‘AB, 2004 Türkiye İlerleme Raporu dikkatle okunup çok iyi anlaşılmalıdır.’

88

GİRİŞ:

AB, Türkiye ile ilişkilerini son 3,5 yıl içerisinde tamamen dondurmuştu. Son bir yıl içerisinde ise ilişkiler kesilme noktasına gelmişti.

Zaman içerisinde, oluşan olumsuz havanın unutulmuş olacağını düşünen batıcılar ve batıya eklemlenmeyi hedef olarak belirleyen sivil toplum kuruluşlarının teşebbüsleri de konuyu gündeme taşımaya yetmedi.

 

Bu yılın başında Başbakan Recep T. Erdoğan, ‘AB’nin, Türkiye’nin terörle mücâdelesine yeteri kadar destek vermediğini ‘ belirtti ve ‘Çıkarımız nerede ise oraya gideriz.’ Dedi.

 

AB yöneticileri, suçluluk psikolojisi içerisinde, en üst seviyede ve bu güne kadar görülmemiş sertlikte dile getirilen gerçekler karşısında sessiz kaldı.

 

Hilmi Yavuz 10 Şubat 2013 tarihli köşesinde; konu ile ilgilenenlerin dikkatle ve tekrar tekrar, bir ay sonra, altı ay sonra, bir yıl sonra ve de Türkiye-AB ilişkilerinin gündeme geldiği her zaman diliminde yeniden okumaları gereken bir yazı yazdı.

 

22 Ekim 2013 tarihinde AB, 3,5 yıl aradan sonra, 22. Faslı  5 Kasım 2013 tarihinde müzâkereye açacağını açıkladı.

Bu gelişmeleri, Türkiye-AB ilişkilerinin sükûnetle ve akl- selim ile yeniden değerlendirmeye tâbi tutulması için fırsat bilerek konuyu, milletlerarası siyasî ve ekonomik ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Oya Akgönenç Hanımefendi ile derinlemesine bir tahlile tâbi tuttuk.

 

Prof. Akgönenç’in bu röportajda verdiği bilgiler batıcı kişilere ve sivil toplum kuruluşlarına başucu kitapçığı, olmazsa olmaz önemde rehber olacak değerdedir.

Hayırlara vesile olması dileği ile iyi okumalar…

 

 

 

Oğuz Çetinoğlu: Efendim, Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerine geçmeden önce, Türkiye’nin genel durumu ile ilgili olarak bir değerlendirme lütfeder misiniz?

Prof. Dr. Oya Akgönenç: Birinci Dünya Savaşı sonunda tarih sahnesinden çekileceği düşünülen Türkler, Kurtuluş Savaşı’nı büyük zorluklar ve imkânsızlıklara rağmen başarı ile kazanarak Anavatanı düşman işgalinden kurtarmış ve yeni bir Cumhuriyet kurarak, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti adı altında milletler platformunda yeni yerlerini almışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan, kırk yıl gibi kısa bir zaman sonra, yani 1963’de, henüz o yıllarda kuruluş aşamasında bulunan ve o dönemde Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak anılan Avrupa Birliği’ne katılmak üzere başvurusunu yapmıştır. Böylece; kendisini yenmek ve yıkmak için her türlü hile ve gizli işbirliği yapan Avrupa devletlerine karşı, onlardan uzaklaşmak yerine, birlikte çalışmak alternatifini tercih etmiştir. Bu tercihi ile Türkiye, her ne olursa olsun, bir daha yalnız bırakılmamak ve düzenlenecek gizli oyunların dışında olmamak azim ve kararlılığı ile politikalar geliştirmiş ve dünya politikalarının şekillendiği ortamların tam ortasında olmayı bir millî strateji haline getirmiştir. 1923’ten itibaren de bu yönde çalışmalarını devam ettirmektedir.

1959’da yapılan başvuru ve 1963’te imzalanan Ankara Protokolü ile bu yolda ilk adımlarını atan Türkiye, 1990’lı yıllarda Gümrük Birliği (GB)’ne girmeyi kabul ederek, üye olmadan GB içinde olan ilk ülke olmuştur. Buna rağmen, AB üyeliği için müzakerelere başlama izni kendisine, ancak 2004 yılında verilmiştir. 1959’dan sayılırsa tam 45 yıl sonra ve Ankara Anlaşması’ndan sayılırsa tam 41 yıl sonra nihayet AB’den ‘müzakerelere başlama’ izni çıkmıştır.

