Takdir, hayattaki en önemli yeteneklerimizden birisi. Ancak pek çok konuda olduğu gibi bunu da yanlış biliyoruz. Belki yanlış öğrettiler, belki de biz yanlış anladık. Her ne ise; neticede kelimelerin karşılığı olan kavramlar, zihnimizde ne yazık ki tam olarak oturmamış. (Elbette istisnalara sözümüz yok…)
* * *
Kadının biri dolabından gelen gıcırtıyı kesmesi için eve marangozu çağırır. Marangoz bakar, bakar ama dolabın neresinin gıcırdadığını bulamaz ve sorar:
-Abla bu dolabın bir şeyi yok ki, ne yapayım?
Kadın:
-Normalde gıcırdamıyor zaten. Yoldan otobüs, kamyon geçerken gıcırdıyor. Sen şimdi dolabın içine bir gir. Saati geldi, birazdan otobüs geçerken bakarsın, der.
Adamda “tamam” deyip, başlar beklemeye.
Tesadüf bu ya, az sonra kadının kocası eve gelir, üzerini değiştirmek için dolabın kapağını açınca birde ne görsün; içeride bir adam! Marangozun yakasına yapıştığı gibi bağırır:
-Ne işin var senin, benim dolabımda…
Marangoz:
-Ağabey ne desen haklısın vallahi. Ama şimdi sana,’burada otobüs bekliyorum’ desem, inanacak mısın?…
* * *
Elbette bizler de takdiri, birilerine “aferin” demek, “ödül vermek” olarak anlamışız.
Oysa takdir, her şeyin değerini ve önemini belirleyip, yerli yerince kanaat oluşturmaktır. Kısacası değerlendirmek, takdir etmektir. Önyargısız olarak; gerçeği, yalnızca gerçeği görmektir.
Ancak bu sayede aldanmasız ve hatasız bir hayat süreriz. Eğer hayali bir dünyada yaşayıp, olanlara değil de görmek istediklerimize saplanıp kalırsak; aldanır dururuz.
Bir de üstelik suçu, sürekli olarak bizi aldatanlara ve uyaranlara atarız. Oysa suç, aldatanda değil, aldanandadır.
Çünkü Müslüman’ın feraseti vardır. Feraseti ile gerçekleri ve faydalı-zararlıları takdir eder. Ona göre değerlendirip, önem sırasına koyar. Tavrını belirler.
Eğer göz göre göre, uyarıla uyarıla hata işlemeye devam ediyorsak; bunun sonuçlarına da mutlak surette katlanacağız demektir. Çünkü Allah’ın ilahi kanunudur, kendisine uyarı gelenlere kulak tıkayanlar elbette bunun cezasını çekeceklerdir.
“O böyle şey yapmaz. Bu böyle adam değildir.Yok canım, o kadar da değildir” diyerek kendimizi avuttuklarımızdan yediğimiz kazıklar, en nihayetinde bir yerden yüzünü gösterecektir.
Bu millet olarak da böyledir, birey olarak da böyledir…
Ne demişler; kendi düşen, ağlamaz…