İnsan hakları, insanların doğuştan sahip olduğu kişisel hak ve özgürlükleridir. İnsan hakları ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Yüzyıllardır insanın zorbalık ve baskıya maruz kaldığı bir gerçektir. İnsan hakları hep göz ardı edilmiştir. Ölüme, işkenceye, kötü muameleye, onur kırıcı cezalara tabi tutulmuşlardır.
17. ve 18. Yüzyıllarda 1689 tarihli İngiliz Yurttaş Hakları Beyannamesinde, 1776 yılında Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde ve Fransız ihtilali sonrası Fransa meclisinin 26 Ağustos 1789 tarihinde onayladığı İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde, insan haklarının sağlanmasında önemli kazanımlar sağlanmıştır. Daha sonraki yıllarda dünya savaşları sonucunda inanılmaz insan kayıpları ve büyük insan hakları ihlalleri meydana gelmesi üzerine, uluslararası ilişkilerde ve işbirliği içerisinde insan haklarının, hukukun egemenliği ile korunmasının önemli olduğu anlaşılmaya başladı. Bu hak ve temel özgürlüklerde ortak bir anlayışa sahip olma, gerçekleştirme fikri her geçen gün çoğaldı.
İkinci Dünya savaşından sonra, savaşın galibi ülkeler tarafından, ülkeler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırarak, ileride meydana gelebilecek ve kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir savaşın önüne geçebilmek amacıyla, 24 Ekim 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler örgütünü kurdular ve dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslar arasında ekonomi, toplumsal ve kültürel bir işbirliği oluşturmak gayesiyle Birleşmiş Milletler Antlaşması düzenlediler.
Birleşmiş Milletler insan hakları komisyonu, Haziran 1948’de insan hakları konusunda çalışmalarına başlamış, 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler genel kurulunun Paris’te yapılan oturumunda 30 maddelik insan hakları bildirgesini kabul etmiş, bildirinin imzalandığı 10 Aralık günü de, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanılmaya başlanılmıştır.
Bu bildiride genel olarak herkes ırk, renk, cins, dil, din, siyasal, ya da herhangi bir başka inanç, ya da bir başka ayrım gözetilmeksizin bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanabilir denilmektedir. En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek, barınma, yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma, toplanma, dernek kurma, evlenme, mal ve mülk edinme, çalışma, işini seçme, din, vicdan, düşünce ve anlatma özgürlüğü hakları bu bildirinin temelini oluşturmaktadır.
Tarih 29 Mayıs 1453Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethettikten sonra, padişaha tabi olma isteklerini bildiren, teslim olan, şehrin anahtarını teslim eden, aman dileyen yerli Hıristiyan halkın haklarının korunması ve canlarına dokunulmaması, din ve ticaret serbestisi tanıyan bir ahitname hazırlayarak bu Galata ahalisine gönderdi.
Beşeriyetin bütün insanlarına imrenilecek, ilahi vaatlerle seslendiği, çağımızın dahi ulaşamadığı önemli bu insan hakları ahitnamesinde Fatih Sultan Mehmet Han şöyle demektedir:
“Ben ki Emir-i azam Sultan Murad’ın oğlu, Padişah-ı muazzam ve Emir-i azam Sultan Mehmed Hanım, yeri ve göğü yaratanın namına, büyük Peygamberimiz Muhammed namına biz Müslümanların inanmış olduğumuz Sebu’l-Mesani namına, Allah’ın yüz yirmi dört bin peygamberi namına, büyük babamın ve babamın ruhuna, oğullarımızın namına, kuşandığım kılıç aşkına yemin ederim ki, şehrin Katolik Archontlar tarafından Bab-ı Hümayunumuza mebus olan Archontlar ve Senyör Pallavicino ve Senyör Marki Drifango ve tercüman Nikola Pelazoni tarafından gerçekleştirilen istek üzerine, bugün hükümet idareme boyun eğdiklerinden bütün memleketlerimde görüldüğü üzere, Galata ahalisine kanunlarını ve serbestliklerini bırakıyorum. Binaenaleyh, Galata surları yıkılacak ise de, mallarını, evlerini, dükkanlarını, bağlarını, değirmenlerini, gemi ve sandallarını, ticaretlerini eş ve çocuklarını istedikleri gibi idare etmek üzere muhafaza edeceklerdir. Ticaret mallarını memleketimin her tarafında