Çetinoğlu:Müzakerelere başlama iznine mânâ ifade ediyor?

Akgönenç: Müzakerelerin başlaması ancak 2005 yılında, Müzakere Çerçeve Anlaşması’nın imzalanmasından sonra mümkün olabilmiştir. Aradan geçen altı sene zarfında birçok fasıl müzakereye açılmış, fakat bunlardan 13 tanesi Fransa’nın ve Yunanistan’ın vetoları ile ‘askıya’ alınmıştır. Diğer 6 tanesini askıya aldırtmak için de Kıbrıs Rum Kesimi yoğun bir çalışma yapmaktadır. Şayet onlar da askıya alınırsa 19 madde ‘konuşulmaz-bekler halde’ askıya alınmış olacaktır. Tamamı 35 bölümden oluşan Müzakere Dokümanı’nın böylece % 51’i askıya alınmış bulunmaktadır. Bu görünüş bile, başlı başına çok şey ifade etmekte, tarafların niyeti, gayreti ve gayesi hakkında birçok ipuçları vermektedir.

Çetinoğlu: Müzakerelerlütfenbaşladı… Nasıl devam ediyor?

Akgönenç: Müzakereleri başlatan anahtar rapor, 2004 yılında Türkiye’ye sunulan ‘AB, 2004 Türkiye İlerleme Raporu’dur. Bu raporun dikkatle okunup, çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Zira Türkiye-AB ilişkilerinin yol haritası bu raporda çizilmiş bulunmaktadır.

Çetinoğlu: Raporda rahatsızlık verici durumlar belirlemiş olmalısınız

Akgönenç: 2004 AB Türkiye İlerleme Raporu’nu anlayabilmek için, onunla beraber Türkiye’ye verilen iki ilave raporu da okumak gerekmektedir: Bunlardan birincisi, Türkiye AB adaylığının İlerleme Raporu ile bağlantılı olarak hazırlanan ve tavsiyeleri ihtiva eden ‘Tavsiyeler Raporu’dur.  (Recommandation of the European Commission on Turkey’s Progress toward Accession): Kullanımda kolaylık için sonraki cümlelerde ‘AB Tavsiyeler Raporu‘ denilecektir.  İkinci rapor ise, Türkiye’nin AB’ye katılımı sonucunda doğabilecek Meseleler ve Etkiler ile ilgili rapordur.  (Issues Arising From Turkey’s Membership Perspective): Kullanımda kolaylık için bu rapor da; ‘AB Meseleler ve Etkiler Raporu’ olarak anılacaktır.

Bütünü 273 sayfa olan bu rapor ve iki eki, 2005’ter itibaren de Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini belirleyip yönlendirecek olan dokümanları meydana getirmektedir. Tamamının tercüme edilerek, TBMM üyelerinin hepsine verilip, verilmediği kesin değildir.

Çetinoğlu: Raporlarda neler var?

Akgönenç: Her iki ek rapor da çok önemlidir. Zira gelecek yıllardaki ilerleme raporlarında eksi görülecek hususlar, birinci belge olan AB Tavsiyeler Raporunda belirtilen sınır ve hedefler içerisinde yorumlanıp, uygulanacaktır.

AB Meseleler ve Etkiler Raporu ise Avrupa devletlerinin kendilerine göre mahzurlu gördükleri, endişe duydukları konuları ve kendi ülkelerinin geleceği açısından, Türkiye’nin AB’ye girişine nasıl baktıklarını açıklayan bir dokümandır. Bu sebeplerle her iki küçük rapor da son derece önemli olup, dikkatle incelenip, doğru yorumlanmalıdır.

Bu iki raporu çok iyi anlamak gerekmektedir. Çünkü Türkiye için uygulanması düşünülen, giriş süreci stratejileri bu iki raporla belirlenmektedir. Arka planda tutularak, pek göze çarpması istenmeyen hususlar, ilerleme raporu içine değil de bu iki raporun içine yerleştirilmiş bulunmaktadır. Bu raporlara serpiştirilen hususlar da temelde çok tehlikeli tuzaklar ve kötü sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.

Çetinoğlu: Önemli hususları tek tek belirler misiniz?

