Oğuz Çetinoğlu: Efendim, sizinle Ortadoğu dengelerinde yaşanan yeni tıkanıklık ve bunun sonucu olarak ortaya çıkabilecek yeni çatışma ihtimalleri üzerinde konuşmak istiyorum. Sorulara geçmeden önce Ortadoğu’daki son gelişmeler üzerine genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?
Doç. Dr. Serhat Erkmen: Ortadoğu’nun yakın tarihi, pek çoğu sonuçsuz biten, daha doğrusu yaşanan problemlere kısa vadede çözüm üretmeyen çok sayıda çatışmayla doludur. Bölge devletleri arasında bazıları ikili, bazıları çok taraflı olan devletlerarası çatışmalar ve savaşların yerini zaman zaman bölge ülkeleri arasında bir vekâleten savaşa dönüşen iç savaşlar almıştır. Ancak her bir örnek yeni problem alanları üretmiş, geçmişten kalan anlaşmazlıklara çözüm getirememiştir. Milletlerarası ilişkiler literatüründe savaşa yatkınlık derecesinde en üst sıralarda yer alan bölgelerden birisi olan Ortadoğu’da neredeyse birkaç yıl aralıklarla yeni savaş, çatışma, isyan ve iç savaş deneyimleri yaşanmaya başlamıştır. Bu eğilimin Soğuk Savaş döneminde de sürdüğü ancak iki kutuplu sistemin yıkılmasından sonra daha sık kendisini gösterdiği söylenebilir.
Çetinoğlu: Oluşan yeni tıkanıklığın sebebi nedir?
Erkmen: Son 2 yıldır Ortadoğu’da yaşanan hızlı değişim, bölgenin 2003’ten beri yaşadığı kökten değişim sürecinin içinde yeni bir tıkanıklık noktasına ulaşmıştır. Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tam anlamıyla yerleşen bölge içi ilişkiler, 1950 ve 60’lı yıllarda birçok Arap ülkesinde yaşanan devrimlerle kendi içinde kırılmalar yaşamıştır. Bu kırılmalardan sonra bölgedeki ittifaklar her seferinde yeniden değişmiş ve çoğunlukla küçük veya mahallî çaplı çatışmalar, iç savaşlar veya darbe-karşı darbe girişimleriyle sonuçlanmıştır.
Çetinoğlu: Örnekleyebilir misiniz?
Erkmen: 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından aralıklarla tekrarlanan Arap İsrail Savaşları, 1950’li yıllarda Mısır, Irak, Libya gibi devletlerdeki devrimlerden sonra diğer Arap ülkelerinde gerçekleşen darbe/karşı darbe (devrim/karşı devrim) süreçleri, 1979’da İran İslam Devrimi’nden sonra İran-Irak Savaşı ve Suudi Arabistan’daki karışıklıklar ve son olarak 2003’te Irak’ın işgalinden sonra 2006 yılında gerçekleşen İsrail-Hizbullah çatışması bu olaylara örnek olarak gösterilebilir.
Çetinoğlu: Bu örneklerin temel paydası ne olabilir?
Erkmen: Bu hareketlenmeler Ortadoğu alt sistemindeki temel kırılma noktalarının ortak payda olduğu söylenebilir.
Çetinoğlu: Günümüz Ortadoğu’sunda 2003 sonrasında yaşanmaya başlayan değişim sürecinin tamamlandığı kanaatinde misiniz?
Erkmen: Hayır süreç tamamlanmamıştır. Irak’ın askerî ve siyasî olarak eski gücünü yitirmesi bölgedeki güç dengesinin Sünni-Şii ekseninde yeniden tanımlanmaya başlamasına sebep olmuştur.
İran’ın Irak’taki etkisini her geçen gün artırması, Hizbullah ve Hamas gibi devlet dışı aktörler yoluyla hem Arap-İsrail Barış Sürecinin yönlendirilmesinde kritik bir rol oynamaya başlaması hem de Doğu Akdeniz’de ihmal edilemeyecek bir güç olarak belirmesi, Suriye’nin istikrarı ve
Irak’ta oynadığı rol sebebiyle bölgede fizikî gücünün üzerinde bir etkinlik sağlaması 2005’ten itibaren Şii Ekseni tartışmasının alevlenmesine sebebiyet vermiştir.
