Saltanat Arabaları ve Sandalları

118

 

Osmanlı İmparatorluğu zamanında uzun yıllar, Tanzimat dönemine kadar İstanbul’da ata, arabaya binmek izne tâbi tutulmuştu.
Denizde ise, kullanılan sandalların belli kurallara uyması zorunluydu.

Saltanat arabaları, padişah ve ailesi mensuplarının hizmetindeki atlı arabalardı. Aslında padişahlar arabaları kullanmazlardı. Bütün merasimlere ve ziyaretlere at üstünde gider ve gelirlerdi. Doğrusu, padişahlar arabaya binmeyi pek sevmezlerdi, o devirde arabaya binmek bedeni güçsüzlüğün, halsizliğin ve takatsizliğin ifadesi gibi algılanırdı.

Saltanat arabaları daha çok Saray-ı Hümayun haremine hizmet vermekle görevliydi. Valide sultanın takdiri ile hazırlanırlar, haseki sultanları ve çocuklarını kent içindeki ziyaretlere götürüp getirirlerdi.

Padişahın çok nadir olarak bindiği atlı arabalar dışında, izin verdiği üç makam sahibinin de arabası vardı. Şeyhülislâm, Rumeli Kazaskeri ve Anadolu Kazaskeri bu hakka sahiptiler.

Devlet erkânının araba dışında at binmeleri de hünkârın iznine tâbiydi. İzin üst düzey devlet görevlileri için imtiyazlı bir durumdu.        Günümüze ulaşan bilgilere göre hanım sultanlar, saltanat arabasından çok görevlilerce taşınan taht-ı revan ile gezmeyi arzu ederlerdi. Nadiren saray dışına çıkan harem mensupları, etrafı rahatça seyredebilmek için, ağır ağır yol alan taht ı revanı, arabaya tercih ederlerdi. Saltanat arabaları olağanüstü gösterişli ve güzeldiler. Nakkaşlar ve oymacıların harikulâde, eşsiz süslemeleri, altın yaldızlı ve renkli dış görüntüleri yanı sıra atlas, kadife kumaşlarla döşenmiş iç süsleri vardı.

Arabaları altı veya dört adet atlar çekerdi. Atların başlık ve takımlarındaki deri ve parlak süsler, parıltılarıyla hareket halindeki arabaları fevkalade güzel gösterirdi. Bu görkemli geçiş,  halk tarafından hayranlıkla izlenir, takdir ve maşallah duaları ile karşılanırdı.

1839 Tanzimat döneminden sonra padişahların da arabaya bindikleri görülmüştür. Örneğin Abdülhamit(II.) Han,   Cuma selamlıklarına dört atlı saltanat arabasıyla gider dönüşte ise kendi kullandığı ve iki bembeyaz atın çektiği hafif fayton arabası ile saraya dönermiş.        Tarihi kayıtlardan öğrendiğimize göre, Abdülhamit (II.) Han, fevkalade yetenekli bir at ve araba sürücüsü imiş.

Halen müzede muhafaza edilen atlı arabaların Lando-Kupa-Brik ve Fayton tipi oldukları gözlenmektedir.

Saltanat sandalları konusuna gelince;

İmparatorluk döneminde karadaki at ve at arabası kullanımında olduğu gibi, denizde kullanılan sandallar da bazı kurallara bağlanmıştı.

Saray-ı Hümayun’a ait saltanat sandalları beş çifte ve üzerindeki kürek sayısı ile belli olurdu.

Hiç kimse, dört çifteden fazla kürekli sandal yapamazdı. Dört çifte için yalnız yabancı elçiliklere izin verilmişti.

Saltanat kayıkları olağanüstü dengeli, sağlam, zarif ve güzeldi. Baş taraflarında altın yaldız işlemeli oymalar ve her biri sanat eseri olan desenler yer alırdı. Köşk ise sandalın arka tarafına monte edilirdi ve saltanat sandallarının en önemli yeri idi. İç ve dış tezhibât bakımından, seyredenleri hayran bırakırdı.

Köşkün arka tarafında, dümende Bostancıbaşı Ağa otururdu. Bostancıbaşı Ağa, İstanbul boğazının her iki yakasında bulunan köşklerin ve yalıların kime ait olduğunu bilirdi. Boğaz ve Marmara denizi sahillerinin korunması ve kullanılmasında yetkisi ve sorumluluğu olan kişiydi. Zaman zaman hünkârın yalılarla ilgili sorduğu sualleri, kayıt defterine bakarak hemen yanıtlardı.

Sultan Abdülaziz’in 32.70 metre uzunluğunda, 2.40 metre eninde ve on üç çifte kürekle çekilen, denizde adeta kayarak giden sandalına herkes hayran kalırdı. Sandalın köşkündeki yaldızlı süslemeler ve tuğra-i hümayun ile burunda yer alan kanatları açık kartal çok görkemli ve meşhurdu.

Şöhreti o kadar yaygındı ki, Amerika Birleşik Devletleri Büyük Elçisi Samuel S. Cox, 1886 yılında Saray’dan izin alarak (Sultan Abdülhamit II. Han’dan)  benzer fakat küçük bir sandal yaptırmıştır. Görevi sona erdiğinde Saray’dan izin alarak tekneyi Amerika’ya götürmüştür. Sandal bugün Washington’da Ulusal Müze’de sergilenmektedir.

Sultan Abdülmecit Han zamanında Fransız Büyük Elçisi soylu Marki De La Valette, 1860 yılında Saray’dan izinsiz olarak, beş çifte kürekli bir sandal yaptırmıştır.

Tüm ikazlara rağmen kürek sayısını azaltmamış ve Boğaziçi’nde gezmeyi sürdürmüştür.

Aynı anda Paris’te Osmanlı İmparatorluğu Büyük Elçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa durumu öğrenince elçilik arabasını derhal beyaza boyatmıştır.

Paris sokaklarında devamlı gezen arabayı gören Fransızlar hemen selam durumuna geçerek, saygı gösterisinde bulunuyorlardı.        Durumu duyan Fransa Dış İşleri Bakanı, derhal Ahmet Vefik Paşa’yı çağırtmış ve Paris’te yalnız Napoléon (III.) ‘un arabasının beyaz renkli olduğunu hatırlatmıştır.

Ahmet Vefik Paşa’da, İstanbul’daki Fransa elçisinin sandalının kural dışı olarak beş çifte kürekle seyrettiğini söylemiş ve “-Elçiniz sandalı düzeltirse, ben de arabamı tekrar siyaha boyatırım” demiştir.

Birkaç gün içinde İstanbul’dan gelen haberle, elçinin sandalı nizami hale getirdiği anlaşılınca, Paşa da elçilik arabasını tekrar siyaha boyatmıştır.