Akgönenç: İlerleme Raporu’nda ilk etapta dikkati çeken 4 önemli husus şunlardır:

1- Müzakerelerin önünün açık olması ve herhangi bir bölümünün müzakeresi sırasında, müzakerelerin bir veto müdahalesi ile askıya alınabilmesi durumu söz konusudur.

2- Başlangıçta 31 tane olan, sonra 35’e yükseltilen bütün etap veya bölümlerin tamamlanmasından ve AB normlarına tam uyum sağlanmasından sonra bile, bu tamamlamanın, Türkiye’nin AB üyeliği için bir garanti olmadığı hususunun açıkça belirtilmesidir. Ayrıca bölümler de arttırılabilir denilmektedir.

3- TC Anayasası’nda bulunmayan yeni azınlık kavramlarının, Türkiye’ye dayatılması ve bu isteğin Kanunlarla resmileşmesi talep edilmektedir.

4- Serbest dolaşım maddesinin mutlaka kısıtlanacağının ve Türkiye için serbest dolaşımın ‘kalıcı istisnalar arasında’ olacağının birçok yerde belirtilmiştir.

Bunların yanı-sıra, Türkiye’de son birkaç yıldır yapılan reformlardan ve bazı kesimlere tanınan ayrıcalıklardan da asla rücu edilemeyeceği, bu raporda vurgulanmaktadır. Şartlar bununla da bitmeyip, hazırlanmış olan müzakere çerçevesinin değiştirilemeyeceği ve müzakereler sırasında pazarlığın da yapılamayacağı net olarak belirtilmiştir.

Çetinoğlu: Bu maddelerle ulaşılmak istenilen hedef nedir?

Akgönenç: Dikkatle incelendiğinde, kaidelerin genelinden şu maksat ve gayret ortaya çıkmaktadır: Türkiye mümkün olduğu kadar uzunca bir süre aday olarak, tam üye olabilmek ümidi ile kapıda bekletilmeli ve böylece sürekli olarak Avrupa ekseninde kalması sağlanmalıdır. Bu durumun rapordaki ifadesi ise aynen şöyledir: ‘This is an open-ended process whose out-come cannot be guaranteed before hand. Regardless of the outcome of the negotiations or the subsequent ratifıcation process, the relations between the EU and Turkey must ensure that Turkey remains fully anchored in European structures.’ Türkçesi: ‘Bu, ucu açık süreç olup, sonucunun ne olacağı önceden kestirilemez. AvrupaBirliği ile Türkiye arasındaki müzâkere sonuçları ve bunların ortaya çıkaracağı kesin kabuller ne şekilde biçimlenirse biçimlensin, Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin Avrupa’nın yapısına sıkıca demirlenmiş (bağlanmış) konumda kalmasını sağlamalıdır.’

Bunların dışında, AB raporunda huzursuzluk ve karışıklık oluşturan bazı hususlar da mevcuttur:

Çetinoğlu: Onlar nelerdir?

Akgönenç: Birincisi süre belirsizliğidir. Üyelik müzakere süreci kesin bir tarihe bağlanmamıştır. Dolayısı ile üyelik tarihi belirsizdir. Avrupalı yetkililer, Türkiye’nin üyeliğe kabulünün daha çok 2020 ile 2025 yılları arasında ve hatta daha da sonra olabileceğini düşünmekte ve bunu da açıkça belirtmektedirler. Önü açık müzakere süreci, üyeliğe giriş tarihinin uzatılabilmesi ve ileriye kaydırılması amacı ile etkin bir mekanizma olarak rapora yerleştirilmiş bulunmaktadır.

Yine, raporda net olarak, ‘bir bölüm tamamlanmadan, diğer bir bölüme geçilemez.’ Denilmektedir. Her bölümün açılması, yani müzakerelerin başlaması ve tamamlanması 27 AB üyesinin hepsinin ‘Evet‘ demesine bağlıdır. Müzakerelerin tamamlanmasından sonra ülkeler bazında referandum kararı verilecektir. Referandum’dan tek bir ‘Hayır‘ bile çıksa, Türkiye’nin AB üyeliği reddedilecektir.

Çetinoğlu: Gerçekçi değerlendirmeler yapıldığında önümüze nasıl bir tablo çıkıyor?

Akgönenç: Şunları söyleyebilirim:

*Avrupa Birliği belli normlar içinde kurulmuştur.