Şii Ekseni’nde sayılan aktörlerin tamamının Şii olmamasına rağmen temelde İran’ın bölgedeki gücüne destek sağlaması ‘Sünni’ olarak tanımlanan ve ortak paydaları, statükonun devamı olan bir devletlerin işbirliğini ortaya çıkarmıştır.
Çetinoğlu: Hangi devletler Efendim?
Erkmen: Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar… olarak isimlendirilebilir.
Çetinoğlu: Mücâdele alanını da belirlemek mümkün mü?
Erkmen: 2000’li yıllardaki bu mücadele o zaman da etnik ve mezheple ilgili boyutlar taşımaktaydı, bugün de taşımaktadır. Fakat bu güç mücadelesinin temeli sadece etnik ve mezhep boyutlarına indirgenemeyecek kadar karmaşık olabilir. Ortadoğu’nun enerji kaynaklarının milletlerarası piyasalara alternatif yollarla ulaşması, demografik baskı altında ezilen devletlerdeki otoriter rejimlerin kendi toplumlarını yönetememeleri, tek ürün ihracına dayalı ekonomilerin her geçen gün artırdığı gelir dağılımı bozukluğu, sosyal adaletsizliğin dayanılmaz boyutlara ulaşması, hızlı ve aşırı silahlanmanın sebebiyet verdiği savaş ihtiyacı gibi faktörler Ortadoğu’daki etnik ve mezheple ilgili problemlerin arka planında yatan veya onları her geçen gün besleyen faktörler olmuşlardır. 2000’li yılların ortasında, sayılan bu faktörlerin bileşkesi sonucunda nasıl bir çatışma yaşandıysa bugün de Ortadoğu benzer bir ortama doğru sürüklenmektedir.
Çetinoğlu: 2000’li yıllarda neler olmuştu? Hatırlanmasına yardımcı olabilir misiniz?
Erkmen: Şöyle sıralanabilir:
*Filistin’de barış süreci tıkanmıştı.
*Irak’taki iç savaş bölge devletleri arasında bir vekâleten savaşa dönüşmüştü.
*Petrolün oluşturduğu refah sorgulanmaya başlanmıştı.
*Radikal dinci hareketler yeni savaş alanları bulmuşlardı.
*Hizbullah’ın Lübnan’da gücü artmıştı.
Böylece Ortadoğu devletleri arasındaki güç dengesinin İran ve müttefikleri lehine değiştiği bir durum ortaya çıkmıştı. Böylesine bir ortamda Hizbullah, İsrail’i istemediği bir savaşın içine çekerek İsrail’in yenilmezliği mitini yıkan bir çatışma yürütebilmişti. 1 aydan biraz fazla süren çatışmadan sonra İsrail’in sınırları ötesindeki gücünün sorgulandığı, Lübnan’ın daha fazla Hizbullah’ın kontrolüne geçmesine sebep olan bir sürecin başladığı, Suriye’nin üzerindeki
İsrail baskısının azaldığı, Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki Fetih varlığına son verdiği yeni dönemin kapıları açılmıştı. İran ve müttefiklerinin yükselişe geçtiği bu dönem birkaç sene devam etse de
Ortadoğu’nun milletlerarası sisteme eklemlenmesinden kaynaklanan problemlerin ve yılların birikiminin oluşturduğu yeni dönüşüm süreci bölgede yeni bir dinamizm başlatmıştır.
Çetinoğlu: Yeni dinamizm bölgeye neler getirdi?
Erkmen: Kaynağı ve sebebi ne olursa olsun Arap Baharı sadece eskimiş, baskıcı ve eşitsizlik üreten rejimlerin yıkılmasıyla veya krize girmesiyle sonuçlanmamıştır. Açık bir biçimde bölge devletleri arasındaki güç dengesini ve devlet dışı aktörlerin etkinliğini de etkilemiştir.
