Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ile Türklerin Müslümanlaşma sürecini konuştuk

90

 

Türkler; Emevilerin hoyrat davranışları sonucunda değil, mutasavvıfların sevecen ilişkilerle gerçekleştirdikleri tebliğler vesilesiyle İslamiyet’le şereflendiler.’

OĞUZ ÇETİNOĞLUMEHMET ŞADİ POLAT

-İslamiyet, nâzil olduğu Arabistan topraklarından doğuya doğru ilerlerken, Fars topraklarını, bu bölgedeki insanları Müslümanlaştırarak 15 yılda aştı ve 644 yılında Türkistan’a girdi. İslamiyet’i Türklere kabul ettirmek için 751 yılındaki Talas Savaşı’na kadar 107 yıl mücâdele etti. 922 yılında İdil Bulgarlarının İslamiyet’i kabul etmelerine kadar 278 yıl, 950 yılındaki Abdülkerim Satuk Buğra Han olayına kadar da 306 yıl beklemek mecburiyetinde kaldı.

Türklerin Müslümanlaştırmasının bu kadar uzun sürmesinin sebepleri nelerdir?

Prof. Dr. Ahmet Taşağıl: Pek çok sebep ileri sürülebilir. Dünyada en zor şey din değiştirmek. İnsan milliyetini ve dilini değiştirebilir ama dinini değiştirmesi çok zordur. Türklerin de kendilerine göre bir inanç sistemi vardı. O inanç sistemine göre yaşadıkları için zorlukla karşılaşıldı.

Burada ‘hayat tarzı’ gibi başka gerekçeler de gösterilebilir. Fakat en önemli sebeplerinden birisi: Arapların özellikle Emevilerin Türklerin Müslüman olmalarını istememeleridir. Çünkü Türkler Müslüman oldukları anda, vergi ödemekten muaf tutulacaklardı. Veya az vergi ödeyeceklerdi.

Bu durum, Emevilerin gelirini azaltacaktı. Bunu istemiyorlardı.

Talas Savaşı’nın da Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinde önemli bir etken olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bir kere İslam dünyası açısından baktığımızda, İslam tarihçilerinin kitaplarında bu konuyla ilgili bilgi kırıntıları var. Detaylı, doyurucu açıklamalar yok.  Sadece; ‘Çinliler Araplarla savaş yaptı‘ diye geçiyor. Çin kaynaklarında daha geniş bilgi vardır. Yani Talas Savaşı’nın stratejik sonucu, politik sonucu çok daha önemli olmuştur. Çinlilerin elini Orta Asya’dan çekmelerine sebep olmuştur. Bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman Talas Savaşı’nı farklı bir yere koymamız gerekiyor. Esasında o kadar etkili değil. Ayrıca o savaşta ben Karluk Türklerinin özellikle çok fazla rol oynadıklarını, fakat kaynakların bundan bahsetmediğini düşünüyorum. Issık Gölü bölgesinde yaşayan Karlukların bu savaşlarda çok etkili olduklarını fakat kaynaklarda bunun zikredilmediğini, yeterli ölçüde değerlendirilmediğini düşünüyorum.

-Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Taşağıl: Çinliler böylece Orta Asya’dan çekilmek durumunda kaldılar. Sonucunda başka bir siyasî oluşum meydana geldi. Zaten aynı yıllarda doğuda Uygur Kağanlığı yükseliyor. Orta Asya’yı Uygurlar kaplamış oldular. Şu söylenebilir belki: Karlukların Araplarla yakınlaşması Türgişlerin Araplarla yakınlaşmalarını sağlamış olabilir.

-Ömer b. Abdülaziz hâriç Emevi Halifeleri ve Kuteybe bin Müslim’in son dönemindeki çalışmaları nazar-ı itibâre alınmazsa, Emeviler’in Mâveraü’n-Nehr’e gidişlerinin; İslamiyet’i tebliğ için değil de, toprak fethetmek, ganimet toplamak ve esir almak maksadına mâtuf olduğu söylenebilir mi?

