Japonlar der ki “Türkler her zaman bir Süper Güç`tür. Bunu Türkler hariç herkes bilir”. Kâinatın Kullanma Kılavuzu da diyor ki “Bir topluluk kendi yaşantısını değiştirmedikçe Allah da onlar üzerindeki inayetini değiştirmez”. Bizim derdimiz ve arayışımız bu sırra mazhar olmak üzere olmalıdır.
Bu zamana değin kelam babında, problemi tespit ederken hep ortaya
çözüm adına bir şeyler koymaya da çalıştık. Yankı bulur-bulmaz, ama
sorumluluğumuz budur. Bir küresel açmazla karşı karşıya kalmak adına onu karşılayabilecek bir davranış modeli geliştirmek üzerine de söyleyecek sözümüz olmalı.
Milletleri idealler yaşatır. Ve idealler de hareket enerjisi isterler. Biz enerjimizi ya birbirimize ya da spor-magazin gibi süreli oyuncaklara teksif ediyoruz. Oysa tek kurtuluşumuz idealizm ve adanmışlık. Düşlediğimiz ve temsil ettiğimiz değerlerin prototipi, numunesi olmak zorundayız. Ki bizi öldürmeye gelen de bizde dirilsin.
İddiamız şu: %100 yerli ve %100 milli bu yapı bu çıkışın mümessili olabilir. Sendikacılık bizim medeniyetimizin yitik malıdır. Ahilik geleneğimiz, lonca müesseselerimiz bunun 800 yıllık ispatı. Bugünkü manada sendikacılık ecnebi bir kavram gibi görülebilir, ama değil. 80 öncesinde
işçi sendikalarının hem sonuç aldığını hem de ideolojik kavgalara
yataklık ettiğini biliyoruz. 80 öncesinden bağımsız, ihtilal sonrası
kurulan ve tutan tek sivil ağaç Türkiye Kamu – Sen ve onun çekirdeği Türk Eğitim – Sen’dir.
Bazı sendika ve siyasi yapıların küresel esintilerle kıblesini şaşırdığı hatta çıkış gayesini inkâr eder bir noktaya geldiği noktada biz yetkiyi aldık. Hem de AKP döneminde, hem de kendini örgütçü sanan Eğitim – Sen’den. 146 bin kişilik dev bir koroyuz. İrademizin ve teşkilatçılığımızın ispata ihtiyacı yok. İhtiyacımız olan hedef büyütmedir.
Yani diyoruz ki; kendimizi dünya ölçeğinde bir alternatif olarak dizayn edelim. 4–5
senede bir genel seçimlerin beklentileri ve hayal kırıklıklarını
yaşamak yerine, aksiyoner olarak, bu eğitim ordusunu kamusal manada
alternatif haline getirelim. Eğitimde müesseseleşelim,
yeni istihdam alanları açalım, geleceğin kadrolarını gerçek manada
şekillendirelim. Bu konuda dini teşekküller kadar cesaret gösterelim.
Dünyayı Şer Üçgeni ( Amerika, İngiltere ve İsrail )’nin yönetmesinden bıkmadık mı? Irak’ta
yanıbaşımızda yapılanlara karşı ne yapabildik? Hani kardeşliğimiz, hani
Türklüğümüz, hani Müslümanlığımız? Yarın sıra belki bizde, belki
amcaoğlumuzda. Bu evangelist sapkınları, bu Tanrıyı Kıyamete zorladıklarını ifade eden hasta ruhları ekarte etmeliyiz. Çok Uluslu Şirketler,
değer adına ne varsa metalaştırıyor ve tüketiyor. Ne düşündüğümüze ve
neyi sevip – sevmeyeceğimize bile onlar karar veriyor. Afrikalılardan
tek farkımız; bizimki gönüllü kölelik.
Bu akıl tutulması ve toplu hipnoza karşı, tıkanan beyin damarlarımızı, algılarımızı açacak tek ilaç adanmışlık ruhudur. Literatüre yeni yeni giren, adına “Gönüllü Kerizlik” diyebileceğimiz bir inanmışlığı hayatımızın yörüngesine oturtmalıyız. İnsan zihni nelerle meşgul olursa onda uzmanlaşıyor. Biz, bize Bizans’tan geçen hile, dolap, entrika ve ayak oyunlarına meydan verirsek şikâyet ettiğimiz şeye dönüşürüz. Bilerek ve isteyerek, ısrarla ve inatla, iyiniyetimizden ve dava aşkımızdan Nuh’un Gemisi misali filikalar üretmek durumundayız.
İnönü demişti ki “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır”. Atatürk olsaydı; “Türkiye yeni bir dünya kurar, başka milletler gelir, orada yerini alır”
derdi. Türk Eğitim Sen’deki açılımın zincirleme reaksiyon olarak iç ve
dış siyasi dengelere varıncaya dek bir değişim sürecini
başlatabileceğini unutmamak gerek. Kelebek Etkisi teoreminde olduğu gibi..
Dünyanın tek umudu biziz. Bu umudu boşa çıkaramayız. Sürekli iman tazeleme ikliminde tıpkı İnebolu Sandalcılar Cemiyeti gibi, ‘kurtuluş artık vazifemizdir’ deme kararında olmak gerek. Nihayetinde biz seferle yükümlüyüz, zaferle değil.
Ve inşaallah şairin dediği gibi;
YİNE BİR DAĞ GİBİ BİR DEV GİBİ DOĞRULACAĞIZ
YENİ BİR RUH DOĞACAK TOPRAĞIMIZDAN
TANIYACAK BİZİ DÜNYA YENİDEN
2023’LERE ADANAN BAYRAĞIMIZDAN
Rabb’im bu milleti geleceğine bağışlasın..