Birebir analoji yapmak doğru olmasa da Arap Baharı’nın, Ortadoğu’daki güç dengesi üzerinde
2003 Irak’ın İşgali’nin oluşturduğuna benzer etkiler oluşturduğu söylenebilir. Bu çerçevede Irak’taki değişimin yerini Mısır ve Suriye almıştır. Bir yandan Ortadoğu’nun en önemli siyasî ve askerî aktörlerinden olan Mısır iç problemlere eğilmekten başını kaldıramaz duruma gelmiştir. Mısır’da 2011’de eski rejimin devrilmesinden sonra hâlâ yerine yeni bir rejim yerleşememiş, ülke ekonomik ve siyasî krizlerle sürekli çalkalanır bir hal almıştır. Bu sebeple Ortadoğu denkleminin en önemli ayaklarından birisi en azından bugün için kendi meseleleriyle başa çıkmaya çalışmakta, bölgenin geri kalanına şimdilik güç projeksiyonu yapamamaktadır. Ancak daha da önemlisi, Irak’ın yerini Suriye’nin almasıdır. Irak’takine benzer bir işgal süreci yaşanmadığı için Suriye’de rejim devrilmemiş olsa da Suriye’de 1,5 yılını dolduran iç savaş bölgenin yeni vekâleten savaş alanına dönüşmüştür. Bir anlamda İran ve rakipleri Suriye üzerinden bir vekâleten savaşa girişmişlerdir.
Çetinoğlu: Suriye’deki iç savaş, Suriye ile sınırlı mı?
Erkmen: Değil. Irak’taki iç savaş nasıl Ürdün’ü demografik ve ekonomik olarak etkilediyse Suriye’deki iç savaş da Lübnan’ı çok daha ağır bir biçimde etkilemektedir. Dahası, Irak’takinin ötesinde Suriye’deki iç savaşın diğer komşu ülkelerin siyasî ve ekonomik yapıları üzerinde de önemli etkiler oluşturduğu görülmektedir.
Çetinoğlu: Bölgenin diğer ülkelerinde durum nedir?
Erkmen: İsrail’de siyaset tıkanmıştır. İran bir yönetim krizinin içine sürüklenmiştir. Suudi Arabistan ve Katar’ın Arap Baharı’nı Suriye’de sürdürürken Körfez’e sıçramasını engelleme çabası 2011 yılından bu yana bölgedeki güç dengesini tersine çevirmektedir. Fakat güç dengesindeki değişim beklendiği kadar çabuk gerçekleşmemekte, tarihin başka dönemlerinde olduğu gibi bir defa daha statükoya toslamaktadır.
Özetle, bir kısmı iç dinamiklerden bir kısmı devrimci değişim girişimlerinin başarısızlığından bir kısmı da bölge devletlerinin birbirleriyle mücadelelerinden kaynaklanan yeni dinamikler Ortadoğu’da yeni bir tıkanmışlığa sebebiyet vermektedir.
Çetinoğlu: Tıkanıklığın analizinde neler görüyorsunuz?
Erkmen: Şunlar görülüyor:
1- Suriye’de kısa sürede devrilmesi beklenen Esad Yönetimi devrilmemiştir. Ülke her geçen gün uzayan, ülkenin birliğini tehdit eden ve etkisi sınırlarının ötesine geçen bir uzatılmış iç savaşa sürüklenmektedir. Suriye’deki iç savaşın nasıl bitirilebileceği bilinmemektedir. Dahası, bölge devletlerinin veya bölge dışı güçlerin başta parçalanma olmak üzere keskin bir değişimden duydukları korku ve endişe iç savaşı uzatmaktadır.
2- Arap Baharı’nın ilk döneminde eski yönetimlerin kolaylıkla devrildiği yerlerde bile değişim süreci yeni bir evreye ulaşmış, Mısır ve Tunus gibi ülkeler yeni bir istikrarsızlık dönemine sürüklenmiştir.
3- Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler Basra Körfezi’nden uzak coğrafyada değişim ve demokratikleşmeyi desteklerken Bahreyn’de kesin ve net bir tavır almışlardır. Arap Baharı’nın
Bahreyn’e ulaşması şimdilik engellenmiştir, ancak bu engellemenin sonsuza kadar süremeyeceği gerçeği Körfez devletlerini ciddî olarak düşündürmektedir.