Taşağıl: Kesinlikle böyledir. Zaten kimse zorla din değiştirmez. Esasına bakılırsa, din değiştirmek için zamana ihtiyaç vardır. Zaman unsuru da şöyle çalışabilir: Eğer ki topluluk arasında yakınlaşma olursa bunun üzerine etkileşim olabilir. O takdirde, Türkler belli bir süre sonra Müslümanlığı kabul ederler. Bence öyle olmuştur. Burada 738 yılında Türgişlerin Kağanı Su-lu’nun ölümü bir atlama taşıdır. Ondan sonra Türgişlerin siyasî varlığı ortadan kalkmıştır. Kalkınca da İslam ordularıyla daha doğrusu Müslümanlarla Türkler arasında bir yakınlaşma meydana gelmiştir. Esasında, İslam kuvvetleri açısından baktığımızda bir rakip kalmayınca; ‘oluşan boşluğu Araplar doldurmuştur.’ diye de düşünebiliriz. O yakınlaşma bu şekilde meydana gelmiştir. Fakat derviş ruhlu insanların, Sufilerin etkisi daha önemli daha tesirli olmuştur. Türklerle en yakın temasa geçen, onları dine ikna etmeye çalışan, İslam dinini anlatan, dostça ve insanca yaklaşımları sebebiyle sufilerin örnek davranışları, Türklerin İslamiyet’e girmelerinde başlıca rolü oynamıştır.

-İmam Hatip liselerinde ve İlahiyat Fakültelerinde okutulan İslam tarihi ders kitaplarında; müfredat programında bulunmadığı için, Türklerin Müslümanlaşma sürecine ait yeterli açıklıkta, genişlikte ve derinlikte bilgi verilmediği kanaatinde misiniz?

Taşağıl: Onu tam olarak bilmiyorum. Şu bir gerçektir: O dönemle ilgili olarak İslam kaynakları az bilgi veriyor. Bunu kabul etmek lazım.

Bazıları da aktarma yani yüz yıllar sonra yazılmış biraz da abartarak menkıbeler çerçevesinde oluşturulmuş bir tarih vardır. Bu konuda en iyi çalışan kişi; 1895-1971 yılları arasında yaşayan İslam tarihi uzmanı İngiliz asıllı Gibb’tir.  Yazmış olduğu ‘Orta Asya’nın Arap Fütuhatı‘ isimli bir kitabı vardır. Bu kitap, M. Hakkı tarafından Türkçeye çevrilmiş, 1936 yılında İstanbul’da Evkaf Matbaası tarafından basılmıştır. Sahaflarda bulunabilir.

Meseleye şöyle bakmak lazım: Hiç kimse akşam gök tanrı dinine mensup olarak yatıp sabahleyin Müslüman olarak kalkmaz. Böyle bir şey mümkün değil. İnsan tabiatına aykırıdır.

Bizim görevimiz bütün kaynaklardan doğruları çıkarıp bir araya koymaktır. İslam tarihçilerinin ihmal ettiler bu konu son zamanlardaki çalışmalarla aydınlığa kavuşacaktır. Tarihin bu bölümünün müfredata girmesi lazım. İlahiyatçıların da Türk tarihini iyi öğrenmeleri gerekir.

-Abdülbaki Gölpınarlı, Arşak Poladyan, Bahriye Üçok, Doğan Avcıoğlu, Erdoğan Aydın, Faik Bulut, Hüseyin Algül, İbnü’l Esir, İlhan Arsel, Kemal Burkay, Robert Mantran, Sabri Gündüz, Taberi, Taner Akçam ve Turgut Akpınar, yazıp yayınlamış oldukları kitaplarda ve Emre Kongar makalelerinde; Türklerin zorla Müslüman edildiklerini belirtiyorlar. Konu ile ilgili olarak bir değerlendirme yapar mısınız?

