- Ahlâk…
Bir ideal, bir ülkü arayışı; olanı değil olması gerekeni bulma, ona ulaşma yolculuğu. Neden mi bahsediyorum; tabii ki ahlâktan.
Ahlâk, bir kanun koyucu değil kural koyucudur. Ahlâk kuralları evrenseldir; insanların gelenek, kültür ve alışkanlıklarının ötesinde.
Hayatın içinden seslenir bize; ‘adil ol‘ der, ‘yalan söyleme‘ der, ‘merhametli ol‘ diye seslenir vicdanlarda…
Davranışlarımızın ahlâki bir değer taşıyabilmesi için, onların hür bir şuurla yapılması gerekir. Bunun için ahlâk herşeyden önce davranışlarımızda hür olup olmadığımızı ve hürriyete sahip ruhlardan ne gibi hareketlerin doğabileceğini araştırır.
Yani ahlâk, hür insanlara mahsus bir erdemdir.
- Akıl.
Tabii sadece hür olmak da yetmez. Ahlâk bir kendini bilme kültürüdür. Bir iyilik ilmidir. Alman filozofu Kant‘ın dediği gibi; “Ahlâk bir akıl işidir“. “Ahlâk bir ödev ilmidir” der Kant; ödevlerimizi ortaya koyan ise akıldır. Bu akıl ise eşyayı ve varlıkları tanıyan akıl değil bize içimizden seslenen doğru yolda yürümemizi sağlayacak olan vicdanımızın sesidir.
İyilik yapanlar her zaman akıllılardır.
Bireyin içinde doğuştan olan bu yüksek duygular toplumun ve ailelerin etkileriyle bozulabilirler. Ahlâk bu duyguların kişi tarafından tanınması ve kendiliklerinden serbestçe gelişmesini sağlamakla sorumludur. Bunu da yine toplumun akıllı ve ahlâklılarının yapması gerekir.
Ahlâklı olan, sorumluluk sahibidir.
- Hayat.
Tüm varlık sahamız; inancın, imanın ve dinin, isyanın, kulluğun ve inkârın yaşandığı er meydanı.. İnsan, bilinçli bir akıl ve hür iradesiyle hayatının anlamını ve bu varlık sahasına gelişini kavrar. Özgür ruhuna vurulan zincirlerini kırması gerektiğini bilerek her an biraz daha insanlığa yükselmek için çaba sarfederek hayat karşısında eğilmez, hep elif gibi dik durur.
- İman.
Düşüncelerimizin sabit hale gelmesiyle oluşan inançlarımızın hayatta varlık bulması.. Hep inanmakla karıştırılan iman..
Bakara / 177: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır!“
Sözün özü; Nasıl inandıysan öyle iman etmişsindir. İyi davranış sahibidir. Öyle yapması gerektiği için değil öyle inandığı için.
- DİN…
Hayatın ta kendisi; insan olmanın sırrına kavuşturan kurallar manzumesi.. İster kaynağı din olsun isterse insanın vicdanı.. İnançla başlayıp imanla varlık sahasına çıkan bir diğer adıyla ahlâk…
- İnsan…
Özünde saklı olan erdemlerinin; iyiliğin, adaletin, paylaşmanın, zayıfı korumanın, doğrunun yanında, yanlışın karşısında durmanın açığa çıkma potansiyeline sahip varlık.. Eşref-i mahlûkat nam-ı diğer. Şeref ve onur sahibi varlık..
Yani sözün özü; ahlâk, erdemli davranışların varlık sahasına çıkmış hali.. İnsanın özünde saklı olanların vücut bulduğu an.. İyilikse özünden fışkıran; iyi ahlâklı, kötülükse eğer kötü ahlâklısındır.
- Ahlâksızlar…
Soralım bakalım kendimize. Kaçımız yakın zamanda yetime, yoksula, yolda kalmışa yakın zamanda yardım ettik? Kaçımız sözümüzde durduk? Ticaret yaparken insanları kaçımız kandırmadık? Kaçımız birbirimize kardeşimizi, arkadaşımızı, akrabamızı kötülemedik? Allah‘tan başkasına kaçımız eğilmedik? Kaçımız söylenilen sözlerin doğruluğunu araştırdık, yanlışı düzelttik kaçımız ve haksızlık karşısında durduk? Kaçımız güçlünün değil mazlumun yanında olduk? Kaçımız dilimizle değil de elimizle bir şeyleri düzelttik? Aldığımız maaşın hakkını verdik kaçımız?
- Ve Ahlâksızlık Ahlâkı…
Bu memlekette sorun din – iman sorunu değil “ahlâk” sorunu. Memleket ‘ahlâklı‘yım diyen ‘ahlâksız‘larla dolu.