4- Filistin’de Barış Süreci tamamen tıkanmıştır. Tıkanıklığın tek kaynağı İsrail ile Filistinliler arasındaki uzlaşmazlık değil, aynı zamanda İsraillilerin (sürekli siyasî istikrarsızlık ve zayıf hükümetler) ve Filistinlilerin (Hamas ve Fetih arasında her geçen gün derinleşen güç mücadelesi) kendi içlerinde aşamadıkları iktidar mücadelesidir.
5- İran, hızla bir siyasî kaos ortamına sürüklenmektedir. İslam Devrimi’nden bu yana en gergin günlerini yaşayan İran iç siyasetinde ılımlılar ile radikaller arasında bir güç mücadelesinin ötesinde son derece karmaşık bir güç mücadelesi patlak vermiştir. Bugün İran’da 2000’li yılların ortasında olduğu gibi içeride sağlanan ittifaklarla bütün dikkatini ve kaynaklarını dış mücadeleye yönelten bir rejimden ziyade dışarıdaki müttefiklerini teker teker kaybeden ve içeride üst üste siyasî kaoslar yaşayan bir rejim bulunmaktadır.
6- İran’daki siyasî kaosa rağmen, hatta tam da bu sebeple hızlanan nükleer çalışmalar veya müzakerelerin etkisizliği İsrail’i her geçen gün artan bir güvenlik kaygısına yöneltmektedir. İçeride ve dışarıda sıkışan İran’ın rejimini garanti altına alma yolu olarak nükleer gücü görmesi İsrail’in İran konusundaki endişelerinin artmasına neden olmaktadır.
7- Devletler veya devlet dışı aktörler birkaç sene öncesindeki ittifaklarını değiştirmeye başlamışlardır.
Çetinoğlu: Hangi ittifaklar?
Erkmen: Bunun en belirgin üç örneği vardır: Türkiye, Hamas ve Mısır. Türkiye, Suriye ile sıkı bir ittifak halindeyken, bugün neredeyse çatışma noktasına gelmiştir. Hamas kısa bir süre öncesinde İran ve Suriye’nin önemli müttefikleri arasındayken bugün açıkça bu ülkelerden uzaklaşmaktadır. Mısır ise İsrail ile olan anlaşmasını tam olarak bozmamasına rağmen belirgin bir pozisyon değişimi sergilemektedir.
Çetinoğlu: Kürtlerin durumu nedir?
Erkmen: Ortadoğu siyasetinde Kürtler önemli bir dinamik olarak ortaya çıkmıştır. 2003’ten sonra
Irak bağlamında önem kazanan Kürtler, Suriye’de de en önemli aktörlerden birisi haline gelmiştir. Suriye’de gerçek bir rejim değişikliğinin Ortadoğu’da yeni bir Kürt özerk yönetiminin veya federal bölgesinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanması ihtimali çok güçlüdür.
Çetinoğlu: Lübnan?
Erkmen: Suriye’deki iç savaş, Lübnan’daki güç dengesini son derece yakından etkilemektedir. 2012 yılındaki pek çok olayın da gösterdiği gibi ülkedeki siyasî istikrarsızlık artmaktadır. Suriye’deki çatışmaların bir uzantısı olarak Lübnan’da da çatışmalar meydana gelmektedir. Ülkede parlamento seçiminin yapılması gerekmesine rağmen seçimin gerçekleşmesi ihtimali hayli düşmüştür.
Çetinoğlu: Anlaşıldığı kadarıyla Ortadoğu’nun geleceğinde huzurlu bir ortam göremiyorsunuz…
Erkmen: Değişimin ulaştığı yeni aşama, bölgedeki hiçbir devletin memnun olmadığı, her bir devleti iç ve dış politikada krizlere sürükleyen ve bölgede siyasî mücadelenin dışında silahlı çatışmanın da tırmandığı bir noktaya ulaşmıştır. Maalesef, Ortadoğu’da bu tür tıkanmışlıkların sonunda en çok karşılaşılan olgu, iki veya daha fazla ülke arasında gerçekleşen doğrudan veya vekâleten savaşlar olmaktadır. Bu sebeple Ortadoğu’daki mevcut tıkanıklığın önümüzdeki dönemde de devam etmesi halinde bölgede bir savaşın gerçekleşmesi ihtimalinin güçlü olduğu söylenebilir.