Taşağıl: Bu kesinlikle farklı bir bakış açısıdır. Kimse zorla Müslüman olmaz, Türkler de zorla Müslüman olmamıştır. Belirttiğiniz kişilerin baktığı şey şudur: zannedersem 738 yılında Kağan Su-lu’nun ölümüne kadar olan dönemde yani 698 ile 701 yılları arasındaki büyük savaşları söz konusu yapıyorlar. Türkler hükümdarları öldükten sonra zayıfladıkları ve güçlerini kaybettikleri için Araplar Türkleri yenmiştir. Doğrudur ama meselenin kırılma noktası Su-Lu Kağan’ın ölümüdür, 738 yılıdır.

Türkler bütün savaşlarda ezilmiş değiller…

Taşağıl: Kesinlikle değil. Türklerin bu savaşlar sonucunda ve zorla Müslüman olduğunu iddia etmek gerçeklerle bağdaşmaz. Böyle bir şey söz konusu değildir. Dünya üzerinde sadece Türkler için değil bütün insanlar için geçerlidir: 1- Kimse dinini kolayca değiştirmez. 2- Dinini baskı ve zorlama karşısında değiştirmez.

İddia ettiği gibi zorla Müslüman oldular ise şu sorular ortaya çıkıyor: Bu nasıl zorla Müslüman olmaktır ki bir müddet sonra Türkler İslamiyet için, İ’la-yi kelime-t’ullah için kanlarını sebil gibi akıtmışlar, canlarını vermişlerdir.  Zorla Müslüman olan insan o zorlamalar ortadan kalktığı anda, eski inanç sistemlerine dönerlerdi.  

Taşağıl: Türklerin kitleler halinde Müslüman olduğu yüzyıl onuncu yüzyılın 922-946 dönemidir.  Kalabalık kitleler halinde Müslüman olmaları bu dönemdedir. Bu dönemde ise Arap orduları ile Türkler arasında savaş-çatışma gibi olaylar olmamıştır. Karahanlılar zamanında, Türklere baskı yapacak, söylendiği gibi İslamiyet’i zorla kabul ettirebilecek güçte kuvvetli bir Arap devleti yok.

Türkler ve sûfiler yan yana yaşamaya başladığı zaman, ortak özellikler bulunduğu ortaya çıkıyor.  Derviş ruhlu insanların çalışmalarıyla yavaş yavaş Türkler, İslamiyet’i tanıyorlar ve İslamiyet Türkler arasında yayılmaya başlıyor. Tanıma süreci tamamlandığında, kütleler hâlinde İslamiyet’i kabul etmeler başlıyor.  Bana göre bu işin daha öncesi var: ilk Müslüman Türk Devleti, Orta Doğu’da 875 yılında kuruldu. Sonra İhşidîler var. Türklerin Müslümanlaşması bir süreçtir. ‘Türkler; birden bire ve şu tarihte Müslüman oldular.’ Demek doğru bir yaklaşım değildir. Olamaz da zaten. Sosyal yapılanmaya uygun düşmez.

İslam’da ‘tebliğ‘; ‘Dinin insanlara ulaştırılıp tanıtılması, öğretilmesi ve sevdirilmesi‘ anlamında bir kelimedir. Ancak, Tarih-i Taberî isimli eserde belirtildiğine göre; İslam ordularının komutanları, Türkistan’da tebliğ görevini ifa ederken kılıç da kullanmıştır. Kılıçla tebliğ olur mu?

Taşağıl: Tebliğ kavramı veya görevi ile Emevilerin yayılma maksatları çatışmıştır. Olumsuz sonuçlar meydana gelmiştir. Bu dönemde Türk vatanlarında İslamiyet, kabul görmemiştir. Ne zaman ki iyi yaklaşım sıcak, güzel yaklaşım olmuştur, tebliğ o zaman yapılabilmiş, ihtidalar o zaman gerçekleşmiştir. Her şey apaçık ortadadır. Bunun dışındaki iddialar, çarpık ideolojilerin ürünüdür.