*50 yıllık bir çalışma ile belli bir düzen ve seviyeye ulaşmıştır.

*Birlikte çalışan bu devletler arasında bir anlayış uyum ve seviyesi mevcuttur.

*AB, Avrupa devletlerinin kendi din-kültür ve siyasî tarih deneyimleri içinde uygulamayı doğru buldukları temeller üzerine inşa ettikleri bir organizasyondur.

*Önce bir Ekonomik işbirliği olarak başlamıştır.

*Daha sonra bu birlik, siyasî ve sosyo-kültürel alanlara da taşınmıştır.

*Türkiye ise, 1963’ten itibaren, Ankara Anlaşması ile ‘Bu Birlik’te, biz de olmalıyız.’ diyerek, girişimlerini, anlaşmalara bağlamaya başlamıştır.

Avrupa’da, Sovyetlerin çökmesi ve Yugoslavya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan birçok yeni devlet, davet üzerine son yıllarda AB’ye katılmışlardır. Bunların bir kısmı referandum yaparak kendi halklarına danışmış ve bir kısmı da parlamentolarında olayları uzunca süre tartıştıktan sonra, AB’ye girmeye razı olmuşlardır. Bir kısmı, çok kısa süren hazırlık dönemleri sonunda birliğin üyesi haline gelmişlerdir.

Çetinoğlu: Türkiye’nin önüne konulan şartlar, AB’ye girmek için bizden sonra başvuran ülkelerin de önüne konuldu mu?

Akgönenç: AB komisyonunun Türkiye’nin önüne koyduğu bazı ön şartlar, daha önce Birliğe alınan bazı Avrupa ülkelerinin önüne konulmamıştır.

Çetinoğlu: Bu birçifte standartdeğil mi?

Akgönenç: Bunun bir ‘Çifte standart olduğunu‘ belirten Türk yetkililerine, AB yetkililerinin verdiği cevap ise aynen, ‘Bugün ulaştığımız seviyede şartlarımız böyledir.’ Demekten öteye geçmemiştir. Avrupalıların kendilerini izah etmek veya haklı göstermek gibi herhangi bir çabaları yoktur. Olma ihtimali de gözükmemektedir. Tam aksine, sıra Türkiye’nin üyeliğine gelince, AB yetkilileri, Türkiye’ye, ‘Sadece resmî makamlarınızın çalışmaları ve yapılan yeni kanunlar veya uyum kanunları kifayet etmez, AB yetkilileri, uygulamalarınızı da görmelidir.’ demektedirler. Ayrıca, AB temsilcileri, ‘Avrupa’nın sizi benimsemesi için, kendinizi, Avrupa halklarına tanıtmak ve kabul ettirmek de sizin görevinizdir. Bu sebeple, Türk Sivil Toplum Kuruluşları da bu konuda Avrupa’da faal olmalıdırlar.’ Demektedirler.

Çetinoğlu: Sözlü olarak mı?

Akgönenç: Hayır, bu ifade Tavsiyeler Raporu’nda yer alıyor.

Çetinoğlu: İstenilen her şeyi yapsak, AB üyeliğimiz garanti mi?

Akgönenç: Hayır değil. Türkiye’nin üyeliğe kabulü, şimdiye kadar hiçbir ülke için uygulanmayan bir yöntemle, yani AB halklarının referandumuna sunulacaktır. Bütün hazırlıklar bu şekildedir.  Bu, bütün müzakereler bittikten sonra uygulanacak olan bir işlemdir. Referandumda, Avrupa halklarının kararı ‘hayır‘ olarak belirirse, Türkiye’nin hiç bir itiraz hakkı veya alternatifi olmayacaktır. Şimdiden kusurun ‘görevini tam yapamamış olan Türkiye’de ve Türk toplumunda olduğunun gerekçeleri‘ böylece hazırlanmıştır.

Çetinoğlu: Sonucun nasıl olacağı konusunda tahmin için başka bilgiye ihtiyaç yok…

Akgönenç: AB Tavsiyeler Rapor’unda Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren son derece kritik konulara da değinilmiştir. Bu kritik meseleler, ekonomik tavsiyeler arasına fazla dikkat çekmeyecek bir şekilde serpiştirilmiştir. (Esasen, enteresan olan husus ve şüpheye yol açan tarz da budur.)