satabilirler. Denizde ve karada serbestçe seyahat edebilirler. Hiçbir gümrüğe, hiçbir angaryaya tabi olmayacaklardır. Ancak itaatim altında bulunan diğer memleketlerde olduğu gibi, vergi ile mükellef olacaklar. Bu kanunlar ve adetler bugünden itibaren ve ebedi olarak devam edecektir. Ben onları kendi şahsım gibi himaye ve müdafaa edeceğim. Oturdukları beldede kilise ve ibadetlerini muhafaza edebilecekler. Ancak çan çalmak yasaktır. Kiliselerini camiye çevirmeyeceğim, fakat yeniden kilise inşa etmeyecekler. Tüccarlar serbestçe davranarak, ticaretle meşgul olabilirler. Yeniçeri sınıfına katmak üzere evlatlarını almayacağım. Dinimizi kabul etmeleri için asla hiçbir zorlama görmeyeceklerdir.Galata ahalisine vaadederim ki, kendilerini bir köle sıfatı ile idare etmeyeceğim. Evlerinde ne yeniçeriler, nede esirler iskan edilmeyecektir. İşlerini görmek için içlerinden birini intihap edeceklerdir.
Archonte ve kahyalar rencide edilmeyecektir. Tarafımızdan yazılan bu fermanda yazıldığı üzere, vergi vermek şartıyla gidip gelmekte özgür olacaklardır.” ( Hilkati Alemin 6961 ci ve hicretin 857 senesi Cemaziyel evvel evahirinde yazılmıştır.1453
Fatih Sultan Mehmet Han Sani (1)
Tarih 29 Eylül 1458
Fatih Sultan Mehmed’in Kudüs ruhbanlarının dini hayatlarını serbestçe sürdürebilmeleri hakkındaki fermanında:
” Makamıma gelip yüz sürerek ellerinde mevcut olan Hz. Peygamber ve Hz. Ömer’den bu yana Kudus-i Şerif’teki Hz İsa’nın doğduğu Beytüllahm Kilisesi, Kamame Kilisesi vb. kutsal mekanlar ile ilgili sahip oldukları hak ve imtiyazları yeniden talep eden Kudus Rum Patriği Atnasyos ve ruhbanlarına aynı imtiyazları verdim. Bunları kimse rencide etmesin. Kim ki bu hükmün feshini murad ederse Allah’ın ve Rasülünün hışmına uğrasın.” (2)
Tarih 28 Mayıs 1463
İstanbul’un fethinden on yıl sonra, Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un ardından Bosna-Hersek’i fethetmiş, başka din ve ırktan olanlara insan hakları, özgürlük ve hoşgörü tanıyan fermanını yayınlamıştır. İnsan ve insanlık kokan bu ferman, Fransız İhtilal Beyannamesinden (1789) 326 yıl önce, 1948 Birleşmiş Milletler insan hakları bildirgesinden 485 yıl önce yazılmış ve yayınlanmış, tarihin ilk insan hakları bildirgesi niteliği taşımaktadır. Fatih Sultan Mehmed, bu belge ile Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan halkların can ve mal güvenliklerini teminat altına almakta, din, dil ve ibadet hakkı tanımakta, yurtlarından kaçanlara da “dönün kimse kılınıza dokunmayacak” çağrısı yapmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet Han Bosnalı Ruhanilere verdiği Ahitnamesinde şöyle demektedir:
“Nişanı-ı hümayun şu ki, ben ki Sultan Mehmed Han’ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup, şu hususları buyurdum: Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse, bu insanlara dokunmayıp, incitmeyecektir. Hiç kimse bu insanların canlarına, mallarına, kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hata bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlarda aynı haklara sahiptir. Yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yeminle yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkar oldukları sürece, hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyeceklerdir.”Tahriren fi sene 868 (1463) (3)
Bosna’da konuşlanan çok uluslu barış gücündeki Türk birliği, bölge halkının yaralarını sarmak için başta okullar olmak üzere Osmanlının izlerini taşıyan çeşmeleri ve türbeleri restore etmeye başlamıştı. Bir Katolik rahibinin isteği üzerine, Fojnica kentindeki manastırın onarım işine başlanıldı. Bu esnada Türk komutanlar onarım keşfinde, kilisenin duvarında Fatih Sultan Mehmed Han’ın 536 (bugün 550) yıl önce verdiği bu fermanın aslı, yanı sıra Fatih’in bir kaftanı ve kilise kütüphanesinde de dört bin civarında Türk el yazması kitaplar bulundu. Türk hükümeti ile temas kurulması üzerine, Kültür Bakanlığı devreye girerek bu Ahitnameyi günümüz Türkçesine çevirerek, ülkemize ve dünya kamuoyuna tanıtmayı sağladı.