Çetinoğlu: Nerede ve kimler arasında bir savaş söz konusudur?
Erkmen: Bu soruya verilebilecek cevap tahminden öteye geçemese de Ortadoğu’nun yakın tarihi ve bölgedeki güç mücadelesinin kilitlendiği noktalar yaklaşık 1 yıl içinde İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan topraklarında yeniden bir çatışma yaşanması ihtimalini diğerlerine göre daha güçlü kılmaktadır.
Çetinoğlu: Neden Lübnan’da İsrail ve Hizbullah çatışması?
Erkmen: Fotoğrafını incelediğimiz tablo dikkate alınırsa bölgedeki kamplaşmanın her iki taraftaki üyeleri karşılaştıkları stratejik tıkanıklığı aşmak için çatışmayı bir fırsat olarak görebilir. Muhtemel bir çatışmanın taraflardan birisinin lehinde sonuçlanması bölgede yeni bir stratejik durum oluşturabilir. Çatışmanın mevcut tıkanıklığı çözecek bir biçimde sonuçlanmaması ise önceki yıllardaki kısır döngünün bir süre sonra yeniden tekrarlanmasına sebep olacaktır.
Çetinoğlu: Muhtemel bir çatışmadan doğabilecek sonuçlar neler olabilir?
Erkmen: İhtimalleri maddeler hâlinde şöylece sıralamak mümkün:
1- İsrail, İran’dan her geçen gün artan bir tehdit algılamakta, dahası kendi kamuoyunu sürekli olarak yeni bir çatışmaya hazırlamaya çalışmaktadır. Mevcut askerî ve siyasî şartlar İsrail’in
İran ile doğrudan çatışmasını veya İsrail’in İran’a bir hava saldırısı yaparak nükleer programını durdurmasını mümkün kılmamaktadır. Bu durumda sancılı bir dönemden geçerek kurulan yeni İsrail hükümeti için en iyi yol, İran’a doğrudan vuramadığı darbeyi dolaylı yoldan vurmaktır.
Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmada taraf olması onu Lübnan içinde siyasî olarak zayıflattığı gibi askerî kaynaklarının önemli bir kısmının da erimesine sebep olmaktadır. Dahası, Suriye’de rejimin düşmesi ihtimali İran için bir endişe kaynağıdır. Suriye’nin düşmesi halinde Doğu Akdeniz’de İran’ın tek müttefiki olarak Hizbullah kalacaktır. Bu sebeple Suriye düşmeden, Hizbullah tekrar
Lübnan’ın içine odaklanmadan ve hatta konvansiyonel olmayan silahlara sahip olmadan İsrail’in
Hizbullah’ı etkisiz hale getirme şansı olabilir. Hamas ile giriştiği son çatışmada yeni füze savunma sisteminden tatminkâr sonuçlar alan İsrail’in Hizbullah’ın elindeki füzelerden eskisi kadar endişelenmediği görülmektedir. Dahası Suriye’deki iç çatışmadan kaynaklanan sebeplerle Hizbullah muhtemel bir çatışmanın uzaması halinde lojistik problemler de yaşayabilecektir. Ancak İsrail’in bu tür bir çatışmadan istediğini alarak çıkması ancak İsrail’in Hizbullah’a kısa sürede kesin bir darbe indirmesi ve Lübnan’daki siyasî üstünlüğünü sarsacak bir durum oluşturmasıyla mümkün olabilir. Aksi takdirde İsrail açısından çatışmanın mevcut durumu devam ettirecek bir sonuç üretebileceği söylenebilir. İsrail bu durumda milletlerarası alanda bir defa daha meşruiyet kaybına uğrasa da bu İsrail’in stratejik çıkarlarını hayatî bir biçimde etkilemeyecektir.
