Cuma ve Cumartesi

92

 

Cuma günü, Çukurova Üniversitesi’nde bir konuşmaya katıldım. Banu AVAR, konuşmacı idi. Üniversite Atatürkçü Düşünce Kulübü tarafından çağrılı idi.

Katılım oldukça fazla idi. Anfide merdivenlere oturuldu ve hatta sandalyeler getirilmek zorunda kalındı. Üniversite dışından da gelen çok olmuştu. Çok farklı kesimlerden insanlar gelmişti.

Konuşma, oldukça yararlı, zevkli ve doyurucu idi. Banu Hanım, her zamanki sadeliği, rahatlığı ve samimiliği ile ciddi göz doldurdu.

Hem Banu Hanım’a, hem de onu getiren gençlere teşekkür etmek gerektir.

Cumartesi günü de, Çukurova Oğuz Boyları Derneği tarafından düzenlenen Sadi SOMUNCUOĞLU konuşmasına katıldım.

Salon çok küçüktü. Ama, ayakta kalanlar, aralara oturanlar ve sandalye ilaveleri ile bayağı bir kitle oluştuğunu söyleyebilirim.

Oğuz Boyları Derneğine de teşekkür etmemek elbette olmaz.

Türk Ocağı Adana Başkanlığım döneminin Genel Başkanı olan Sadi Beyle tanışıklığımız o dönemden beri sürer.

Sadi bey de, sadeliği, rahatlığı ve samimiliği etkili bir konuşma yaptı. Bu konuşmaya da farklı kesimlerden insanlar gelmişti.

Şimdi, neden bu kadar detaylı anlatıyorum.

Yeni bir gelişmeye işaret etmek istiyorum.

Her iki konuşma konusu da, son dönem gelişmeleri, barış yutturmacası süreci ve ülkenin hızla bölünmeye götürülmesi, Türk Milletinin yok sayılması çalışmaları idi.

Her iki konuşmacı da, birbirleri ile temasları olmadığı halde, birbirine yakın o kadar önemli bilgiler verdi ki, artık, gelişmelerin bu aşamadan sonra, görmek isteyenler açısından görülmemesi, anlaşılmaması mümkün değildir.

Banu Hanımın, kendisi baba tarafından Çerkez olduğunu söyleyerek, Dağıstanlı olduğunu söyleyerek, Mustafa Kemal’i ve Türk tarifini anlatışı ve kendisinin nasıl bir Türk olduğunu belirtişi var ki, son derece dikkat ve takdire şayan. Ayrıca, bugün yaşananların, I. Dünya Savaşı sonunda ülkemizde yaşananlar ile birebir olduğunu örneklerle ve delillerle anlatışı, ifade edişi oldukça önemli idi. Yani, bugün yaşananlar, 100 yıl evvel yapılmak istenenlerin yapılması ve uygulanması idi. O zaman yapılmak istenenler, Kuvvay-ı Milliyeciler ve Türk Milleti tarafından olağanüstü gayretlerle engellenmişti. Bugün, bu millet aynısını neden yapmasın? İşte konuşmanın özeti budur diyebiliriz.

Sadi Bey de, benzer konulardan bahsederek, bugün yaşananlar,  ülkede, Türk Milletinin egemenlik hakkının elinden alınması, devletin tapu sahibinin değiştirilmesi, millî ve üniter yapının ortadan kaldırılarak, çok uluslu bir federal devletin kurulması yönünde olduğunu örnekleri ve delilleriyle açık açık gösterdi. Bu gelişmelerin sonucunun ise, emperyalist ve yerli işbirlikçilerinin istediği doğrultuda olarak, bir iç savaşa sürüklenmek olduğunu söyledi. Bunu engellemenin yolunun ise, sandıktan geçtiğinin, Türk Milletinin bu feraseti gösterip, sandıkta dur demesi gerektiğini söyledi. Bunu gerçekleştirebilmek için de herkese görevler düştüğünü, kimsenin, ben ne yapabilirim deme hakkının olmadığını, en azından tepkisini dile getirecek girişimlerde bulunması gerektiğini ifade etti.

Evet, bu iki konuşmadan da, ülke şartlarının ne kadar ağırlaştığını ve artık tahammül edilemez boyutlara ulaştığını görmek mümkün. Çünkü, memleketin gerçek aydınları, artık, gerçekleri millete anlatmak için yapılması gereken ne varsa yapmaya karar vermiş bulunuyorlar. Yani, tıpkı Millî Mücadele başlarken yaşanan, Türk Milletinin aydınlarının ayağa kalktıkları günlere yeniden dönmüş bulunuyoruz. Hayırlı olsun.

Bir konuyu daha vurgulayalım:

Böyle günlerde, şahsî hesap olmaz, geçmişte yaşananlar yeniden ileri sürülmez, kendi psikolojine göre hareket olmaz, birilerinin adamı olunmaz. Aksine, kendini aşmak, geçmişte yaşananlar, safında olanlar açısından unutulur ve milletin değerlerine göre davranılır.

Son sözleri neden yazdığımı yaşayanlar bilir.