Diğer taraftan, AB Meseleler ve Etkiler Rapor’unda ise, Türkiye’nin AB’ye katılımının, Avrupa devletlerinin düzen ve istikrarı üstündeki olumsuz etkileri sıralanmaktadır.

Meseleler Raporunda, Türkiye’yi hangi şartlar altında kendileri için lüzumlu gördükleri de anlatılmış, Avrupalıların ileriye dönük düşüncelerine de yer verilmiştir. Bütün bu bölümler okunduğunda, Türk ordusu göz önünde tutularak, Türkiye’nin adeta, bir  ‘jandarma’ veya ‘paralı kolluk ve güvenlik elemanı’ olarak görüldüğü ve kullanılmak istendiği de açıkça ortaya çıkmaktadır.

Bu sebeplerle, Türkiye’de ki yetkili ve ilgili makamların, bu raporları çok dikkatli okuması, olayları enine, boyuna ve derinliğine incelemesi ve perde arkasındaki motif ve saikleri dikkatle tahlil etmeleri gerekmektedir.

AB Tavsiyeler raporunda, AB’ye girmeden önce Türkiye’nin bütün komşuları ile ve özellikle de Kafkasya’daki komşuları ile mutlaka ‘barışması ve uzlaşma yapmasının gerekliliğine‘ vurgu yapılmaktadır.

Çetinoğlu: Bu isteğin gerekçesi nedir?

Akgönenç:Avrupa Kültüründe, uzlaşma ve barışma yani reconsiliation esastır.’ Denilmektedir.

Türkiye’nin, Kafkasya’da Azerbaycan ve Gürcistan’la ilişkileri gayet iyi olduğuna göre ortada sadece Ermenistan kalmaktadır. Bu noktada Ermenistan’ın, Türkiye toprakları üstünde, bizzat kendisinin ifade ettiği, saldırgan emellerinin bulunduğu bilinmektedir. Bunları, sözleri ve beyanları ile ifade etmekte, kendi anayasaları içinde belirtmekte ve bayrakları ile de sembolleştirmektedirler.

Ayrıca, Ermenistan’ın, komşusu Azerbaycan’ın topraklarının % 21’ini işgal etmesi üzerine, Türkiye ve Ermenistan arasındaki diplomatik ilişkileri kesilmiş bulunmaktadır. Sınır kapıları da bu sebeple, Ermeni işgali üzerine kapanmıştır. Bunlar net olarak hatırlanmalıdır.

Ermenistan, yıllardan beri Azerbaycan topraklarında işgalci olarak bulunmaktadır ve hâlâ bir milyonun üstünde Azerbaycanlı Türk, kamplarda perişan bir hayat sürdürmektedir. Ermenistan bugün bile Doğu Anadolu toprakları üstündeki emellerinden bahsedebilmektedir. Ermenistan’la olan gerginliğin sebepleri ve olayların oluşum sırası ve çerçevesi iyi bilinmeli ve unutulmamalıdır.

a- Ermenilerden Özür Şartı

Durum yukarıda belirtildiği çerçeve içinde gelişmişken, AB Tavsiyeler Raporu içinde, yukarıdaki konulara hiç değinilmemiştir. Tam aksine 1915-1916 olayları ve ‘sözde Ermeni soykırımı’ rapora yerleştirilmiş bulunmaktadır. Daha önceden bilindiği gibi AB parlamentoları, ‘sözde Ermeni soykırımını’ sanki gerçekmiş gibi kabul etmiş olup, Türkiye’nin de bunu kabul etmesini, özür dilemesini ve gereken tazminatı vermesini beklemektedirler. Bunun adına da ‘tarihinle barışmak‘ demektedirler. İşte bu sebeplerle 2004 raporundaki ifadeler, yaklaşmakta olan baskıların ilk belirtileri olarak bu kısma, yani AB Tavsiyeler Raporu içine yerleştirilmiştir. Türkiye bu konuda son derece titiz ve dikkatli olmak mecburiyetindedir.

b- Örf, Âdet ve İnançlardan Tavizler Konusu

Dikkat çeken diğer bir konu da, AB’ye uyum Çalışmaları sürecinde, Türk milletinin örf ve âdetlerindeki ahlakî değerlerinde ve hatta inancında büyük ölçüde değişmelerin olacağı beklentisidir. AB yetkilileri böylece, yakın bir gelecekte ‘Türk halkının düşünce yapısında’ büyük ölçüde değişmeler olacağını ve bölge içinde, AB ölçülerine uygun ve diğer ülkelere de ‘örnek teşkil edecek bir Türkiye‘nin gelişeceğini umduklarını açıkça ifade etmektedirler.