Tarih 26 Eylül 1999
Başbakan Bülent Ecevit, Amerika Birleşik Devletlerine yaptığı gezide, Başkan Bill Clinton’a, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Bosna Mezhebi mensuplarına verdiği ahitnameyi, 21.yüzyıl için örnek bu fermanı, önemli bir insanlık armağanı olarak sundu. Amerika devletleri, ülkemiz üzerinde insan hakları ihlali konusunda, baskılar kurması ve insan haklarını iyileştirin diye uyarılarda bulunması üzerine, bu ahitname ile, bir cevap vermiş oluyordu. Yüzyıllar öncesinde atalarımızın, Türk milletinin, insan hakları konusunda ki hassasiyetini, bu belgeyi sunarak anlatıyordu.
Gurur ve iftihar kaynaklarımız olan bu belgeler, kudretli bir ecdadın bizlere bıraktığı hazinelerdir. Tarihi olayların öğrenilmesinde, bu belgelerin önemi çok büyüktür. Büyük bir tarihin şeref sayfalarında yaşayan, tarihin altın sayfalarında yer alan, tarihin akışına yön veren bu belgelerden yararlanarak, devletlerarası ilişkilerde yeniden anlamlandırılma ve faydalanma yoluna gidilerek, değerlerinin yüceliğini, tarih öncesini hatırlamayanlara varlıkları hissettirilmelidir.
Başbakan Bülent Ecevit gibi devlet büyüklerimiz, bu muhteşem belgelerin içinde taşıdığı anlamlı, güçlü ifadeleri ve bilgileri bugün ve gelecekte, günün şartlarına ve gündemlerine göre nice devletlere hatırlayacakları şekilde mesajlar verilmelidir. Üç kıtada, geniş insan toplulukları üzerinde adaleti, merhameti, yardım severliği ve hoşgörülüğü sağlayan ecdadımızın bu belgeleri ve içindeki bilgiler diğer milletlerce de böylece bilinmiş olur.
Türkleri tarihte büyük millet yapan, diğer milletler tarafından da bize yardım et, hizmet et, koru, yönet diye davet edilmesine sebep olan haslet, işte bu özellikleridir. Adil olmaları, merhametli olmaları, ezilenin yanında yer almalarıdır.
Buna örnek olarak, tarih sayfalarından birkaç tanesine yer vererek, okuyucuları bilgilendirelim.