2- İsrail ile Lübnan arasındaki çatışma bir anlamda Arap devletleri ile İran arasında sıkışan denklemin aşılmasını sağlamak için bir araca dönüşebilir. Lübnan’da uzun süreden beri devam eden Hizbullah üstünlüğü İsrail ile girilen her savaştan sonra artmıştır. Buna karşılık Suudi
Arabistan’ın Lübnan’da kendisine yakın grupları iktidar için desteklediği bilinmektedir. Fakat bütün desteğe rağmen Hizbullah’ın askerî gücüyle desteklediği siyasî üstünlüğünü diğer grupların aşması mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bu tür bir çatışmada İsrail’in Hizbullah’a vurabileceği ağır bir darbe Lübnan’daki güç dengesinin Hizbullah karşıtı veya Körfez Ülkeleri yanlısı grupların lehine değişmesine sebep olabilir. Bunun da ötesinde Hizbullah’ın İsrail ile gireceği bir çatışmada alabileceği bir darbe Suriye’deki çatışmanın sona erme sürecini de hızlandırabilir. Hizbullah’ın desteğinden mahrum kalan Şam Yönetimi’nin hemen çökmesini beklemek doğru olmasa da Esad Yönetimi açısından bu gelişmenin önemli bir darbe olacağı unutulmamalıdır.
3- Lübnan’daki muhtemel çatışmanın Suriye’deki olaylar üzerinde orta ve uzun vadede etki oluşturması kaçınılmazdır. Bir kere bu tür bir çatışma Esad Yönetimi’ni doğrudan kurtarmayacaktır. Çatışmayı bahane ederek Suriye İsrail’e saldırmadığı sürece, Şam ile Tel Aviv arasında bir çatışma yaşanması ihtimali düşüktür. Dolayısıyla Şam’ın diğer Arap devletlerine ve Arap kamuoyuna yönelik İsrail ile çatışan tek Arap devleti olma yönündeki propaganda girişimi sonuç vermeyecektir. Dahası Suriye’nin bu tür bir çatışmaya dâhil olması İsrail’in Suriye ordusuna vurabileceği ağır bir darbe ile Suriye’de rejimin ömrünü azaltabilir. Fakat Hizbullah’ın İsrail ile çatışmaya girmesi Suriye’ye giden önemli bir desteği kesebilir. Bu destek Suriye rejimi için her geçen gün daha hayatî hale geldiğinden olası bir çatışma Suriye’deki iç savaşta Şam’ın kayıpları hanesine yazılacaktır.
4- Hamas’ın taraf değiştirmesinden sonra Hizbullah’ın uğrayacağı büyük güç kaybı Ortadoğu’daki değişim sürecini Lübnan’a doğru yönlendirebileceğinden Akdeniz kıyısında değişim yanlısı olan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler önemli bir kazanım elde edecektir. Hizbullah’ın etkisi sebebiyle etkilemekte çok zorlandıkları Lübnan’a girebilecek olan bu devletler İran’a vuracakları bu darbeyle önemli bir mevzi daha kazanacaklardır.
5- Bu tür bir çatışma İsrail ve bazı Arap ülkeleri açısından olumlu sonuç doğurabileceği gibi tam tersi sonuçlar da üretebilir. Özellikle olası bir çatışmadan Hizbullah’ın gücünü koruyarak çıkması
İran ve müttefikleri açısından önemli bir stratejik zafer olabilir. İran’da iç politikanın her geçen gün daha fazla krize sürüklendiği bir ortamda dış politikada yaşanacak bir kriz ülke içindeki kaos ortamının büyümesini engelleyebilir. Özellikle dinî lidere bağlı olanlar ile muhafazakârlar arasındaki güç mücadelesinin tırmanışa geçtiği şu dönemde bölgede İran’ın daha da güçlenmesi için çatışmaların sürdürülmesini savunan taraflar için bu savaş bulunmaz bir fırsattır. Dış tehdit gerekçesini göstererek ülkedeki iç karışıklıkları engellemek isteyecek olan İran’daki hâkim grup içeride daha da sertleşmenin meşruiyetini dışarıdaki bir çatışmayla sağlayabilir. Bu sebeple İsrail ile Hizbullah arasındaki savaş İran rejimi içindeki kırılmalar için bir panzehir olabilir.