İşte buradaki en önemli husus, Türkiye’nin ve Türk halkının böylesine bir değişime, âdeta tarihî ve sosyal kişiliğini kaybederek başka bir kişiliğe bürünmeyi kaldırıp, kaldıramayacağı ve bu tip değişimlere tahammül edip, edemeyeceği hususudur.

Çetinoğlu: Enerji kaynaklarımızla ilgili düzenlemeler de düşünülüyor

Akgönenç: Evet! Çok önemli bir konudur. Bu konuya da, ‘AB Meseleleri ve Etkiler Raporu (Issues report) isimli belgede değinilmiştir. Türkiye, gerek Kafkas ve Hazar petrol ve doğal gazına ve gerekse Orta Doğu’da Basra Körfezi’nin zengin petrol ve gaz yataklarına çok yakın olan bir ülkedir. Bu raporda Avrupalıları ilgilendiren konular işlendiğinden, olay şöyle ifade edilmektedir:

1- Bu enerji bölgelerinin istikrar ve güveni açısından Avrupa için önemli ve gerekli olan faktör, Türkiye’nin AB etki alanları içinde kalmasının, sağlanmasıdır.

2- Bu enerji kaynakları, Avrupa’ya en kestirme ve güvenli tarzda yine Türkiye üzerinden taşınabilmektedir. Dolayısıyla Türkiye, lojistik yönden, AB’nin rahatı ve geleceği için çok önemlidir. Avrupa, bu iki faktöre (kaynaklara sahip olma ve kaynakları güvenle aktarma lojistiğine sahip olma) dayanarak kurmuş olduğu üstün hayat standardını devam ettirmeyi istemektedir.

Çetinoğlu: Bir de Avrupa’nın güvenliği için Türkiye’den yararlanma düşünceleri var

Akgönenç: Avrupa devletlerinin güvenliği ile ilgili hususlar incelendiği zaman, ortaya çıkan hususlar şunlardır:

a- Askerî güvenlik açısından:

* Avrupa Güvenlik Konsepti yani kısaca, ‘Avrupa Ordusu’ hazır olmadığı için, Avrupa’nın mevcut başka bir güçlü teşkilata ve güvenceye ihtiyacı vardır. Türk ordusu bu görevi yapabilecek ve muhtemel tehlikelere karşı, bu yükü AB için taşıyabilecek bir güç olarak görülmektedir. Yani, özellikle yaşlanan Avrupa’nın kullanabileceği genç bir orduya ihtiyacı vardır. Bu da Türk Ordusu’dur.

*Türkiye, NATO içinde ABD’den sonraki en etkin askerî güçtür ve AB zaten güvenliğini NATO kanalı ile garantiye alma çabaları içindedir. Dolayısıyla Türkiye AB üyesi yapılmasa dahi, onun hizmetlerinden yararlanmak yolları aranmaktadır.

b- Sosyal güvenlik açısından:

* Diğer bir husus da yaşlanan nüfus ve Avrupa’daki mevcut Sosyal Güvenlik Sistemi ile ilgilidir. Bu sistemin devamı ve finansı için yaşlanan Avrupa nüfusu, yeni ve genç işçilere ihtiyaç duymaktadır. Şayet Türkiye üyeliğe kabul edilecek veya bazı şartlarla Avrupa’da çalışma imkânı elde edecek olursa Avrupa’da hissedilmeye başlayan ‘genç işçi problemi’ de bir çözüme kavuşmuş olacaktır.

*AB Tavsiyeler ve Etkiler Raporu’nda tüm bu ihtiyaç ve sebepler açıkça anlatılmakta ve AB ülkelerinin Türkiye’yi kabulünü sağlayacak gerekçeler olarak sıralanmaktadır.

(DEVAM EDECEK)

 

 

 

Önceki İçerikTürkiye’nin Gürcü Sorunu!
Sonraki İçerikBaşörtüsü Sorunu Çözüldü mü?
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.