-Şimdi bu ismini verdiğim kişinin kitaplarında hep bu çatışmanın üzerinde duruyorlar. Onlara tezlerinin, yollarının, konuyu işleme metotlarının yanlış olduğunu ortaya koyacak çok kesin bilgilere sahip miyiz.  Kesin ifâdeler kullanmak suretiyle bunların iddialarını, tezlerini çürütme imkânımız var mı?

Taşağıl: Kesinlikle var. Tarihî kaynakları doğru ve tarafsız okumak lazım. Tarih kaynakları doğru ve tarafsız okunduğu zaman sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir. Abartmamak gerekiyor. Her açıdan düşünmek lazım. ‘Türkler silah zoruyla ve canlarını kurtarmak için Müslüman oldu.’ Demek doğru değil. Tarih doğru okunduğunda bence sağlık sonuçlara varılabilir.

Türklerin, soydaşlarına İslam’ı tebliğ anlayış ve uygulamaları nasıl değerlendirilir?

Taşağıl: Müslüman Türkler, Müslüman olmayan soydaşlarını ‘kâfir‘ olarak görüyorlardı. Bu yüzden de aralarında çatışma çıkmıştır. Böyle olması da gayet tabiîdir. Fakat bu anlamda büyük savaşlar olmamıştır. Ufak tefek çatışmalardan söz edilebilir.

Museviler ve Hıristiyanlar, inanç sistemlerini yaymak için savaş olgusunu araç olarak kullanmışlar mıdır?

Taşağıl: Musevileri hatırlamıyorum. Fakat Hıristiyanlar, Bizans döneminde din savaşları yapmışlardır. Özellikle Roma Germen İmparatorluğu zamanında yine Ruslar üzerine seferler yapıldığı biliyoruz. İran üzerine yapılamıyordu. Çünkü İran’da Sâsânîler vardı. Sâsânîler en az Bizanslılar kadar kuvvetliydi. Hıristiyanlar Sâsânîlerle savaşamazlardı. Ruslar da biliyorsunuz, işgal ettikleri Türk topraklarındaki Türkleri zorla Hıristiyan yapmıştır. Lenin’den sonra da Türkleri dinsiz yapmak için katliam yapmışlardır. Altay Türkleri, Hakas Türkleri gibi örnekleri var.

-Konuyu toparlamak adına neler söyleyebilirsiniz?

Taşağıl: Türklerin Müslüman olmasının esas sebebi, kalabalık gruplar anlamında: Türk dininin yâni Gök tanrı dininin İslamiyet’e yakın olmasıdır. Çok sayıda benzer ve ortak nokta bulunmasıdır.

Bu Türklerin kitleler halinde Müslümanlığa geçmesine sebep olmuştur. Türkler zorla Müslüman olmamıştır fakat Müslümanlığa geçiş de bir günde meydana gelmemiştir. Çok uzun bir süreçtir.

Şöyle diyelim: Türkler Budizm’e e girdiler, Manihaizm’e de girdiler, Hıristiyanlığa da girdiler. Bunlardan ayakta kalan sadece Müslüman olanlardır. Bu güne baktığımızda yok olmayanlar, varlıklarını koruyabilenler, genel olarak hayatını devam ettirenler Müslüman olan Türklerdir.

Müslümanlığın Türklere katkısı olmuştur. Türkler de haçlı seferlerinde Hıristiyan dünyasına karşı savaşarak bütün İslam dünyasını korumuşlardır. Asırlarca İslamiyet’in bayraktarlığını yapmışlardır.

Balkanlarda çoğu yerde ‘Türk‘ demek aslında ‘Müslüman‘ demektir. Müslüman anlamında da Türk kelimesi kullanılır. Bu Türk kelimesinin aldığı formdur oralarda. Ve doğrudur.