İstanbul’un fethinden sonra, Edirne Başhahamı Isac Tzatafi’nin, Güney Almanya’daki Yahudilere yazdığı mektuptan:
“Tanrının kutsadığı, tüm güzelliklerle dolu olan Türkiye topraklarına geldim. Burada huzur ve mutluluk buldum. Türkiye sizin içinde bir barış ülkesidir. ….. Size derim ki Osmanlı ülkesi hiçbir şeyin eksik olmadığı bir ülkedir. Eğer isterseniz şu anda burası sizler için en hayırlı yer olacaktır…. Burada Türklerin topraklarında şikayetçi olacağınız hiçbir şey yok. Büyük nimetler elde etmekteyiz….. ağır vergi yükümüz yok. Ticaretimiz serbest, engellenmiyor. Her şey ucuz ve bol. Herkes barış ve hürriyet içinde. Türkler hoşgörülü insanlar….. Hıristiyanlardansa Müslümanların (Egemenliği) altında yaşamak sizin için daha iyi değil mi? Burada herkes kendi asması ve inciri altında huzur içinde oturabiliyor….”(4)
Yavuz Sultan Selim Han’a, Halepli Ulemaların yazdığı mektubundan:
“Bütün Haleb’in büyükleri ve ayanları ve ahalisi olan bizler Sultan Selim Han’a itaat ediyor ve kendi isteğimizle onun emirlerine hazır ve bağlı olduğumuzu bildiriyoruz….. Haleb’te bulunan bütün insanlar siz Sultan Hazretlerinden talep eyledik ki, canlarımız, mallarımız ve ehlimiz ve çocuklarımız muhafaza edilsin….”(5)
Kanuni Sultan Süleyman’a, Fransa Kralı Fransuva’nın annesi Luiz Dö Savua’nın, yazdığı mektubundan:
“İspanya Kralı Şarlken, oğlum Fransuva’yı Pavi Muharebesinde tutup hapseyledi. Şimdiye kadar oğlumun halasını (kurtuluşunu) Şarl’ın insaniyetine bırakmış idim. Halbuki memulümüz (beklentimiz) olan insaniyeti icra etmedikten başka oğlumun hakkında hakaret dahi etmektedir. İmdi alemin musaddakı (kabul etmiş) olan azamet ve şanınız ile oğlumu düşmanımızın pençe-i kahrından halas (kurtuluş) ile ibraz-ı übbehet (büyüklük göstermek) buyurmanızı zatt-ı şahanenizden bilhassa niyaz ederim….”(6)
Kanuni Sultan Süleyman Han’a, Fransa Kralı Faransuva’nın yazdığı mektubundan:
“Ey yedi iklimin Padişahı, dünyanın sığınağı, yiğitlik membaı, ey Şahım! Benim halimden haberdar ol ve bu gönlü yaralıya lütuf ve merhametini gönder….”(7)
Kanuni Sultan Süleyman’a, Açe (Endonezya) Sultanı Alaaddin’in yazdığı mektubundan:
“Biz bu bölgede Portekizlilerle savaşıyoruz. Çok sıkışık duruma düştük. Dinimizin de emrettiği şekilde bu fakir ve miskin (aciz) ve yetim ve düşman arasında müfred (tek) ve yalnız kalmış bendelerine rahmet ve şevket edüp Allah için gaza yolunda bize yardım edin….”(8)
Kanuni Sultan Süleyman’ın Eflak Voyvodasına Erdel civarındaki gelişmelerin takip edilmesi ve halkın huzurunun korunması hakkında gönderdiği hüküm:
Eflak Voyvodasına hüküm ki:
Erdel ve civarındaki gelişmeler hakkında gönderdiğin mektup ve elçimden aldığım bilgiler doğrultusunda buyurdum ki: Emrim size ulaştığında Erdel ve civarını sürekli olarak kontrol edin, boş bulunmayın. Oraları korumak için ne gerekiyorsa yapın. Boğdan Voyvodası kulum ile birlikte olup vilayetin emniyeti ve halkın huzuru için bir dakika bile boşa geçirmeyin.”(9)
Sultan I. Ahmet Han’ın, Boğdan Voyvodasına Vladika, metropolit ve papazların ibadetlerine karışılmaması hakkında gönderdiği hüküm:
” Boğdan Voyvodasına hüküm ki:
Boğdan’da bulunan vladika, metropolit ve sair papazlar kiliselerinde ayinlerini bu güne kadar yapagelmiş iken, şu an dışarıdan müdahale olduğunu bildirdiler. Bunlara zulmedilmesine rızam yoktur. Olageldiği üzere amel olunmasını emredip buyurdum ki:
Bundan böyle vladika, metropolit ve sair papazların kiliselerinde icra ettikleri ayinlere ve kendi aralarındaki işlere hiçbir kimseye hatta Rum patriklerine bile müdahale ettirmeyesin.”(10)
