Öncesi ve Sonrasıyla Köy – Kent -3-

100

 

Köylünün işi zordu. Ancak, kalabalık aileyle, işlerin yürütülmesi kabil ve olası idi. Çünkü bütün işler, el emeğiyle yapılır, sırf insan gücüyle başarılırdı.

Köylü, yiyeceği ekmeği, kendi eliyle ektiği ekinden, yani buğday, arpa ve çavdardan elde eder; yağını, peynirini, çökeliğini ve keşini vs. hep kendisi yapar; kışa bizzat hazırlanırdı. Ceket ve pantolonu, kendi dokuduğu kilimden diker veya yaptırır; ayağına giydiği çarığı da yine kendisi imal ederdi.

Evler; tek tek ağaçların, bir bakıma tomrukların, üst üste konmasıyla inşa edilir / yapılırdı. Cam olmadığı için, 10-15 santimetre kare büyüklüğünde, yan duvarlarda bir iki gedik veya oyuk açılır, ışığın girmesi böyle sağlanırdı. Odalar, yarı karanlık bir mahiyet arzederdi. Küçük olması, daha fazla soğuğun girmemesi içindi. Evet, o evlerin pencere ihtiyacı, ancak bu şekilde karşılanırdı. Tabii, perde diye bir şey yoktu.

Ocaklar büyük,  bacaların ise üstü açıktı. Bu yüzden kışın, odalar çok soğuk olurdu. Henüz soba kullanılmıyordu. Odaları ısıtmak için, ocakta sabahlara kadar kocaman kütükler yakılırdı. Fakat ısının çoğu, bacadan yukarı doğru yükselerek, havaya karışırdı. Evet, sıcaklık odada kalmaz, havaya dağılır; olan da, gittikçe azalan ormanlara olurdu. Nitekim o zamanlar; köye çok yakın olan orman, bugün bir iki saat gerilemiş vaziyettedir. Yani orman, köye artık 1,5 – 2 saatlik mesafede yer almaktadır.

X

Bütün bunlara rağmen, köy cıvıl cıvıldı. Hayat doluydu. Canlıydı. Herkes dost canlısı idi. Birbirine karşı saygılı, sevecen ve sevgi doluydu. Küçükler küçüklüğünü, büyükler büyüklüğünü bilirdi.

Lakin şu bir gerçekti ki, köylünün başını kaşıyacak vakti yoktu. Köyde yaşıyor, fakat köyü yaşamıyordu! Nice tabiat ve doğa güzelliklerinin, farkında olamıyor veya ayırdına varacak imkanı bulamıyordu. Neyse bu ayrı bir konu, isterseniz ona hiç girmeyelim.

Bahar; yaz hazırlığı, yaz; kış hazırlığının telaşı içinde geçerdi. Kışın da, mal ve davarın bakımı, insanı meşgul ederdi. Onlara su içirmek için, yüksek kar yığınları arasından, bin bir güçlükle, patikamsı bir yol açılması gerekirdi. Açılmış olanların ise, yeni yağan kar yüzünden, aynı titizlikle, muhafaza edilip korunması icap ediyordu.

Tam ve ahırların her sabah temizlenmesi, hayvan mayısları / dışkıların, daha sonra gübre olarak kullanılması için biriktirilmesi de, kışın yapılması gereken rutin / periyodik / dönüşümlü olarak yapılan işlerdendi.

X

Köy kadınlarının, -özellikle kışın- pınar ve derelerden; buzlanan patikaların arasından, kaymamaya çalışarak eve su taşımaları ise, ayrı bir güçlük ve fedakarlıkla mümkün olabiliyordu. Zaten her zaman ve her yerde olduğu gibi, köyümüzde de geçimin asıl yükü, kadının omuz ve sırtındaydı. Hem tarla ve bostanda çalışır, aynı zamanda bebeğine bakar, hem de ev işleri ondan sorulurdu. Kısaca herkesten ve her işten o mes’uldü.

Çocuğa bakan oydu. Kocası ve diğer hane halkı, hep onun sorumluluğu altındaydı. Ama her şeye rağmen, kadın evin hakimesiydi. Hele bayağı yaşlı kadınlar; evlerde tam bir otorite sahibiydi. Evin önemli ve hayati anahtarlarını bellerinde taşır; her şey ancak onlardan istenir ancak onlardan sorulurdu.

Nitekim, köyün kalabalık ailesi ve en fazla sürü sahibi olanlarından Yazıcıgillerin, bir Zeynep ve Gülizar hatunları vardı ki, görmeye değer kişilik sahibiydiler. Orta Asya Türk kadınının, bütün hasletlerine sahiptiler. Ağırbaşlı, ciddi ve otoriter idiler. Sözleri dinlenir, kaale alınırdı.

Evlenenler; ayrı ev açmazlar; aynı evde birlikte yaşarlar; sadece yatmak için ayrı bir odaları olurdu. Zira köy hayatı; bir arada yaşamayı zorunlu kılıyordu. Çünkü salt karı kocadan ibaret, yeni bir ailenin, köy işlerinin üstesinden gelmesi imkânsızdı.

X

İşte hayat, bu şekilde devam ederken; yavaş yavaş, gurbet yolu açılmaya başladı. Gençler, birer ikişer, bilhassa İstanbul’un yolunu tutar oldu. Nasıl bir iş olursa olsun, hayır demezlerdi. Genellikle okullarda hademelik, fabrikalarda kapıcılık, orada burada işçilik yaparlar, -özellikle- inşaat işlerinde çalışırlardı. Artık senede bir, 15 günlüğüne, daüssıla için gelir / sıla  hasretini giderirlerdi. Sonra da köydekileri melul mahzun, gözü yaşlı geride bırakarak, tekrar gurbet yolunu tutarlardı.

Ne gidenler, yeni hayatlarından memnun olur, ne de geri kalanlar, rahat yüzü görürdü. İki taraf da, hasret içinde yol gözleyip dururdu. Kavuşacakları kısa zamanı ise, hep iple çekerlerdi.  Köyde yaşama koşullarının ağırlığı, çok sert geçen kışların mevcudiyeti ve gurbete gitmenin, eskiye nazaran kolaylaşması sebebiyle; giderek, köyden soğuma başladı. Gurbete doğru yönelişler aldı yürüdü.

Köy, eski şenliğini kaybetmeye başladı. Ahalisi gittikçe azaldı. Gün günü aratır oldu. Köy tenhalaştı. Mallar / hayvanlar, yok pahasına elden çıkarıldı. Sürüler, otlaklarda yerini almaz oldu. Hane / ev sayısı, yani köyde daimi kalanların adedi, azaldıkça azaldı. Köyün, artık tadı tuzu kalmadı. Ancak, yazdan yaza tatile gelenlerle yüzü güler; sonra yine çehresini yalnızlık bürürdü.

 

 

Önceki İçerik“Kumpas” Netleşiyor
Sonraki İçerik‘Tuva, Türklerin İlk Yurtlarından Biridir.’
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.