Okyanusta seyreden, onlarca kamarası, yüzlerce yolcusu olan bir yolcu vapuru düşünelim. Yolculardan bazıları kamaralarında değişiklik yapmak için, dipte bir gedik açmak istese. Ve başlasalar gemiyi delmeye.
Durumu fark eden komşu kamara sâkinlerinin şaşkın bakışları arasında buna devam etseler. Bâzı yolcuların işin vahâmetini ve tehlikesini anlayarak: “Durun, yapmayın! Bizi batırmak mı istiyorsunuz?” şeklindeki haklı tenkitlerine de aldırış etmeyerek, üstelik yüksek perdeden:
“Ne demek, kamara bizim değil mi? İstediğimizi yaparız, size ne oluyor? İşimize karışmayın, bu bizi ilgilendirir! ” diyerek, biraz da tehdit-vâri bir cevap verseler. Çevre kamaradakilerin huzursuzluğu, nihayet kaptana kadar ulaşsa. Tabiî ki kaptan, duruma müdahale eder:
“Ne yapıyorsunuz? Bu yaptığınız yanlış!” falan derse de onlar, yine de bigâne ve kayıtsız kalarak:
“Efendim size de ne oluyor? Biz kendi kamaramızda, kendimize göre, kendi isteğimiz doğrultusunda değişiklik yapmak, özel kamaramızda şahsî bir tasarrufta bulunmak istiyoruz. Çekil git başımızdan, bizi rahat bırak!” gibi, ilk bakışta sâfiyane ve doğru gibi görünen, fakat aslında bütün gemiyi batıracak ve sulara gark edecek haksız, yersiz bir tasarrufta bulunan bu şaşkınlara karşı kaptan -ister istemez- hâkimâne bir tavır takınarak, âdeta kükreyen bir sesle:
“Sizi gidi budalalar siziii! Sadece kendiniz -ona da rızamız yok ya- helâk olsanız neyse. Yahu bütün gemiyi batıracaksınız! Behey sersemler! Çekilin oradan, bırakın elinizdekileri! Sizi böyle bir tasarruftan men’ ediyorum! Oturun oturduğunuz yerde. Bir daha da, sadece kendinizin değil; başkalarının da hayatını tehlikeye atmaktan vazgeçin! Aksi takdirde, şimdiki rahatınızdan da yoksun kalacaksınız!” diyeceği ve derhal duruma el koyacağı muhakkaktır.
Bir misâl daha: On katlı yirmi daireli bir apartman düşünelim. Daire sâkinlerinden biri, dairesinden geçen ana direklerden birini, lüzumsuz görerek veya genişlik için yıkmaya kalksa, bütün apartman sâkinlerinin ayağa kalkacağı yine izahtan vârestedir.
Onun şahsî tasarruf masarruf diyerek itirazı kaale alınmaz. Hemen bu sevdadan vazgeçmesi veya daireyi terk etmesi istenir. Çünkü direği ortadan kaldırdığı takdirde tavan başına çökecek; diğer daireler de bundan nasîbini alacak. Yâni topyekûn apartman, bir enkaz yığını hâlini alarak; sadece o daire sâkinlerine değil, bütün apartman halkına mezar olacak.
Gelelim sadede: Efendiler! “Bugün Avrupalılar için ortada bir Kürt mes’elesinden ziyade (yâni Kürtçülüğe destek perdesi ardına sığınarak faaliyet gösteren ve Türk Milleti’nin yücelmesinden, Türk Devleti’nin yükselmesinden ve Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’nin varlığından ve parlak istikbâlinden yersiz endîşe içinde kıvranan Batı’nın mevhum, vehmî) bir ‘TÜRK MES’ELESİ’ var. Daha doğrusu her zaman (aslında bu toprakları vatan edindiğimiz ve Hakk’ın kılıcı olduğumuzdan beri hep) bir ‘TÜRK MES’ELESİ’ olagelmiş!” (Altemur Kılıç, Türkiye, 13 Temmuz 1999)
Evet, Türkiye’de Kürt mes’elesi yok; Türk Devleti ve Türkiye’nin beka mes’elesi var. İşte asıl mes’ele bu. Nitekim “dünya globalleşmeye doğru giderken Türkiye’nin gelecekte lider ve güçlü devlet olma ihtimalini hesap edenlerin (de bütün korkusu bu ya!)” (Dr. Seyfi Şahin, Ortadoğu, 29 Temmuz 1999) bazıları kendi şahıslarında Türkiye’yi batıracak, yıkıcı faaliyetler içinde bocalayıp duruyorlar! Büyük yanılgı, işte burada yâni yaptıklarının sırf kendilerini ilgilendirdiğini sanmalarında yatmaktadır.
Yukarıda zikredilen örneklerden anlaşıldığı üzere, gemide açılan bir delik, bütün geminin batmasına; yıkılan bir direk bütün binanın çökmesine sebep olacağı gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin her hangi bir köşesinde mahallî ve yerel olarak zuhur edecek bir çatlak; bütün Türkiye’yi ilgilendirir.
Mes’ele o yörenin değil; artık bütün Türkiye’nin mes’elesidir. Tıpkı halının bir köşesinde ortaya çıkan bir söküğün, ta merkeze kadar ucunun dayanacağı gibi.
1980 sonrası, PKK’nın ortaya çıkarılması; 1994 yılında…ABD temsilcisinin; globalleşmeyi devletleri parçalayıp küçültmek olarak tarif etmesi; CİA’nın Türk yöneticilerine Fırat’tan öteye Federasyon yoluyla bölmeyi tavsiye etmesi; ABD’nin el altından küçük devlet yöneticilerine, Anayasa ve Kanunları (bölücüler lehine) düzenletmesi (a.g.makale); Kıbrıs Rum Kesimi’nde tertip edilen “Anadolu Halkları Toplantısı”nda…mes’elelerin…Kürt, Ermeni, Arap, Antakyalı, Laz ve Anadolu’nun “mozaik” topluluklarıyla birlikte göğüslenmesi gerektiğinin kararlaştırılması (Mim Kemal Öke, Türkiye, 13 Nisan1995) vb. sayısız daha birçok sebeplerden açıkça görülen şu ki: İngiliz – Amerikan (Anglosakson), Fransız, Alman, Rus güç merkezlerinin aleyhimizde birleşmiş olmalarıdır. (Dr. Agâh Oktay Güner, Türkiye, 11 Nisan 1995)
İşte Rusya, Avrupa ve Amerikasıyla tüm Batılı devletler ve Türkiye’ye tahammülsüzlük yolunda, onların uyduları hükmünde olan çoğu komşu devletcikler; kim, hangi unsur, bu emellerine yardımcı olabilecek nitelikte ise onlara kancayı takmakta; onlara kucak açmaktadırlar.
Görünüşte onların, aslında kendi menfaatleri doğrultusunda onları kullanmaktadırlar. Bu menhus ve uğursuz tezgâhın oyuncuları olduklarını, buna âlet olanlar çok iyi bilmektedirler. Fakat “ya göl maya tutarsa” beklentisi içinde oldukları için “bile bile lades” anlayışından kendilerini -yazık ki- alamamaktadırlar.
Elbette göl maya tutmayacak ve bu devlet -inşallah- ilelebet pâyidâr olacaktır.