6- Diğer yandan İsrail ile Hizbullah arasındaki muhtemel bir çatışmadan Hizbullah’ın güçlenerek çıkması Suriye rejimi açısından psikolojik ve hatta maddî bir avantaj oluşturabilir. Hizbullah’ın gücünü koruyabilmesi sadece mahallî denklem açısından değil Lübnan’daki denklem açısından da önemlidir. Lübnan’da bir defa daha Hizbullah karşıtı grupların zayıflaması Lübnan’dan Suriyeli muhaliflere yapılacak yardımı azaltacağı gibi Hizbullah’ın daha güçlü bir biçimde Suriye’deki işlere odaklanmasını beraberinde getirebilir.
7- Lübnan’da muhtemel bir savaş batı dünyasında Suriye savaşının yayılma etkisine ilişkin korkuları tetikleyeceğinden batı ülkelerinin zaten Suriye’ye müdahale konusundaki isteksiz tutumunu daha da pekiştirecektir. Böylece Suriye’deki rejim kendisini daha da güvenli hissedecektir.
8- İran, Lübnan’daki bir çatışmayı cevapsız bırakmayacak, bu durumdan İsrail kadar Körfez ülkelerini de sorumlu tutacaktır. Bu durumda Bahreyn’in yeniden istikrarsızlığa sürüklenmesi mümkün olabilir. İran’ın Bahreyn kozunu oynaması ise siyasî mücadele sahasını genişletebileceği gibi Lübnan’da köşeye sıkışması halinde bile süreci tersine çevirmeye yönelik bir hamle olabilecektir.
Çetinoğlu: Geniş bir çerçeve içerisinde çözünürlüğü son derece yüksek bir fotoğrafı okuyucunun önüne koydunuz. Her şey net ve son derece açık. Çok teşekkür ediyorum. Kısa bir özetle röportajımızı sonlandırabilir miyiz?
Erkmen: Bölgedeki sıkışan güç dengesi ve ilişkiler her geçen gün daha da tıkanmaktadır. Bu ise gerek devlet/rejim tipleri gerekse bölge dinamikleri sebebiyle savaş eğilimi yüksek bir bölge olan
Ortadoğu’da yeni bir çatışmanın işaretlerini vermektedir.
Türkiye’nin de bu tür bir çatışmadan etkilenmesi kaçınılmaz olacağından ihtimale karşı kendisini hazırlaması gerekmektedir.
Doç. Dr. SERHAT ERKMEN
20 Aralık 1975 tarihinde İstanbul’da doğdu. 1998 Yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Lisans ve doktorasını 2001 yılında aynı üniversitede tamamladı. 2000-2008 yılları arasında Ankara’da ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezinde Danışman, 2005-2008 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. ASAM faaliyetlerini İstanbul’a nakledince ORSAM Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde çalışmaya başladı. 2008 yılında Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne Yard. Doç. Dr. olarak tâyin edildi. Hâlen bu görevine devam etmekte olan Erkmen, Irak’ın siyasî sistemi, Kuzey ırak’taki siyasî yapı, Filistin Meselesi, İsrail iç siyâseti ve Suriye Kürt hareketleri konusunda araştırmalar yapmış, raporlar hazırlamış, makaleler kaleme almış ve yayınlamıştır.
Yayın çalışmaları:
Irak Krizi 2002-2003: (Prof. Dr. Ümit Özdağ ve Yrd. Doç. Sedat Laçiner ile birlikte) Ankara ASAM Yayınları, 2003
Milletlerarası ilmî toplantılarda bildiriler sundu. Bunlardan biri Tokyo’da, bildirilen kitabına alındı.
Avrasya Dosyası Dergisi’nde Editör Yardımcısı olarak çalıştı. Ekim 2000-Ocak 2004 Hakemli dergilerde 7 adet ilmî, araştırma ve strateji dergilerinde 50 adet makalesi yayınlandı.
Mart 2009 Irak’ın Musul ve Kerkük Bölgesinde, Şubat 2007 Suriye ve Lübnan’da Türkiye-Suriye-Lübnan İlişkileri Konusunda, Şubat-Nisan 2004 İsrail’de Bar Ilan Üniversitesi’ne bağlı Begin-Sedat Strategic Center’da İsrail-Filistin Meselesi Üzerine Saha Çalışması yaptı.