Halkın ve Hükümetin Başağrısı

105

 

Milli Olamayan Milli!

Adının önünde “Milli” kelimesi olan iki Bakanlığımız var; “Milli Savunma” ve “Milli Eğitim…” Birinin görevi “var olmayı sağlamak”, diğerinin “yok olmayı önlemek…” Biz buradan anlıyoruz ki; devletimizin iki temel dayanağından biri “İstiklal” diğeri “İstikbal…” Bu iki hayati konuda “Millilik” olmazsa olmazımız ama her ne hikmetse bu iki kurumda işler sarpa sarıyor.

Millilik, Milletle ilgili olmak, Millete özgü olmaktır. Biz öncelikle Millet kavramında kafa karışıklığı içindeyiz. İkinci kafa karışıklığımız, Cumhuriyetin temelini oluşturan kültür konusundadır.

İstikbalimizin teminatı olan “eğitim” bir kültür aktarımıdır ve bu iş genetik hafızaya ve fıtrata uygun olarak, evrensel değerleri de gözeterek, bilimsel boyutlarda yapılır. Çünkü eğitim bir bilimdir ama bazı Bakanlar eğitimli olmayı, bilim adamı olmayı, Milli Eğitim için yeterli saydılar ve başarısızlıklarının temelini de bu kabulleri oluşturdu.

Eğitimin konusu olan kültür meselesine gelince; hangi kültür? Üç asırdır kültür konusunda kendimiz olamadık. İslamiyet’i kabulden sonra Arap ve Fars kültürünün etkisinde kaldık. Osmanlı’nın son döneminde ‘Garplılaşma’ diye tutturduk. Cumhuriyetin ilk 15 yılında, 5 bin yıl öncesi Türk kültürüydü benimsediğimiz. 1940-50 arası Eski Yunan kültürünü “Batılılaşmanın” temeli saydık. Sonrası malum kapitalizmin rüzgârında sürüklendiğimiz ideolojiler, yaşadığımız iç kavgalar ve küresel emperyalizmin dayatmaları…

Bütün bu gerçekler gösteriyor ki; Türkiye’nin eğitimde Milli ya da gayrı Milli politikası yok. Politika olmayınca hedefler, plan, program ve proje de olmuyor. Kısacası Türkiye’de “eğitim” Millete has bir şey değil. Her iktidarın keyfine ve hatta Bakanın keyfine göre biçim verdiği bir uygulama sahası ve o nedenle Milletin ortak paydası olamıyor.

Son on yıla bakalım; beş Bakan geldi, dördü de kendine göre sistem getirdi. Dördüncü Bakan Dinçer, Bakanlığın 90 yılda şöyle ya da böyle oluşmuş hizmet kültürünü ve kurumsal hafızasını bir gecede yıktı.

Dünyadaki eğitim sistemlerini de bilecek şekilde yetişmiş yedi yüze yakın bürokrat havuza alındı. Yerlerine Ziraat Bankasından, İşkurumundan, Toprak Sudan, üniversitelerden; 7-8 sene iş tecrübesi olan eğitimli ama eğitim konusunda hiçbir şey yapmamış insanlar getirdi. Taşra muhatap olacak yetkili bulamadı.

Sistem sorunluydu ama iyi kötü kendini taşıyordu ve şimdi sistem kendini taşıyamıyor.

Öğretmen Eğitimin Neresinde?

Eğitimin; öğretmen, öğrenci ve program olmak üzere üç temel unsuru var ve hangisini merkeze alırsanız diğer ikisinin rolü ona göre değişir.

Okul, derslik, araç-gereç, eğitim yöneticileri, eğitim planlayıcıları, eğitim denetçileri ve eğitim politikacıları sistemin yan unsurlarıdır.

Eğitimin temel unsuru öğretmenlere, hakaret derecesine varan söylemlerde bulunuldu. Milli eğitim politikasına uygun bir öğretmen yetiştirme sistemi geliştirilemedi ve sistemle uyumlu bir öğretmen yetiştirilemedi.

Bu konuda geçmiş dönemlerin de büyük günahları var. Önce Kinyas Kartal gibi ağaların isteğiyle Köy Enstitüleri kapatıldı. Sonra Öğretmen Okulları ve Ecevit döneminde Eğitim Enstitüleri ve nihayet yüksek öğretmen okulları kapatıldı. 45 günde öğretmen yetiştirildi. 1990’lı yıllarda üniversite mezunu olan herkes öğretmen olarak atandı ve nihayet öğretmen yetiştirme görevi üniversitelere havale edildi, üniversiteler öğretmen eğitimini Milli politika ve hedeflere göre yapmadılar, rektörlerin ve YÖK’ün siyasal politikalarına göre yaptılar, pedagojik formasyon eğitimlerini ticarete döktüler, ülkenin öğretmen ihtiyacına göre eğitim planlaması yapılmadı. Öğretmenler en düşük ücret grubu içinde tutuldular. 40. yılını çalışan öğretmen iki bin beş yüz lira maaş alamıyor.

Yüz binlerce genç ihtiyaç fazlası olarak sokaklara terk edildi. Devletin oku dediğini okuyan, başar dediği sınavları başaran, bitir dediği okulları bitiren gençlerin devletten iş beklemesinden daha tabi bir şey olamazdı ama iş bekliyorlar diye “cami avlusunda yem bekleyen güvercinlere” benzetildiler.

Bilgi ve teknolojinin değişim hızı karşısında öğretmenler için hayat boyu öğrenme modeline geçilmemiş olması yani öğretmenlerin üst akademik eğitime devamındaki güçlükler ve öğretmen akademisinin kurulamamış olması sistemin gençliğe ve geleceğe zarar veren en önemli eksiklerinden biridir.(Devam edecek)