Sultan IV. Mehmed Han döneminde, Çek alimi Comeniks’in, Erdel Prensi Georges Rokoczy’ye yazdığı mektubundan:
“… Türkler kahramandırlar; dostlarına zarar vermezler, ancak kazanç getirirler. Bu yüksek millet tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez. İyi ve fena günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir milletle el ele vermek, yer yüzünde her güçlüğü yenmek için sonsuz bir kudret ve kabiliyet kazanmak demektir.”(11)
Sultan III. Ahmed Han döneminde İsveç Kralı XII. Charles’ın kız kardeşine yazdığı mektubundan:
“… Bugün esirim; Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin, suyun yapamadığını onlar yaptılar; beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok; zindanda da değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum. Lakin gene esirim; şefkatin ulüvv-i cenabın (Ali cenablık) asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işbu elmas bağa sardılar. Bu kadar şefkatli, bu kadar alicenab, bu kadar asil ve bu kadar nazik bir milletin arasında, hür esir gibi yaşamak bilsen ne tatlı….”(12)
Sultan I. Abdülmecid Han’a, Almanların yardım istek mektubundan:
“Fransızlar her sene bize zulüm ediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet’in de halifesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın.”(13)
Sultan Abdülaziz’in, müstakil bir Bulgar Eksarhlığı kurulması hakkında fermanı:
” Topraklarımız üzerinde yaşayan herkesin din, mezhep vesair hususlarda emin ve rahat bir halde birbirleriyle iyi geçinerek ülkenin gelişmesine katkıda bulunmaları en büyük isteğimiz olduğundan, bir süredir Rum Patrikhanesi ile Bulgarlar arasında ortaya çıkan mezhep ihtilafının halledilmesi için müstakil bir Bulgar Eksarhlığı kurulması hususunda alınan kararlara uyulması ve aykırı davranışlardan kaçınılmasına dair fermanım sadır olmuştur.”(14)
Sultan II. Abdülhamid Han’a, Almanya’daki Yahudi Dernekleri Federasyonunun, Yahudilerin Osmanlı devletine ilticalarının 400. Yıl dönümü nedeniyle gönderdiği teşekkür mektubundan:
“1492 senesi ilk baharında İspanya’dan kovulan ve Osmanlı Devletine sığınan Museviler, İspanya’da her çeşit zulüm ve baskıya maruz kaldıkları halde, sizin saltanatınızın merhametine sığınarak huzur ve emniyetle memleketinizde geçimlerini temin etmişler ve gün geçtikçe her açıdan ilerlemişlerdir.”(15)
Türkleri kahraman yapan, sadece kılıç değil ondan da önce gelen yüksek adalet anlayışlarıdır. Bulgarlarda bir söz vardır; “Türkler gitti, adalet bitti” demektedirler.
Türklerin gittiği her yere barış, adalet, huzur da gitmiştir. Ancak dünyanın efendiliğine soyunan güçlerin(Amerika, İsrail, İngiltere, Rusya, Çin, Fransa, Almanya) gittiği yerlerde ise; kan, barut, katliam, bomba, ölüm, füze, taciz, tecavüz, işkence, gözyaşı, kaos, patlama, parçalanma, işgal ve soykırım olmuştur.
KAYNAKLAR
1-3-Osmanlının Genç Dehası F.S. Mehmet-Hüseyin Tekinoğlu-Neden Y.-2009-S.108-152
1-Osmanlı Sultanları Tarihi-Enver Behnan Şapolya- Rafet Zaimler Yay.-İst.1961-S.112-113
1-Mufassal Osmanlı Tarihi-Heyet İskit Yay.1958- S.463
1-3-Şahı Cihan Fatih Sultan Mehmet-Ahmet Coşkun-Babıali kültür Yay.-İst.2008-S.94-122
2-9-10-14-Gökkubbe Altında birlikte Yaşamak-Başbakanlık Dev. Arş. Gn. Md.lüğü Osmanlı Arş. D. Bşk.lığı Yay. Ank.2006-S.108-56-60-52
3-Belgelerle Osmanlı Tarihi-Ömer Faruk Yılmaz-Osmanlı Yay.-İst.1999-S.365-366
4-5-6-7-8-11-12-13-15-Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar-Necdet Bayraktaroğlu-Hayat Yay.-İst.2012-S.102-186-202-248-303-338-365-392