1989 yılından itibaren her yıl Nisan ayının 14 ile 20’nci günleri arasında kutlanmaya başlayan “Kutlu Doğum Haftası”; Efendimizi hatırlamak, anlamak ve onun örnek yaşamını hayatımıza tatbik etmek düşüncesi gibi hasbi düşüncelerle hazırlanmıştı.
Bilindiği üzere Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle ülke genelinde yapılan bu etkinlikler, seçilen belli bir konu etrafında şekillendirilmektedir.
“O Nurla Onurlandık” başlığı altında yapılan bu yılki etkinliklerde, yine yurt sathında çeşitli organizasyonlar yapılıp, işin anlatım ve sunum kısmı güzel sözlerle ifade edilmeye çalışıldı.
Başlangıç yıllarında çok sade ve mütevazı bir şekilde yapılan kutlu doğum etkinliklerinin, son yıllarda çizgisinden uzaklaştığına, kurum ve kuruluşların kendilerini ön plâna çıkarma ve ifade etme yarışına dönüştüğüne şahit olmaktayız.
Bu yılki Kutlu Doğum Haftası’nda da İslam’ın ruhuyla bağdaşmayan bu tür olumsuzlukları somut örnekleriyle gördük ve yaşadık.
Birbirinden güzel etkinliklerin yanı sıra, dünyalık menfaatlerini kutsallar üzerinden götürmek düşüncesinde olanların da bu anlamlı haftayı fırsat olarak gördükleri gözlerden kaçmadı
Bunlardan biri, bazı işyerlerinin vitrinlerine asılan Salavat-ı Şerif kampanyası ile ilgili afişlerdi.
İşyerinin bu kampanyayı desteklediğini ve kampanyaya katılanlara zikirmatik hediye edeceğini belirten bu afiş, Peygamber’i nasıl anladığını yansıtan bir görüntüydü.
Peygamber’e olan bağlılığın ifadesini 1.5 TL tutarındaki promosyon zikirmatik ile göstermeye çalışanlar, onun güzel davranışlarından bir demet sunabilmiş olsalardı, işin samimiyetini sergilemiş olurlardı.
İş yerine bu afişi asan Lokanta sahibi, o gün boyunca fakir fukarayı yedirip onlara ikramda bulunmuş olsaydı, şüphesiz Peygamberi’nin onur duyacağı güzel bir sevap kazanmış olabilirdi.
Zikirmatik dağıtmak; kısa, kestirme ve maddi getirisi olan bir yoldur, ikincisi ise sehavet-ü cömertlikte akarsu gibi olan cesur yüreklerin işidir.
Dinin ticaret ve siyasete alet edildiğini hatırlatan çoğu örnekleri etrafımızda ziyadesiyle görebilmekteyiz.
Kutlu Doğum Haftası’nı ihtirasları için değerlendirmeye çalışanların birbirleri ile vitrinlerde görünme konusundaki kıyasıya yarışmaları, işin samimiyetine inanan Peygamber sevdalılarını bir hayli endişelendirmektedir.
Kutlu Doğum Haftaları’nda, Efendimizin düşünce ve hayat tarzının inananlar tarafından içselleştirilmesi yerine işin söylem kısmı ön plânda tutulmakta, dolayısıyla Kutlu Doğum Haftası; siyasilerin, dini grupların, dernek ve vakıfların kavramlar üzerinden kendilerini ifade etme yarışına dönüştürülmektedir.
Dinin; cehaletin ve çıkar çevrelerinin elinde istismarından endişe duyan Erzurum’un yetiştirdiği büyük alimlerden rahmetli H. Faruk Efendi, bir gün şehrin münevverlerini, eşrafını bir araya getirmiş ve onlara: “Bu yüce dine sizler sahip çıkmazsanız, din cahillerin ve fakirlerin elinde kalır. Korkarım ki bunların dininden de ticaret doğar.” diyerek önemli bir tespitin altını çizmiş, ve sanki bu günleri işaret etmiştir.
Kutlu Doğum Haftası’nın bu yılki teması onurdu.
İnsan onuruna dinimizin verdiği ehemmiyet ve Peygamberimizin bu konudaki hassasiyeti çarpıcı örneklerle anlatıldı, ama madalyonun öteki yüzünden; yani İslam coğrafyasında Peygamberimizin onur duyacağı bir ümmet profilinin olup olmadığından hiç bahsedilmedi.
“Açlığın, sefaletin, cehaletin, geri kalmışlığın, hukuksuzluğun, insan hakları ihlâllerinin, savaşın, gözyaşının hâkim olduğu İslam ümmetinden Efendimizin onur duyması söz konusu olabilir miydi?” diye soran olmadı.
Efendimizin insan onuruna verdiği önemin anlatıldığı Kutlu Doğum Haftası günlerinde, kanser tedavisi gören bir üniversite öğrencisinin bulamadığı ilaçları için bir bakandan yardım isterken, bakan tarafından eline para tutuşturularak onurunun kırılması ise söz ve eylemin hayatımıza nasıl yansıdığını gösteren ibretlik bir durumdu.
