“Amerikan kolonilerinde (sömürgelerinde / göçmenlerin yaşadığı yerlerde) yaşayanlar, İngilizlerin müstebit (baskıcı) idaresine bağlı olarak yaşamaktan kurtulmak için bir kurtuluş savaşına girmişler, savaşmışlar ve bu idareden kurtulmuşlardı; şimdi kendi kanunlarını yapmak ve kendi memleketlerinin geleceği için kendileri karar vermek istiyorlardı. Kendilerine veya kendileri için, temel hürriyetlerine dokunmayan bir devlet kurmak ana hedefleri idi. Ancak, iyi kanunlar yapmak ve temel hürriyetlere dokunmayan bir devlet kurmak kolay değildi.” (Mehmet Turgut, Başkanlık Sistemi Ordu ve Demokrasi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul – 1998, s. 14)
“Koloni(sömürge)lerdeki göçmenler değişik fikirlere ve değişik kiliselere mensup kimselerdi ve Amerika’ya İngiltere’nin değişik bölgelerinden ve değişik zamanlarda gelmişlerdi. Amerika’nın birbirinden uzak ve çok değişik bölgelerine yerleşen bu insanlara krallık; ferman(yazılı buyruk)larla koloni kurmak (göçmen topluluğu oluşturmak) hakkı vermişti. Bunlar, kuruluşlarından Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasına kadar geçen devrede, biraz da krallık otoritesinin zayıflamasından faydalanarak, âdetâ müstakil (bağımsız) devletler hâline gelmişlerdi. Bunlardan bir kısmı, vergi, savunma ve yasama ile ilgili hususlarda bile yetki sahibi olmuşlardı. Yani bu kolonilerin siyasî özerklikleri son derece gelişmiş ve âdetâ birer müstakil (bağımsız) devlet hâline gelmişlerdi.
“Bu sebeplerden, daha doğrusu kolonilere (birlik teşkil etmiş göçmen topluluklarına) dokunamamaktan dolayı da 1783’de kurulan konfederasyon (bölgesel yönetimlerinde serbest oldukları devletler topluluğu) veya federal (birçok devletçikten oluşan) cumhuriyetin dayandığı ‘Konfederasyon (bölgesel yönetimlerinde muhtar / serbest toplumlar) Kanunnamesi’ ihtiyaçları karşılamaktan çok uzaktı. (Göçmen grupları; muhtar / özerk / kendi başlarına buyruk oldukları, merkeze pamuk ipliğiyle bağlı bulundukları için) iç ve dış güçlükler yenilemiyor, vergi alınamıyor, ordu kurulamıyordu. Millî ve güçlü bir iktidar yerine, sanki bir ‘Dostluk Birliği’ meydana gelmişti. (İşte bu durum giderilmek isteniyordu.) (a.g.e., s. 14)
Halk; huzursuzdu, hatta bazı devletlerde isyan bile çıkmıştı. Bütün bunları düşünen kurucular Başkanlık sistemini getirdiler. Yani o günlerin şartlarını, imkânlarını ve imkânsızlıklarını tespit edip üzerinde düşünerek ve geleceği de çok iyi değerlendirerek hem federal (birden fazla devletten oluşan) sistemi benimsediler, hem de merkezî devletin yapısını, sert kuvvetler ayrılığı üzerine oturttular.
“Evet, 1777 – 1787 yılları arasında geçen on yıllık devrede kolonilerin (farklı göçmen toplumların teşkil ettikleri birliklerin) bu değişik durumlarından kaynaklanan (merkeze gereği gibi bağlı olmamaktan dolayı) çok büyük sıkıntılar çekilmişti. Bir devlet için gerekli bütün eksiklikler görülmüş ve bazı önemli başarısızlıklar yaşanmıştı. Savaştan sonraki devrede, federe (federasyona / birleşik devlete bağlı) devletlerin; belki de hürriyetlerine çok ve tavizsiz (ödünsüz) bağlı olmalarından dolayı çeşitli hatalar yapılmıştı: …Her koloni (göçmen toplumu) kendisini müstakil (bağımsız) bir devlet gibi görüyor ve her devletin birbirinden bağımsız kalması isteniyordu! Bunu sağlamak için yapılmış olan ‘Konfederasyon (Devletler Birliği) Kanunnamesi’ bir anayasa yerine geçemiyor ve buna göre müessir (etkili) bir idarî sistem kurulamıyordu. Bu sisteme göre bir merkezî idare vardı, ancak merkezî idareye dahil olan on üç devletten her birine çok büyük haklar tanınmıştı. (Her an merkezden kopmaya yol açacak şeyler) para basmak, kanun yapmak ve ordu kurmak gibi çok önemli haklar…Yani birliği temsil eden merkezî idare veya kurulan meclis, devletlerin seçtiği temsilcilerden kurulu idi. Ancak para basmak, kanun yapmak, ordu kurmak hakkı olmayan bir meclisten ibaretti. Başta, nizamı temin etmekle vazifeli olan ama, elinde hiçbir gücü olmayan bir meclis başkanı vardı.
“Böyle bir idare ve ortaya konulan tatbikat ile görülmüştü ki, zayıf bir merkezî idare veya merkezî hükümet veyahut da ‘Birleşik Devlet’ ile ne ciddî birlik kurulabilecek, ne hürriyet (a.g.e., s. 15) ve refah getirilebilecek, ne de vatandaşların emniyet ve huzuru sağlanabilecekti. (Çünkü her biri başına buyruktu.) İşte bu durumu geçiş döneminin sıkıntılı günlerinde anlayan, tespit eden ve Birleşik Devlet’in hürriyetlere zarar vermeden, büyük, güçlü, zengin bir devlet olabilmesi (yani birlik ve beraberliği sağlamak) için neler yapılması gerektiğini kararlaştırmak üzere, elli üç büyük Amerikalı Philadelphia’da toplandı ve ABD Anayasası’nı yaptı. Başkanlık sistemi ise, bu anayasa ile ve birden bire tatbikata konuldu.” (a.g.e., s. 16)