut edemeyen patron tayfasının kulaklarına küpe olsun.
Bütün hayatı zorluklarla mücadele içinde geçtikten sonra, çok kişiye iş ve aş sağlamış biri olarak ve öte yandan kimseye hele de çalışanlarına borç bırakmayarak son nefesini verdi. Bu dünyadan bir Ahmet Yıldız geçti. Mekânı Cennet olsun. Allah tüm sevenlerine sabır versin.