Müminler, Efendimizin ümmeti olarak onurlanmasına onurlanmışlardır, ama bu günkü İslam coğrafyasında Efendimizin onur duyacağı bir İslam coğrafyasından bahsetmek oldukça zor görünmektedir.
İslam ümmeti olarak onun onur duyacağı bir hayat tarzı oluşturmadığımız halde, bir takım ritüellerin arkasına sığınarak tatmin olmak ise bir başka onursuzluk örneği değil midir?
Şehrimizde, cebinde sallama tabir edilen bıçak taşıyan, önüne geleni yan baktın diye delik deşik eden, uyuşturucu batağında yüzen çocuk yaştaki gençler ve onlardan sorumlu olanlardan Peygamber’in onur duyması elbette ki söz konusu değildir.
Bilindiği gibi Kutlu Doğum Haftaları’nda yapılan etkinliklerden biri de gül dağıtmak, yani Efendimizi hatırlatmaktır,
Dağıtılan gülleri almak için birbirini ezen ve izdiham oluşturan kalabalığın, bıçak veya şişe tutan ellerden bunları alabilecek bir yarış içerisinde olmadıkları, işlenen suç sayılarından anlaşılmaktadır.
Kavramların içinin boşaltılması veya dejenere edilmesi, bir inanç sistemine yapılacak en büyük ihanetlerin başında gelmektedir ki tarih bu örneklerle doludur.
Aşık Reyhani “İstismarsız bir din, riyasız bir namaz kılmak istiyorum, çaresi var mı?” diyerek endişesini ozanlık lisanı ile duyurmuştu.
Kadında tesettürü ifade eden türbanın, son yıllarda abartılı makyajlarla birlikte vücut hatlarını ortaya döken elbiselerin ve daracık pantolonların üstüne takılması, tesettür kavramının nasıl yozlaştırıldığının hazin ifadesidir.
Siyasi konjonktürden dolayı Hac, Umre gibi ulvi kavramların da bu tehlikenin sınırları içerisine çekilmeye çalışıldığı açıkça hissedilmektedir.
Son zamanlarda bu kutsal yerlere gitmek ibadet için değil, sanki turistik bir gezi gibi algılanmaya başlanmıştır.
“Devre mülk alana beş yıldızlı umre bedava” yazılı reklam panoları işin geldiği boyutu izah edici niteliktedir.
Uydudan yayın yapan ulusal televizyonların çoğunda neredeyse yirmi dört saat arzu endam eden ve ölüme bile çare bulduklarını söyleyecek kadar ileri giden şifa tacirlerinin Ayet ve Hadisler okuyarak uyduruk ilaçlarını pazarlamaları, yine sekiz kg balı 100 TL’ye verip üstüne bir de polen hediye eden bal tacirlerinin de Kur-an’daki arı ile ilgili ayetlere sığınarak satışlarını yapmaları, dini kavramların ticarete nasıl alet edildiğinin örnekleridir.
Bidat ve hurafelerin de akıl almaz boyutlarda dinin içerisine sızması ise rahmetli Akif’in “Peygamber’e atf ile binlerce yalan uydurdun / Yıktın da dini mübin-i kendine yeni bir din kurdun” mısralarını hatırlatmaktadır.
Son günlerde falan sureyi falan adet okumak veya elli bin adet salât-ı selam okumak gibi tavsiyeler halkımız arasında yaygınlaşmakta, vatandaşlar ellerinde zikirmatik ve tespihlerle bu sayılara ulaşmak için gayret göstermektedirler, hatta öğretmenlerin öğrencilerine bu tür ödevler bile verdikleri basına yansımaktadır.
Sosyal hayat içerisinde müminlik vasıflarımızı yansıtan örnek davranışlarımızın sayısını artırmak, yani terazimizi düzgün tutmak, yalan söylememek, mesaiden çalmamak, kul hakkı yememek, yetim başı okşamak, gıybet etmemek, hasta ziyaret etmek, çevreye duyarlı olmak, güzel söz söylemek, hayırlı işlerde yarışmak, kadınları Allah’ın emaneti olarak görmek, iftira atmamak, kimseyi incitmemek gibi erdemli vasıflarımızı zikirmatikle saymaya başladığımızda, çıkan rakam okunan salât-ı selam ve surelerin karşılığı değilse veya “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusuna uygun bir cevabımız yoksa o zaman Yunus’un: “Bu nice okumaktır” mısrası akla gelmektedir.
Ahlâk filozofu, hemşehrimiz rahmetli Prof. Dr. Nurettin Topçu Hoca’mız “Tespih sayısında hikmet buldular. Günahları rakamlarla ölçtüler. Duaları sesli yaptılar. Merasimle ruhlarını tatmin ettiler. Böylelikle eşyanın hayatına sayıları tatbik etmekle muazzam bir dini matematik sistemi meydana çıktı. Bu matematiğe sadakat imanın şartı oldu. Dinden bütün ruh sıyrılarak kendisiyle hiç alakası kalmayan bir iskelete iman adı verildi.” sözleri, gelinen noktayı ziyadesiyle özetlemektedir.