Bu günden bakarak geçmişi suçlamak doğru değil. Eğer biz sekizinci, dokuzuncu, onuncu, on birinci yüzyılları değerlendiriyorsak, o günkü şartlara inmemiz gerekiyor. O günkü şartlarını bilirsek, daha sağlıklı bir analiz yapabiliriz. Daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz.  Bence doğrusu budur.

Tabidir ki ilmî çalışmalar hiç bir zaman için bitmez, araştırmalar da bitmez.

-Yeni bilgilere ulaşmak mümkün olabilir mi?

Taşağıl: Olabilir. Yeni yazmalar, başka eserler bulunması ihtimal dâhilindedir. Asla kapıyı kapatamayız. Zaten İslam kaynakları sağlıklı ve objektif okunduğunda, Çin kaynakları ve Pehlevice gibi diğer kaynaklar sağlıklı bir şekilde okunduğunda daha sağlam verilere ulaşabiliriz. Daha sağlam verilere ulaşmamız da bize daha sağlam yorumlar yapma fırsatları verir.

-Zaten olaylara tarafsız gözle bakanlar için gerçekler apaçık ortada.

Çok teşekkür ederiz.

Prof. Dr. AHMET TAŞAĞIL

14 Şubat1964 tarihinde Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde doğdu. 1975’te İlyasköy İlkokulu’ndan, 1981’de İzmit Mimar Sinan Lisesi’nden, 1985 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nin Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Çince öğrenmek ve Orta Asya tarihi üzerine araştırmalar yapmak üzere Tai-wan’a gitti, Shih-fan Üniversitesinde Çince kurslarına devam ederken, Cheng-chih Üniversitesi’nin Etnoloji Araştırmaları Enstitüsü’nde ve Tarih Bölümünde ders ve seminerleri takip etti. Bunun yanında dokümantasyon merkezinde Çin kaynaklarından Türk tarihine ait belgeler topladı.

1986 yılının sonunda Türkiye’ye dönüp, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans öğrenimine başladı. 1991’de doktor, Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalında, 1992’de yardımcı doçent, 1995 yılında Genel Türk Tarihi alanında doçent unvanını kazandı. 2001 yılında profesör oldu.

1997-1998 ve 1999-2000 eğitim-öğretim yıllarında Kazakistan’ın Türkistan şehrindeki Uluslararası Hoca Ahmet Yesevî Türk-Kazak Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı. Kazakça başta olmak üzere diğer Türk lehçelerini öğrendi. Bu esnada Özbekistan’ın Semerkand, Buhara ve Hive gibi tarihi şehirlerine, yine Güney Kazakistan’da Sır Derya boyundaki tarihî kalıntıların bulunduğu alanlara saha araştırmalarında bulundu. Aynı üniversitede 2001-2002 öğretim yılında Tarih-Felsefe Fakültesi Dekanlığı görevini yürüttü. 2002 yılının Temmuz Ağustos aylarında Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi’nin yürüttüğü Moğolistan Türk Anıtları Projesinde yer aldı.

2004-2005 öğretim yılında Bişkek’te bulunan Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesinin Tarih Bölümünde öğretim üyeliği görevini üstlendi. Aynı üniversitenin Türk Uygarlığı Merkez Müdür yardımcılığını yürüttü. Sosyal Bilimler Dergisi yayın kurulu başkanlığını yaptı.

2007-2008 Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü oldu. 2008 yılında Rektör Yardımcılığına tâyin edildi. 2009 Nisan ayından itibâren Tarih Bölümü Başkanlığını yürütmektedir.

 

Çince, İngilizce, Rusça ve Fransızca ile Türk lehçelerinden Kazakça ve Kırgızca bilmektedir. Moğolistan başta olmak üzere Güney Sibirya, Kazakistan ve Kırgızistan’da saha araştırmaları gerçekleştirmiştir.

Evli ve iki çocuk babasıdır.

Mehmet Şadi Polat, Prof.Dr. Ahmet Taşağıl ve Oğuz Çetinoğlu

Mehmet Şadi Polat, Prof.Dr. Ahmet Taşağıl ve Oğuz Çetinoğlu